Kâbe yanına çöker... gözleri gönlünün sultanını arar durur... Neredesin sevgili

Düzenleyen: / Kaynak: Türkiye Gazetesi
- Güncelleme:
Kâbe yanına çöker... gözleri gönlünün sultanını arar durur... Neredesin sevgili

Ramazan Haberleri Haberleri  / Türkiye Gazetesi

Etrafın düşman kaynadığını bildiği için Mekke’ye geliş sebebini kimseye açamaz. Nihayet Hazret-i Ali ile karşılaşır

Hemen çıkınını hazırlar. Aldığı yiyecek birkaç gün yeter yetmez. Orada ne kadar kalacağı belli değildir. Ama kimin umurunda. Rehberine gitmektedir, gönlünün sultanına... Çok geçmeden Mekke’ye varır. Etrafın düşman kaynadığını haber almıştır. Bu sebeple geliş sebebini kimseye  söylemez. Kâbe yanına çöker, gözleri Resûlullah’ı arar. Derken yiyeceği tükenir. Zemzem içer, hem doyar hem kanar. Fakat ruhu doymalıdır asıl, ruhu açtır ve susuz...
Nihayet Hazret-i Ali (kerremallahü vecheh) görür onu. Garip olduğunu anlar, acır ve alır evine götürür, misafir eder. Öyle tedbirlidir ki açmaz O’na da sırrını. Ertesi gün yine Kâbe’ye gider. Yine bulamaz Sevgiliyi... Göremez, göremez... Allah’ın Arslanı tekrar davet eder evine. Bu hâl üç gün böyle devam eder. Nihayet nereden ve niçin geldiğini sorar. Ebû Zer hazretleri de “Eğer bana doğru bilgi vereceğine kati söz verirsen, söylerim” der. Hazret-i Ali, “Söyle hâlini kimseye açmam” karşılığını verir.

İSLÂM’DA İLK SELÂM VEREN

Ebû Zer Gıfârî “İşittim ki, burada bir Peygamber çıkmış, O’nunla görüşmek ve O’na kavuşmak için buraya geldim” der. Hazret-i Ali, “Sen doğruyu buldun, akıllılık ettin. Şimdi ben o zatın yanına gidiyorum. Beni takip et benim girdiğim eve sen de peşimden gir” der. Yola koyulurlar. Ve... Peygamberimizin o nurlar saçan mübârek yüzünü görmekle şereflenir. Sanki zaman buz tutmuştur. “Esselâmü aleyküm” diyerek selâm verir. Bu selâm İslâm’da verilen ilk selâm ve Ebû Zer Gıfârî de ilk selâmlayan kimse olur. Düşünününüz ümmette ilk selâm veren zat bu büyükler büyüğüdür. 

İMAN ETTİ, KENDİNDEN GEÇTİ

Peygamber Efendimiz selâmına cevap verip, “Allahın rahmeti üzerine olsun” buyururlar. Ve İslâmiyet’i anlatıp kelime-i şehadeti telkin ederler: Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü...
Sevincinden yerinde duramaz. İman eder etmez Allah Resûlünün kalbinden fışkıran nurlar kalbine akmıştır zira. Hemen Kâbe yanına gider ve yüksek sesle kelime-i şehadeti haykırır müşriklere doğru. Bunu işiten müşrikler üzerine hücum ederler. Taş, sopa ve kemik parçaları vurarak öyle döverler ki kanlar içinde kalır mübarek. Fakat Allah Resûlünü görmenin, imanın kalbe verdiği lezzetle umurunda değildir. Efendimiz memleketine dönmesini ve İslâmiyet’i yaymasını emir buyururlar. 

KÖPEĞİN HAKARET ETTİĞİNE TAPILIR MI?

