“Veren de Allahü teâlâdır, alan da..."

A -
A +
Kur'ân-ı kerîmde buyuruldu ki: "Dünya hayatında onların geçimliklerini [maddi, manevi bütün rızıklarını] aralarında biz taksim ettik."
 
 
Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. Rızık hiç değişmez, azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yemeden, bitirmeden ölmez... Rızkın birkaç anlamı vardır:
1- Rızık denince yiyecek içecek şey anlaşılır. Çoğulu da erzaktır, rızıklar demektir. İnsanlar rızık denince bunu anlarlar.
2- Rızık, sadece yiyip içilen ve kullanılanlardır. Yiyip içilmeyen ve kullanmayan rızık sayılmaz. Fazla kazanç, malı arttırır; ama, rızkı arttırmaz. Rızık, mukadderdir.
3- İnsana faydası olan maddi ve manevi her şey rızıktır. Bir âyet-i kerime meali:
(Dünya hayatında onların geçimliklerini [maddi, manevi bütün rızıklarını] aralarında biz taksim ettik.) [Zuhruf 32]
İnsanlar rızkı kazanmada inanç yönünden çeşit çeşittir... Kâfirler; rızkın yalnız çalışmaktan geldiğine inanır... Müşrikler; rızkın hem Allah’tan, hem de çalışmaktan geldiğini sanır. Münafıklar; rızkın Allah’tan geldiğini bilir  ama rızkı verir mi vermez mi endişe içindedir... Fâsıklar; rızkın Allahü teâlâdan geldiğine inanır ama, çalışırken Allah’a asi olur... Salih müminler; rızkın Allah’tan geldiğine ve çalışmanın, sebebe yapışmak olduğuna inanır. Çalışırken, Allahü teâlâya asi olmaz, haram işlemez...
            ***
Yavuz Sultan Selim Han Mısır’ı zaptettiği zaman, cuma namazını Ezher Camii'nde kıldı. Namazı kıldıran hatib için yüz altın bağışladı. Bunu önceden öğrenen hatib, o gün cuma namazını kıldırma sırası kendisinde olan diğer hatib arkadaşından izin almıştı...
Sırasını devreden hatib, diğer arkadaşının altınlara kavuştuğunu görünce, söylenmeye başladı. O sırada orada bulunan büyük âlim ve velilerden olan Abdülvehhâb-ı Şârânî hazretleri aralarına girip, sırasını veren hatibe;
"Üzülme! Allahü teâlâ bunu sana kısmet etmemiş" dedi. O da; "Rızkımın kesilmesine bu arkadaşım sebep olduğu için kızıyorum" dedi. İmâm-ı Şârânî hazretleri de; "O sebep oldu görünüyorsa da, aslında sebep o değildir. Arkadaşın ilahi kudretin bir aletidir. Aleti kim hareket ettiriyorsa, hüküm onundur. Yoksa aletin değildir... Senin böyle söylemen, sopa ile dövülüp de, sopayı vurana değil sopaya kızan adamın hâline benziyor. Hani sen her cuma hutbelerinde; “Vallahi veren de Allahü teâlâdır, alan da. Yükselten de Allahü teâlâdır, alçaltan da...” demez miydin? Şimdi niçin bunun tersine göre hareket ediyorsun?" deyince, o hatib;
"Üstadım! Bu sözler karşısında aciz kaldım. Hüccet ve ispatlarınla beni susturdun" diyerek oradan ayrıldı...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.