Ramazan Haberleri

Ramazan ayının ardından tartışılan 'Ramazan Bayramı mı Şeker Bayramı mı?' sorusu yeniden gündem oldu. Prof. Dr. Ekinci, Ramazan Bayramı tabirinin yanlış olduğunu söyleyerek Fıtr Bayramı veya Şeker Bayramı demenin doğru olduğunu söyledi. Ekinci, Ramazan Bayramı diye bir bayram olmadığını ifade ederek "Bayram namazına gitmeden önce tatlı bir şey yemek tercihen hurma yemek sünnettir, Hazreti Peygamber böyle yapardı. Osmanlılar bu sünneti hatırlatmak üzere buna Şeker Bayramı demişler" dedi.

Mekkeli müşrikler mü’minleri kuşatır abluka altına alır, aç ve açıkta bırakırlar. Şimdinin Gazze’si gibi...

“Rûhumu teslim eder etmez, kalkıp güzelce abdest alın. İkişer rek’at namaz kılın; hem kendinize, hem de şu garip Ubâde’ye duâ edin...”

İslâmiyet’in yayılmasında hizmetleri olan büyük sahâbe Kudüs’te medfundur.

Ben develerin sahibiyim onları ver bana. Kâbe’nin sahibi ise Cenâb-ı Mevlâ. O Beyt’ini korur meraklanma!

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Türkiye’den yasa dışı yollarla çıkarılarak İngiltere’de satışa sunulan 5 asırlık Kur’an-ı Kerim’in yeniden ülkeye getirildiğini açıkladı.

Mekkeliler deve terkisinde yabancı bir çocuk görünce “Galiba Abdülmuttalib” (Muttalib’in kölesi) derler ve öyle anılır sonrasında.

Kureyş... K-r-ş kökünden gelir. Toplanmak, ticaret yapmak gibi manaları vardır. Öbür kabilelerin fevkindedir

“Ben, atam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annem Âmine’nin rüyasıyım...” 

Heybetli misafiri evine davet eder. O ise Himmet Ağa’mızı kendi evine çağırır. Ağa kabul eder. Bilinmez bir yere doğru yola çıkarlar.

Bir Himmet Ağa varmış zamanında. Gece köy odasında arkadaşlarıyla beraber sohbet ederken kapıdan içeri öyle bir kimse girmiş ki hepsi kendilerini pencereden dışarı atmışlar...

Vefat ettikten sonra Hristiyanlar ve Yahudiler O’nun kendilerinden olduğunu iddia ederler. Hâlbuki kendisinin vasiyeti vardır. Bu vasiyet aynı zamanda bir keramettir.

Çocuk yaşta İbn-i Semmâk hazretlerinden gördüğü merhametle Müslüman olan büyük veli aynı şefkatle bu defa insanların hidayetine vesile olur. Bir gün sohbet ettiği yere şarap içip şarkılar söyleyen birkaç kişi gelir...

Bağdat’tan gelen genç irşad edicisine kavuşur. İmam-ı Ali Rıza hazretlerinin elinde Müslüman olur. İleride evliyalık semasının yıldızı olacaktır. Mâ’rûf-i Kerhî hazretleridir o...

Mâ’ruf Hristiyan bir ailenin çocuğudur. Onu rahibe gönderirler. Rahibin söylediği teslis saçmalığına karşı çıkar “Allah birdir, Allah birdir” diye haykırır ve Bağdat’tan ayrılmaya karar verir

Oltasına ağır bir şey takılır. Hayli büyükçe bir balık geliyor diye heyecanla kayığına çeker. Fakat o da ne, bir kuru kafa. Onunla konuşmaya başlar...

Efendimiz, mübarek sahâbinin ruh hâlini, kendi zühd derecesine yetişemeyecek insanlardan ne zaman uzaklaşması gerektiğini yıllar önce bildirmişlerdir.

Resûl aleyhisselam O’nu çok sever, iltifat buyururlar. Şu nimete bakınız ki gece geç saatlere kadar Habibullah ile sohbet etme şerefine kavuşur.

Etrafın düşman kaynadığını bildiği için Mekke’ye geliş sebebini kimseye açamaz. Nihayet Hazret-i Ali ile karşılaşır

O’nu düşünen nasiplilerin gönlüne bir mahzunluk çöker. Hayatını okuyanlar satırlar arasından bile O’nun dünyadan kesikliğini sezer...

Manevi olarak defnedileceği yeri görmüş ve Müslümanların hayali olan İstanbul’un fethine bir adım daha yakınlaşmak istemiştir.