Onlara tam da bu yaşta “anne” olmak gerekiyor

A -
A +
Feridun Ağabey evliyim, bir oğlum bir kızım var. Kızım devletin belirlediği kanunlar çerçevesinde reşit sayılıyor. Bu bilgi onlara hangi sosyal platformda hangi arkadaş grubunda hangi ortamda nasıl verildi ise bayağı etkilenmiş. Bir gün hastaneye giderken yolda telefonum çaldı. Arayan kızımdı. “Anne ben gidiyorum” diyordu. Nereye diye sorduğumda da “özgürüm ve sizin yanınızda kardeşimin kaprislerine ve sizlerin zor yaşantınıza dayanmak zorunda değilim!..” Bunu söylemek ne kadar kolaydı ama ben evladımı biliyorum daha hayatın ne olduğunu bilmeyecek yaşta bir yavrucaktı… Ona telefonda, öfkelenmeden sakin sakin anlattım. Hayatın hiçbir zaman kolay olmadığını ama zor da olmadığını anlattım. Hayatın sadece mevsimler gibi değişik dönemlerde değişik duygularla yaşanabileceğini anlattım. Bizim onsuz onun da bizsiz olduğunda asıl yalnızlığı tadacağını, insana özgürlükten daha çok acısını, sevincini, mutluluğunu ve yalnızlığını paylaşabileceği ortam lazım olduğunu söyledim...
Kızım telefonda ağlamaya başladı… Valizi elinde giden bir hâldeymiş… Şimdi ne yapmalıyım, diyordu, geri dönemem… “Dönme hemen… Gitmişken gittiğin şehirde halanlara git… Biraz yeni yerler görmüş olursun… Bir iki gün sonra da kafan dinlenmiş olarak gelirsin” dedim. “Anne iyi ki benim annemsin” diye sevindi… Telefonda rahatladığını hissettim. Halasını aradım… Durumu özetledim… Sürpriz yaşanmadı… Gerçekten de iki gün sonra geldi… Hiç suçlamadım, bilgim dâhilinde iki gün halasına ziyarete gitmiş olduğu için o da biraz mahcup olsa da kendini suçlu hissetmemişti…
Buradan annelere seslenmek istiyorum… Çocuklarınızı anlayın… Onlara talimat vermek yetmiyor… Onlara küsmek yetmiyor… Onları “ne hâlin varsa gör!” diye ötelemek yetmiyor… Kelimenin tam anlamıyla onlara “anne” olmak gerekiyor. Tam da bu yaşlarda anne olmak… Kırmadan dökmeden toplamak…
          Gülbüz Sultan T.-İstanbul
 
 
Bana bir şey olmaz demeyin, pişman olmayın…
 
Feridun Ağabey, bu yazdıklarım ne bir ihbardır ne bir şikâyettir. Anadolu’da vatandaşımızın yaşadığı çaresizliği ve sosyal anlamda yaşanan sıkıntıyı sayenizde kamuoyuna ulaştırmaktan ibarettir... Biraz da bu konuda sürekli vatandaşa yüklenenleri vicdana davet içindir. Ekranlara çıkıp vatandaş dikkat etmiyor diyenler içindir. Hatta konuyu vatandaşın cahilliğine yorumlayan bir kısım nobran aydınlaradır. Benim çok yakın bir akrabam köyde kendini iyi hissetmiyor. Yanına gelen misafiri de durumunu iyi görmüyor. Bunun üzerine kendisine koronavirüs testi yapılması için hastaneye telefon ediyor. Ne yapması gerektiğini soruyor. Kendisine “Tamam geleceğiz” diyorlar. Bir gün iki gün beş gün ne gelen var ne giden... Durumunu bu defa Sağlık Bakanlığı Şikâyet Hattını arayıp bildiriyor. Kendisine test için gelinmediğini ve çaresiz olduğunu belirtiyor. Bakanlık sağ olsun ilgili hastaneyi aradığında da bakanlığa “Efendim söz konusu kimsenin testi yapıldı, dosyaya konuldu” deniliyor. Ama akrabama gelip test yapıldığı filan yok. Konunu üzerine gitmeye devam edince de yerel sağlık görevlileri diyor ki: “Amca sen yaşlı adamsın. Köydesin. İlacını kullan köyde kal!..” Yani bu konuda kimin ne yapacağı nasıl çare bulunacağı, hastalara nasıl yetişileceği belli değil. Kimseyi suçlamak istemiyorum. Hatta bu konuda sağlık çalışanlarımızın elinden gelen gayreti gösterdiğine de yürekten inanıyorum. Şehirde insanlar sırada bekleşirken sağlık çalışanları gece gündüz evlerine bile gitmeden insanlara yetişmeye çalışırken köye korona testine nasıl gidecek? Ama durum böyle… “Bana bir şey olmaz, olursa da hastaneye giderim, yatarım, tedavi olurum” gibi duygulara kapılmayın. Durum hiç de tahmin ettiğiniz gibi değil… Ateş düştüğü yeri yakıyor… Tek çözüm kendinize dikkat edin!..
         Emekli öğretmen
 
  
Hadi gel köyümüze geri dönelim dedik ama…
 
Bu yazımız da köylerin bir başka mahrumiyetinden… Köylerin gittikçe yaşlanan nüfusa kaldığını, gençlerin artık şehirlere yöneldiğini ve yaşlı insanların da köyü “canlı” tutmaya yetmediğiyle ilgili… Diyor ki okuyucumuz:
“Eskiden gurbet yoktu. Köyde doğup büyüyüp, köyünde vefat ederdi insanlar. Eskiden köyde insanlar şimdi evinde hayvan beslemek gibi fantezi duygular bir yana evcil hayvanlarla kümes hayvanlarıyla iç içeydi… En fakirimizin evinde hanesinde elli yüz koyun olurdu. Şimdi bir hatırlı misafir geldiğinde ona ikram edecek bir kuzu için civar köylerden kuzu arar olduk. Eskiden köyde öğretmenler olurdu, köyü bilen köyden anlayan köy hayatını yaşayan ve çocuklara köylüye yaşatan… Şimdi öğretmen bile kalmadı…
Şimdi şehirlerde betonarme ev diyorlar. Elli senelik altmış senelik ömrü var… Köyde ağaçtan evlerimiz var ki yüz yıllık yüz elli yıllık… İçinde insan yok… Ağaç ıslanmazsa çürümez… Ben şehre gitmekle hata mı yaptım bilemiyorum. Çocuklarım şehirde büyüdü… İş güç sahibi oldular. Ben yaşlanıp emekli olup köyüme döndüğümde bir de baktım ki ardımda çocuklarım yok. Hepsi şehirde kaldı. Kimi doktor kimi öğretmen oldu ama hepsi şehirde kaldı. Hanımla ben şimdi koca koca evlerde sese soluğa hasret yaşıyoruz… Biz gittikten sonra kim gelir kim kalır bilemem ama zannetmiyorum gelen olsun. Keşke köylerimizi bırakmasaymışız, keşke köylerden elimizi ayağımızı kesmeseymişiz, diyorum. Çok pişmanım çok… Eski tarlalarımızı gezerken patateslerimizi, pancarlarımızı, kavunlarımızı karpuzlarımızı hatırlıyorum. Şimdi ne eken var ne biçen… Çok pişmanım çok…
        Ömer Tolun-Yozgat
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.