Gazneli Sultan Mahmud ve üç ibretli hadise!..

A -
A +
Gazneli Sultan Mahmud, tebdil-i kıyafetle dolaşırken, bir müezzinin minarede bir aşağı bir yukarı mekik dokuduğunu gördü. Hayretler içinde kalmıştı!..
 
 
Gelibolulu Yazıcızâde Muhammed Efendi "Muhammediyye" adlı eserinde şöyle anlatır: Gazneli Sultan Mahmud, tebdil-i kıyafetle dolaşırken, bir müezzinin minarede bir aşağı bir yukarı mekik dokuduğunu gördü. Müezzin, yerden minareye bakıp, sevinç ve neşe içinde tırmanıyor, koşar adımlarla, şerefeye ulaşıyor, fakat ümitsizlik, perişanlık içinde geri geliyordu. Müezzinin bu hâli, hava kararana kadar böyle devam etti... Daha sonra başka bir yere gitti. Orada da, bir demircinin, örsün başında iken sevinçle koşarak, körüğün yanına gidip, sonra da ağlayarak perişan hâlde geri döndüğünü, örsün başına gelip körüğe bakınca, tekrar neşesi yerine gelip, sevinç içinde yine körüğe koştuğunu gördü. Bu hâl, bu şekilde sürüp gidiyordu... Sultan, bunların hâlinden bir mana çıkaramamıştı... Yoluna devam etti. Bu defa da, üç yol ağzında oturan âmâ bir kimsenin hâli dikkatini çekti. Adamcağız, bir ayak sesi hissettiğinde, gelene "Ne olur, şu bir akçeyi al ve enseme bir tokat at!" diye yalvarıyordu. Oradan geçenler de, bu kimsenin yalvarmasına dayanamayıp, bir akçeyi alıp, ensesine vurarak oradan uzaklaşıyorlardı...
Bu üç ibretli olay, Sultan Gazneli Mahmud'a çok tesir etti. Vezirine, bunların sırrını öğrenme vazifesini verdi... Vezir, önce demirciden başladı. Demirci başından geçenleri şöyle anlattı:
-Seneler önceydi. Bir gün, dükkândan geç ayrılmam gerekiyordu. Bunun için, iki tavuk alıp, çırakla eve gönderdim ve “Bu tavukları pişirin, birini de bana gönderin” diye haber yolladım... Akşam namazından sonra, evden pişmiş hâlde tavuk geldi. Örsün kenarına çömelip, yemeye başladım. Bir budu kalmıştı ki içeriye sevimli bir kedi girdi. Eti seyretmeye başladı. Fakat ben oralı olmadım. Kedi, acıklı acıklı miyavlamaya başladı. Bunun üzerine, ben, kendisini kovalamak istedim. O an hiç beklemediğim bir şey oldu. Kedi dile gelip dedi ki:
-Eğer o budu bana verirsen, emsalsiz bir hazinenin yerini sana göstereceğim.
-Hadi göster, ben de, budu sana vereyim.
-Şu körüğün yanına bak!
Dediği yere baktığımda, bir de ne göreyim? Renk renk, eşi, benzeri olmayan mücevherler... Karnım doymadığı için, elimdeki buddan da vazgeçemiyordum. “But benim elimde, mücevherler de benim dükkânımda, o zaman niçin aç kalayım” diye düşündüm. Elime bir sopa alıp, kediyi kovaladım. Ancak körüğün yanına vardığımda, hiçbir şey yoktu. “Acaba yanlış mı gördüm” diyerek, tekrar örsün yanına geldim. Mücevherler ışıl ışıl orada parlıyordu. Sevinç içinde, oraya koştum. Körüğün yanına varınca, yine yok olduğunu gördüm... İşte o zamandan beri, böyle hazineye kavuşmak için, gidip geliyorum...
Müezzin ve âmânın sırrı neymiş; o da yarına inşallah...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.