Eskiden ailelerin çocuk üzerinde otokontrolü vardı

A -
A +

Kıymetli Feridun ağabey; ismini size yazdığım ilimizde bir sağlıkçı olayı oluyor. Filyasyon ekibi görevini yaparken hasta yakınları tarafından darp ediliyor. Hâlâ caydırıcı olamıyoruz, zayıf kalıyor müdahaleler. Sonra ne oluyor? Sağlık Şube Başkanı bu olaylardan sonra “biz bir ekip kurduk gerekirse dayak atana biz de dayak atacağız” diyor. Durum nerelere vardı farkında mıyız? O iş yerini korur, baba kızını korumaya alır, ben eşimi korumaya alırım.

Eski karakolları eski komiserleri arıyorum. Caydırıcı olan karakolun önünden geçmeye korkardık bırakın suç işlemeyi. “Karakolun önündeki polis aracının aynasına çarpmayayım kırılır filan da Allah muhafaza sorguya alırlar” diye arkasından dolaştım 1979 senesinde. Ama şimdi, polisin yanında bile kavga devam ediyor. Neymiş insan hakları vs. Tamam da mağdur olan insan değil mi? Polis mağdur edenlerle mücadele edemezse asıl o zaman insan hakkı ihlal olmuyor mu?

Bir de eskiden aile otokontrolü vardı. Biz babamızdan çekinir akşam olmadan eve gelirdik. Dedemizin bulunduğu sofraya mutlaka oturmak gerektiğini bilirdik. Aile içinde hiyerarşi vardı.

Ama şimdi birileri hem suç işliyor, hem mağdur olan şikâyetçi olduğunda bir de şikâyetçiyi bulup hesap soruyorlar. Bu kimseler bu cesareti nasıl buluyor?

Bir durumda polis arandığında olay yerine geç intikal ediliyor. 155 çok detaylı bilgi almaya çalışıyor. Süre geçince de olaylar büyüyor. Hatta olay yerine polisten önce suçlunun kankaları gelip olaya müdahale edenler bile oluyor.

Hâlâ asker uğurlamalar yol kesmeler havaya ateş etmeler tünel içinde eylemler eğlenceler vb. devam ediyor… Neden caydırıcı değil? Sonuç kolluk birimleri zayıf kalırsa, her birim sağlık şube başkanı gibi kendi ekibini kurar. İş mi bu?

Yine de binlerce suçlu yakalanıyor gece gündüz demiyorlar. Rabbim onlara güç kuvvet versin. Onlar var ki evimizde sokakta rahatız. Allah devletime zeval vermesin. Çocuklarımıza zarar verilmesin. Hanımlar zarar görmesin. Mağdurlar zarar görmesin…

Kolluk birimlerine bu anlamda yetki verilmesi herhangi bir sıkıntı doğurmaz. Eylemler biraz dizginlenirler, diye düşünüyorum. Hamdolsun hiçbir olay karanlıkta kalmıyor, kuyumcu benzinci vs. her şeyi aydınlatıyor, devletim güçlü. Bizler de evlerimizde evlatlarımızı otokontrol yaparsak iyi olur çünkü disiplin evden başlar. Dua eder dua beklerim...

         Erdinç Işık

 

 

Munzur Suyu Elâzığ’a gelemez mi?

 

Türkiye’nin, 1980’lerden sonra artan, “Şehirleşme Sürecinde…” en büyük yanlışı, içme suyu ihtiyacını, “Yer altı sularından” sağlamasıdır! Bunun manası nedir? Doğanın dengelerini katletmektir! 81 vilayette de, maalesef; doğa diye bir şey bırakmadık! Hiç mi hiç acıma hissimiz olmadı! Şimdi ne oluyor, doğa bizlerden ‘intikam’ alıyor! Şehirlerimizde, yerleşim birimlerinde de “Verimli arazilerimizi” kullandık! Yıllar önce, ne yazmışsak, aynı şeyleri ‘tekrar…’ ediyoruz! Bizler, ‘tekrardan’ usandık; galiba, ‘yetkililer de…’ yanlışlardan usanmadı! Elâzığ için Munzur Suyu'nu… getirelim diyoruz! O su, bu şehre ‘doğal cazibesiyle…’ rahatlıkla getirilebilir! Ve yapılan harcamalar kendisini, “10-15 yıl içerisinde karşılar!” Her yıl Elâzığ Belediyesinin, su için harcadığı, ‘elektrik masrafı…’

10-12 milyon lira arasında… 15 yıl içerisinde, elektriğe ödenen miktar, 160-170 milyonu buluyor!

Sizler de, Munzur Suyu'nu 150-170 milyona rahatlıkla getirebilirsiniz! Ve Elazığ, çok sağlıklı ve temiz bir, “İçme Suyuna…” kavuşmuş olur!

         Bedrettin Keleştemur

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.