Adı Şeybe... Alemlerin efendisinin teşrifini müjdeler... Doğuştan ak saçlı

Düzenleyen: / Kaynak: Türkiye Gazetesi
- Güncelleme:
Adı Şeybe... Alemlerin efendisinin teşrifini müjdeler... Doğuştan ak saçlı

Ramazan Haberleri Haberleri  / Türkiye Gazetesi

Mekkeliler deve terkisinde yabancı bir çocuk görünce “Galiba Abdülmuttalib” (Muttalib’in kölesi) derler ve öyle anılır sonrasında.

Selma Hatun’un bir oğlu dünyaya gelir. Başında doğuştan beyaz saçlar olduğu için adını Şeybe (ak saçlı) koyar. Yedi yaşına kadar Medine’de kalır sonra amcası Muttalib gelir, alır götürür baba yurduna. 
Mekkeliler deve terkisinde yabancı bir çocuk görünce “Galiba Abdülmuttalib” (Muttalib’in kölesi) derler ve öyle anılır bundan sonra. Zaten Arap töresinde “yetim kimin yanında büyürse köledir ona.”

KUREYŞ’İN REİSİ

Amcası Şeybe’yi çok sever, iyi yetişmesi için elinden geleni yapar. Çünkü o da babası Haşim gibi Kureyş’e reis olacaktır ilerleyen yıllarda. 
Nitekim (biraz da Medineli dayılarının yardımıyla) Kâbe hizmetlerini üstlenir, ecdadının bıraktığı yerden devam eder yoluna. Sükûnet telkin eden bir idarecidir, dürüstlüğü ile tanınır halk arasında. Kabileler arası gerginlikleri gidermeye bakar. 

BİRİ KURBAN SANA

Yıllar evvel Huzâelilerle çarpışan Cürhümlüler bölgeyi terk ederken Zemzem Kuyusu’nu kapatmışlardır. Unutulur gider zamanla.
Ancak Mekke’de susuzluk başlayınca Abdülmuttalib kuyuyu açmaya niyetlenir, yeri rüyada gösterilir. Yanına oğlu Hâris’i alır ve kazmaya başlar. Belli bir seviyeye gelince birileri sahip çıkar çocuklarının çokluğuna güvenir, pay isterler. O da açar ellerini “Ya Rabbi” der, “Bana on çocuk verirsen birini kurban edeceğim sana.” Susuzluk artınca muarızları yumuşar, “Tamam Zemzem, sana kalsın” der çekilirler kenara. Gelgelelim kuyunun içinden zırhlar, silâhlar ve altın heykeller çıkınca ortak olmaya kalkarlar. 
Abdülmuttalib kura çekilmesini teklif eder. “Kendisi, Kâbe ve onlar” arasında. 
Kureyşliler kabul eder, altın heykeller Kâbe’ye, kılıç ve zırhlar Abdülmuttalib’e çıkar. Muarızlar eli boş döner. Abdülmuttalib kendisine düşen zırhları kalkanları ezer levha hâline getirir, Kâbe kapısını kaplar.  
Abdülmuttalib’in duası kabul olur, Allahü teala on oğul, altı kız verir ona. Oğulları: Abbas, Hamza, Abdullah, Ebû Tâlib, Zübeyr, Hâris, Hacl, Mukavvim, Dırar ve Ebû Leheb.
Kızları: Safiyye, Ümmü Hakîm, Beyzâ, Atîke, Umeyme, Ervâ ve Berre.
Abdullah, Ebû Tâlib ve Zübeyr ana baba bir kardeştir, Amr kızı Fâtıma’dan doğma.  

