Aşkımızın değeri bu kadar mı?

A -
A +
''Feridun Ağabey, benim derdim bir türlü ikna edemediğim sevgilim. Onun beni ne kadar sevdiğini bilmiyorum ama ben onu deliler gibi seviyorum. Ama ne zaman bir araya gelsek iki kelime konuşmadan konu kavgaya çevriliyor. Bu konu burada biter diyerek çekip gidiyor. Ben o zaman elimden kaçıracağım diyerek kahroluyorum. Ama aradan yarım saat bile geçmeden telefon ederek 'bana kızdın mı?', 'beni affettin mi?' gibi mesajlarla geribildirim yapıyor. Benimle dalga geçer gibi beni makaraya alır gibi mesajlarla kendine bağlıyor. 'Sen ne zor aşksın!' diyorum.  'Beni çıldırtmak için mi bunları yapıyorsun'  diyorum. Her defasında yeminler ederek o an için stres içinde olduğunu filan söylüyor. Dayanamıyorum affediyorum. Her defasında affetmek için başka çareler buluyorum. Çünkü onu seviyorum. Hem de çok çok çok seviyorum… Niye seviyorum neden seviyorum bilemiyorum. Ama ben de onu aramadan, onu görmeden duramıyorum. Bu kız beni deli edecek ağabey… Ne onunla oluyor ne onsuz oluyor. Çıldırıyorum” diyen İzmir’den Fuat Erdal isimli okuyucumuz, anlaşılan siz birbirinizi sevdiğiniz kadar kendinizi birbirinizden daha çok seviyorsunuz!.. Naz çekmeyi ikiniz de bilmiyorsunuz. Oysa aşkın daha cazip olanının naz çekmek olduğunu aşkın üstatları anlatmıyorlar mı? Bir tanesini hatırlatmak yeter sanırım. Çölde nice zaman sonra Leyla Mecnun ile karşılaşınca diyor ki: “Benim bak Mecnun… Leyla’n geldi bak!..” Mecnun ne diyor Leyla’sına: “Eğer ben bensem sen Leyla olamazsın o da benim çünkü. Ama eğer sen Leyla isen o zaman bu içimdeki inleyen Mecnun’un ne anlamı var ki?''
 
 
Metrobüste kitap okurken fark ettim ki…
 
Feridun Ağabey, aracım olsa da ekonomik ve sosyal açıdan mümkün olduğunca toplu taşıma araçlarını tercih ediyorum. İstanbul’da araçlarda seyahat ederken bırakın kitap gazete vb. açıp okumayı, oturarak gidebilmek için bile insanlar ana duraklarda kuyruk yapıyorlar. Ayakta yer bulabilmek bile mesele. Bazen kendimizi otobüsün içine attığımızda paltonun kenarı dışarıda kalsa da umursamıyor hâlimize şükrediyoruz. Ama benim asıl değinmek istediğim farklı bir konu. Geçen sefer metrobüste kendime bir yer buldum, denk geldi ve oturdum. Ama bu defa yanımda bir de kitap vardı. Şöyle Avrupai tarzda olmasa da açayım biraz kitap okuyayım dedim. Başladım okumaya… O zaman iki şey dikkatimi çekti… Birincisi kitap okurken yanı başınızda sağınızda solunuzda kimi yolcuların dinledikleri müziğin sesi kulaklıktan da olsa dışarı taşıp beyninize parazit olarak saplanıyor… Kitaba odaklanmadığımda bunu fark etmemiştim. Esas fark ettiğim de kitap okurken otobüsün ne kadar sarsıldığı ve asfalt yolun ne kadar bozuk olduğuydu… Otobüs ne kadar çakır çukur yerlerden gidiyordu. Asfalt bitimleri, oluşmuş kasisler, asfalt yamaları vb. derken inanın elinizde kitap şöyle iki dakika sarsıntısız ilerlemiyordu otobüs… Bunu da kitaba odaklandığımda fark ettim ki bu yollarda bu güzelim araçlar mahvoluyor… Millî servet yıpranıyor. Bu insanlar tangır tungur yolda gidiyor. Bu inceliğin kim farkında olur bilmem ki. Saygılarımla...
             Saadet Melahat Tunagil-İstanbul
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.