Emri alır almaz kabilesine döner. İnsanlara taptıkların putların batıl olduğunu söyler. Önce bir karşı çıkarlar. Fakat öyle ikna edici konuşur ki: “Ey kavmim. Ben Müslüman olmadan önce bir gün Nûhem putunun yanına gidip, önüne süt koymuştum. Bir de baktım ki, bir köpek yaklaşıp, sütü içiverdi. Sonra da putun üzerine pisledi. Görüyorsunuz ki, put köpeğin üzerini kirletmesine mani olacak güçte bile olmayan bir taş! İşte sizin taptığınız şey” dedi. Bu sözler, bu apaçık hakikat kabilesi üzerinde büyük bir tesirde bulunur. Onlara İslâmiyet’i anlatır. Onu dinleyenler arasında başta kabile reisi Haffaf, kendi kardeşi Üneys olmak üzere çoğu Müslüman olur. Diğerleri ise daha sonra Peygamberimizi görerek Müslümanlığı kabul ederler. (Devam edecek)

El-Hafîz:  Her şeyi koruyucu olan

HADİS-İ ŞERİF: (Kur’ânda bir sûre vardır ki, otuz  âyettir. Okuyana affedilinceye  kadar şefaat edecektir. O  “Tebârekellezî bi yedihil mülk”  diye başlayan sûredir.) [İ. Ahmed]

İMRAN BİN HUSAYN 

Ağlama, ben melekleri görüyorum

İmran bin Husayn (radıyallahü anh) Eshab-ı kiramdandır. Hayber Savaşı’nda Müslüman oldu. Ondan sonraki bütün savaşlarda Peygamber Efendimizin (aleyhisselâm) yanında ve hizmetinde bulunmakla şereflendi. Efendimiz kendilerini çok severdi. Eshâb-ı kirâm içinde çok faziletlere sahipti. Fıkh ilminde üstün derecesi vardı. Midesinden rahatsızlandı ve otuz sene sürdü. Yakalandığı hastalığı sebebiyle ne oturabilir ne de ayakta durabilirdi. Kendisine hurma dallarından bir sedir yapmışlardı. Orada günlerini geçirir, Rabb’ini zikrederdi. Mitraf ile kardeşi A’lâ, ziyaretine gittiler. Mitraf, onun bu hâlini görünce ağladı. Hazret-i İmran, “Niçin ağlıyorsunuz?” deyince, O da “Senin hâline ağlıyorum” diye cevap verdi. Hazret-i İmran “Ağlama, ben ölünceye kadar da kimseye söyleme! Melekler benim ziyaretime gelip selâm veriyorlar. Meleklerin selâmını alıyor, onlarla konuşuyorum. Onların bu ziyaretlerinden fazlasıyla memnun oluyor, hasta olduğumdan dolayı verilen bu nimetlere şükrediyorum. Böyle bir hastalık hâlinde melekleri gören bir kimse, bu dertlere razı olmaz mı?” dedi. 

Dünya nefse yardımcıdır

>> Bu zamanda dünyayı terk etmek çok zordur. Dünyayı terk lazımdır. Hakikaten terk edemeyen, hükmen terk etmelidir ki, ahirette kurtulabilsin. Hükmen terk etmek de büyük nimettir. Bu da, yemekte, içmekte, giyinmekte, meskende, dinin hududundan dışarıya taşmamakla olur.
>> Vakit çok kıymetlidir. Kıymetli şeyler için kullanmak lazımdır. İşlerin en kıymetlisi sahibine hizmet etmektir. Yani Allahü teâlâya ibadet ve taat etmektir.
>> Annenin yavrusuna faydası olmadığı (annenin yavrusundan kaçacağı) kıyamet günü için, hazırlık yapmayana yazıklar olsun!
>> Dünyayı maksat edinmemeli. Dünya, nefsin arzularına yardımcıdır. Dünya ve ahiret bir arada olmaz. Dünyaya düşkün olmak, günahların başıdır. Dünyaya düşkün olanlar ahirette zarar görür. Dünyaya düşkün olmamanın ilacı, İslâmiyet’e uymaktır.

ZAMANE MÂNİLERİ

Yarıladık güzel ayı
İftara demledik çayı
Elin ayağın titriyor
Heyecandan Yakup Dayı!

Düzenleyen:  - Ramazan Haberleri
Kaynak: Türkiye Gazetesi
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...