Efendimiz, Ebû Zer Gıfârî hazretlerinin vefatını yıllar önce haber verir, 'yalnız yaşar, yalnız ölür'

Düzenleyen: / Kaynak: Türkiye Gazetesi
- Güncelleme:
Efendimiz, Ebû Zer Gıfârî hazretlerinin vefatını yıllar önce haber verir, 'yalnız yaşar, yalnız ölür'

Ramazan Haberleri Haberleri  / Türkiye Gazetesi

Resûl aleyhisselam O’nu çok sever, iltifat buyururlar. Şu nimete bakınız ki gece geç saatlere kadar Habibullah ile sohbet etme şerefine kavuşur.

E bû Zer Gıfârî hazretleri bu hizmetleri yaptığı sırada, İslamiyet Mekke’de ve civarında oldukça yayılır. Müşriklerin zulmü de o derece artar. İslam uğrunda kanlar dökülür, ilk şehitler verilir. Hicret gerçekleşir. Bu zaman diliminde o kabilesi arasında insanların hidayete kavuşması için büyük mücadeleler verir. Hendek savaşı sonrası Medine’ye yerleşir. Ve Efendimiz’in yanından bir daha ayrılmaz. Resûlullah’ın hizmetini görür. Öyle olur ki o saadetli evden bir fert gibi olur. Bütün zamanını dini öğrenmeye harcar. Bu uğurda büyük gayret gösterir.

EFENDİMİZ O’NU ÇOK SEVER

Her şeyi Peygamberimize inceden inceye sorar. Efendimiz onu çok sever, iltifat buyururlar. Şu nimete bakınız ki gece geç saatlere kadar Habibullah ile sohbet etme şerefi ne kavuşur. Peygamberimizin sır dostu olur. Onunla mahrem meseleleri konuşur. Resûlullah efendimiz “Dünyaya Ebû Zer’den daha sadık kimse gelmedi” buyurmuşlardır. İki ilim denizinin birleştiği nokta ve ilmin kapısı olarak vasıfl andırılan Hazreti Ali “Ebû Zer ilimde bir deryadır, insanların anlamaktan aciz olduğu çok ilmi biliyordu. Sonra ilmin üzerini kırba bağlar gibi bağlayıp, ondan hiç sızdırıp zayi etmemiştir” iltifatında bulunur. Hazreti Ömer “Ebû Zer’in ilmi çok yüksektir” buyurur. Duygu dolu bir hatıra daha var. Tebük muharebesinde Ebû Zer Gıfârî hazretlerinin devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için geride kalır. Yolun ortasında devesi çöküp kalınca, devesinden iner. Eşyasını sırtına yükleyerek orduya yetişir. Yalnız başına tenha bir yere oturur. Peygamberimiz, Hazreti Ebû Zer’i böyle tenhada görünce “Allahü teâlâ, yalnız başına yürüyen, yalnız başına vefat edecek olan ve yalnız başına haşr olunacak olan Ebû Zer’e rahmet eylesin” buyururlar.

DAYANAMAZ MEDİNE’YE DÖNER

Mekke’nin fethine de kendi kabilesinin sancağını taşıyarak katılır. Dünyaya hiç değer vermez. Peygamberimize tam bağlanıp, onun sevip, beğendiğini seven, onun sevmediğini ve beğenmediğini sevmeyen Ebû Zer; Resûlullah’ın vefatında da yanında bulunur. Efendimizden sonra kalbi bin parça olur. Bir köşeye çekilip, son derece mahzun ve yalnız, Resûlullah ile geçirdiği o bulunmaz hatıraların hasretiyle yaşar. Hazreti Ebû Bekir’in halifeliği devrinde de böyle yaşayıp, onun vefâtından sonra Şam’a gider ve yerleşir. Hazreti Osman’ın (radıyallahü anh) halifeliğine kadar orada kalır. Fakat Şam’ın zenginleri bu zühd sahibi mübareğin orada kalmasından rahatsız olur. Dine bağlılığın gevşediğini gördükçe insanları ikaz etmektedir zira. Bu durum da onların işine gelmez. Sonrasında Medine’ye Hazret-i Osman’ın yanına gelir ve şu nankör dünyayı özetleyecek bir istekte bulunur. (devam edecek)

KATÂDE BİN NUMAN  

Gözüne ok saplandı 

Katâde bin Numan (radıyallahü anh) Eshab-ı kiramdan. Evs kabilesinden ve Ensarın ileri gelenlerindendir. Akabe, Bedir, Uhud ve diğer savaşlarda bulundu. Uhud harbi sırasında Muhammed aleyhisselâma hücum eden müşriklere karşı vücudunu siper eden Katâde’nin gözüne bir ok isâbet ederek gözü çıkmıştı. Gözünü eline alarak Peygamberimizin (aleyhisselâm) huzuruna geldi. Efendimiz elinden gözü alıp çıktığı yere koydu, eskisi gibi sağlam oldu. Peygamberimizin mucizesiyle görmeye başladı. Hatta bu gözü diğer gözünden daha iyi görürdü. Katâde hazretleri bir gece karanlıkta yatsı namazına giderken yolda Peygamberimize rastladı. Peygamberimiz, O’na, “Katâde, sen misin?” diye sordu. Katâde de, “Evet, Yâ Resûlallah”, dedi. Peygamberimiz, “Dönüşte bana uğra!” buyurdu. Namazdan sonra uğradığında Peygamberimiz ona bir hurma dalı verdi. O günden sonra Katâde hazretleri gece bir yere giderken yanında o hurma dalını taşıyınca ondan etrafa ışık yayılır, çevresini aydınlatırdı.