KURA EN SEVDİĞİNE ÇIKAR

Unutmadan anlatalım Abdülmuttalib, on oğlu olursa birini kurban edeceğini adamıştı malum. Arzusu gerçekleşince bir rüya görür adağını hatırlar, hangisinin kurban edeyim diye kura çeker en küçük oğlu, çok sevdiği Abdullah’a çıkar. Ancak Abdullah’ın ağabeyleri, dayıları ve Kureyş’in ileri gelenleri buna karşı çıkar. Şimdi yeni bir âdet çıkacak, sıkıntı olacaktır daha sonra. 
Kayınbiraderi Mugire, Abdülmuttalib’i Hicaz’ın ünlü bilgesi Hayberli Arrâfe’ye götürür meseleyi anlatırlar. Adam sorar “Mekke’de bir insanın diyeti ne kadar?”
-On deve.
-O zaman kolay dönün yurdunuza adanan kişi ile on deve arasında kura çekin. Oğluna çıkarsa on artır bir kura daha. Ne zaman ki kura develere çıktı Rabbi’niz razı olmuş sayılır. 

İKİ KURBANLIĞIN OĞLU

İlk dokuz çekilişte kura hep Abdullah’a isabet eder, ancak onuncuda develere çıkar. Develer kesilir, Mekkeliler doyum tokum ağırlanır. Etinden kurt, kuş yararlanmayan kalmaz.
Bu yüzden Efendimizin “Ben iki kurbanlığın oğluyum” dediği rivayet olunur. Biri Abdülmuttalib oğlu Abdullah diğeri de Hazret-i İbrahim’in oğlu İsmail (aleyhisselâm). (devam edecek)

SARHOŞSUN SEN 

- Aydın’ın yakınları siz misiniz?
- Ev... evet, doktor bey... Bu annesi, ben dayısıyım...
- Şey...
- Ayy, oğlum...
- Yo, yo sakin olun... Durumu kritik... Fakat az da olsa ümidimiz var... Önümüzdeki 48 saat çok önemli...
- Pe... Pelin... 
...
Annenin gözleri karardı... Açtığında ise bir odada ve hastalar için ayrılan yataklardan birindeydi... Abisi yoktu... Derin bir boğulma hissi yaşıyordu. Burada ne kadar kalmıştı. Hemşire geldi...
- Ne oldu bana.
- İyisiniz hanımefendi. Bayılmışsınız... Birkaç saattir bazen uyandınız bazen tekrar daldınız...
- Aydın... Oğlum... Abim nerede?
- Sizi buraya bıraktık beraber. Sonra gitti.
- Kim demiş gittiğimi, bak Pelin geldim, ha, ha...
- Abi sen. Ne bu hâlin, ayakta zor duruyorsun. 
- Biraz neşe, neşelenmek istedim. 
- Abi sen sarhoşsun. Ne yaptın, biz bu durumdayken.
- Kal-dı-ra-mıyorum Pelinciğim. Ye...ye...yeğenim hasta bak...
- Ah, bu ne böyle, ah... Bir yanda oğlum canıyla uğraşıyor. Bir yanda ben bittim yıkıldım. Bir de sen ...
- Öyle deme Pelin. Güç... güçlü ol... Ahha... Geçer bunlaaar...
...
Anne bu zor durumda abisinin düştüğü hâlden ayrı bir sıkıntı duyuyordu şimdi. Ve bir şeylerin değiştiğini hissediyordu. İşte birlikte küçüklükten beri aileden gelen bohem hayat tarzının bir kâğıt kule gibi yıkılışıydı bu tablo. Zor durumda hayatın getirdiği acılar karşısında sığınılacak bir yer arıyorlardı abi kardeş. Abisi bulmuştu onu: Sarhoş olmak... Yani düşünmemek, yalancı bir avuntuya kapılmak. Anne Pelin ömrü boyunca bir gerçekle ilk defa yüzleşmişti. Daha önce ayaklarının bastığı yerden ses geldiğini hissederken, zemin bir anda kayıp gitmişti. Ve boşluğa düşüşün acısını hissetmişti. (devam edecek)

Düzenleyen:  - Ramazan Haberleri
Kaynak: Türkiye Gazetesi
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...