EVE AYAKKABI İLE GİRMEK

Dinimiz sonsuz bir âlemde gidilecek iki yer olduğunu... Bu dünyanın gidilecek iki yerden birinin belli olması için imtihan olarak yaratıldığını bildiriyor bize... Dünya sonsuzluk için bir basamak sadece... Bir köprü... ‘Bu köprüyü tamir etmekle uğraşmayın, bir an önce geçip gidin’ buyuruyor benim peygamberim (aleyhisselam)... Ben bu evde büyüyünceye kadar babam ve senin; dayım ve diğer akrabalarımızın hep dünyalık konuşmalarınıza şahit oldum... Ne sizde ne akrabalarımızda huzur gördüm... Sadece içki ve konken partilerindeki samimiyetsiz kahkalar... Kadınların birbirlerinin yüzüne gülerken arkadan kıskançlık dolu sözlerine rastladım... Evimiz yıllarca alkol koktu... Gittiğimiz evlere ayakkabılarla girmeyi maharet saydık... Bize gelenler de öyle... Dışarının pislikleri evimizin halısına süründüğü kadar ruhumuza da süründü fark edemedik...

- Oğlum çağdaş yaşam bu... Ay sen neler de söylüyorsun böyle...

- Çağdaş yaşam... Hıh... Evlere ayakkabıyla girmek mi çağdaş yaşam... Ben sizin bu çağdaş çevrenizde gördüklerimde huzur bulamadım... Samimiyet göremedim... Sözler, tavırlar yapma, sentetik çiçek gibi geldi bana hep... Anne! Beraber çağdaş yaşam sürdüğünüz iki teyzem öldü... Ne hâldeler şimdi... Sürdükleri çağdaş yaşam dediğiniz içkili kumarlı, danslı partilerin mezarlarında bir faydası var mı... Ya zararı...

- Oğlum mezar lafl arı etme bana... Bak ben fena oluyorum... Seni psikoloğa götüreceğim ben... Şu an kararımı verdim... Dayın da çıkarken tanıdığı doktor olduğunu söyledi...

- Hı, hı... Evet... Sizler için ölüm ve sonrasına hazırlanmak; yani dinimin emrettiği kadar yaşamak psikologluk bir durum... Anlıyorum...

- Yavrum geçecek bunların hepsi... Düzeleceksin bir tanem... Annesinin bir tanesisin sen...

- Anne... Ben iyiyim... Toplum iyi değil... O toplumdan yaşantınıza pay aktaran sizler iyi değilsiniz... Müslümanlığı birkaç gelenekten, birkaç şekilden ibaret görüyorsunuz... İslamiyeti bilmediğiniz için neler yapılması gerektiğini de bilmiyorsunuz... Ben onları yapmaya çalıştıkça beni anormal görüyorsunuz... Mesele bu kadar basit... Siz dinimizi öğrenmedikçe; neler yapılması gerektiğini bilmedikçe beni hep böyle göreceksiniz... Bu psikoloji ile ilgili bir durum değil... Sizin gerçekleri bilmemenizle ilgili bir durum... (devam edecek)

BAŞKASINA YÜK OLMA 

>> Hakiki imana kavuşmak için, farzları edeple yapmak, helal yemek, haramdan sakınmak ve bunlara ölünceye kadar devam etmek gerekir. >> Pek çok kötülüğün anahtarı, sinirlenmektir.

>> Yumuşaklık, vakar ve sükûnettir. Sinirlenmek ise, kabalığa yol açar.

>> Başkasına yük olan kimse, insanların gözünde alçalır ve değeri kalmaz.

>> Yapılmayan ve yerine getirilmeyen sözde hayır yoktur.

>> Hikmet on kısımdır. Bunun dokuzu susmaktır.

>> Namaz kılmak, Kur’ân okumak, din ilimleri öğretmek ve öğrenmek zikirdir. Her hayırlı iş zikirdir.

>> Müminde, ihlas ve pişmanlık bulunursa, Allahü teâlâ onun bütün günahlarını affeder.

>> Düşmanlarınızla oturup kalkan, sizin dostunuz olamaz.

>> Dört şey ibadettendir: Abdestsiz durmamak, çok secde etmek, gönlü mescitlere bağlı olmak ve Kur’ân-ı kerimi çok okumak

 

Düzenleyen:  - Ramazan Haberleri
Kaynak: Türkiye Gazetesi
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...