​İslami İlimlerin Doğuşu ve ENBİYANIN VÂRİSLERİ ÂLİMLER

A -
A +

Hadis-i şerifte meleklerin üzerlerine kanatlarını gerdikleri ve balıkların bile onlar için istigfar ettikleri âlimler, şüphesiz peygamberlerin vârisleri olan âlimlerdir. Veraset, maddi ve manevi özellikleri içinde bulundurmaktadır.

İslam dini, ilim üzerine kurulmuştur. İlk emri, “oku” olmuştur. Müslüman kadın ve erkeğe, ibadet ve görevlerini yapacak ve toplum hayatında fertler arasındaki hukuka riayet edebilmek için gerekli ilmi öğrenmeleri farz kılınmıştır. Onun için Müslümanlıkla cehalet, hiçbir zaman yan yana gelmez.
 
Âyet ve Hadislerde İlim
 
İlimle ilgili bazı âyet-i kerimeler şöyledir:
  •  (Resûlüm!) De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır. (Tâhâ,114)
  •  (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer, 9)
  •  Allah içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir. (Mücâdele,11)
  •  Allah'tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar. (Fâtır, 28)
İslam dininde her Mü’min ilim sahibidir. Kur’an-ı kerim’de “câhillik”, küfür ve sefihliğin karşılığı olarak kullanılmıştır (Bk. A’râf,199; Kasas, 55 ve Furkan, 63). Allahü teâlânın varlığına, birliğine inanan ve Resûlüne tâbi olan bütün Müslümanlar, İslam’ın teklif ettiği “ilm”e sahiptirler. İlmin bundan sonrası, eğitim ve öğretimle ilgilidir.
Konuyla ilgili bazı hadis-i şerifler de şöyle sıralanabilir:
  •  Allah, hakkında hayır murad ettiği kimseyi dinde fakih (âlim) kılar. (Buhârî, İlim 10)
  • Hidâyete davet eden kimseye, kendisine uyanların sevabı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. (Müslim, İlim 16)
  •  İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat. (Müslim, Vasiyyet 14)
  •  Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır. (Tirmizî, Zühd 14)
  •  Bir kimse, ilim elde etmek gayesiyle bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Melekler, memnun olduklarindan ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerdekiler, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah'tan mağfiret diler. (Tirmizî, İlim 19)
  •  Âlimin âbide üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. (Tirmizî, İlim 19)
  •  Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur. (Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19)
  • Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice insan vardır ki, o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve korur. (Tirmizî, İlim 7)
 
Kötü İlim Sahipleri
 
  •  Allahü teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri kabzedip ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim kalmaz. İnsanlar (âlim diyerek) bir kısım cahilleri (dini yanlış tanıtanları) kendilerine rehber edinirler. Onlara birtakım sorular sorulur; onlar da (hakikati) bilmedikleri (veya hakikate inanmadıkları) hâlde (yanlış) fetva verirler. Neticede hem kendileri dalâlete (sapkınlığa) düşer, hem de insanları (hakikatten) saptırırlar. (Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13)
  •  Kim kendisinde Allah'ın rızası aranan (dini) bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz. (Ebû Dâvûd, İlim 12)
  •  Bir kimseye bildiği (dini) bir konu sorulduğunda cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur. (Tirmizî, İlim 3)
  •  Kıyamete yakın yaşları genç niyetleri bozuk bazı kimseler çıkacak, bunlar Kur’ân okuyacaklar, fakat okudukları Kur’ân köprücük kemiklerinden aşağıya (kalplerine) geçmeyecektir. İnsanların en hayırlısı olan Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”in sözlerini söyleyecekler, fakat okun yaydan çıktığı gibi İslam dininden çıkacaklardır. (Dârimî, Fiten 22)
  • Kıyamete yakın karanlık gecenin parçaları gibi karışıklıklar ortaya çıkacaktır. O karışıklıklar içinde kişi, mü’min olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlayacaktır ve bazısı da akşama mü’min olarak girip sabaha kâfir olarak çıkacaktır. Bazı (din alanında çalışan) kişiler, (ehl-i kitapta olduğu gibi) dinlerini dünyalık (menfaat, makam ve unvan) karşılığında satacaklardır.” (Tirmizî, Fiten 30)
 
Vâris Olan Âlimler
 
Hadis-i şerifte meleklerin üzerlerine kanatlarını gerdikleri ve balıkların bile onlar için istigfar ettikleri âlimler, şüphesiz peygamberlerin vârisleri olan âlimlerdir. Veraset, maddi ve manevi özellikleri içinde bulundurmaktadır. Nasıl peygamberler yüce Allah’tan aldıkları vahyi hiç değişikliğe uğratmadan olduğu gibi insanlara tebliğ ile mükellefseler, bu âlimler de Hazret-i Peygamberden gelenleri, başta Kur’ân-ı kerim olmak üzere Hadis külliyatını olduğu gibi nakletmekle sorumludurlar.
Hak teâlânın dinini insanlara bildirme konusunda Peygamberler, hiçbir ücret talep etmemişlerdir.
Ayet-i kerimelerde buyruluyor:
Buna karşı (Allah’ın dinini tebliğ ettiğimden dolayı) sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak âlemlerin Rabbi Allah'tır. (Şuara, 180)
(Resûlüm!) Onlara de ki: Ben sizden (uyarı ve tebliğden dolayı) herhangi bir ücret istemiyorum. O ücret sizde kalsın. Benim ücretim ancak yüce Allah'a aittir. O her şeye şâhittir. (Sebe’, 47) 
Kitaplarında değişiklik yapan ve menfaat karşılığında “din”i satan Yahudi din adamlarının durumları ise, âyet-i kerime’de şöyle bildiriliyor: 
Veyl (şiddetli azap) o kimselere (olsun) ki, (değişiklik yaparak ve yalan katarak) kendi elleriyle Kitâb (Tevrât)’ı yazarlar (ve) az bir para (dünyalık) karşılığında satmak için (de), “Bu Allah’ın katındandır!” derler! (Son peygamber Muhammed “aleyhisselâm”ın geleceğine dair müjdeleri, ona ait Tevrât’taki özellikleri ve başka hükümlerini değiştirirler.) Ellerinin (Allah’ın indirdiği Tevrât hükümlerini değiştirip zıddını) yazdıklarından dolayı veyl (şiddetli azap), onlar içindir! (Rüşvet olarak hakkı verip bâtılı almak suretiyle) kazandıklarından dolayı (da) veyl (şiddetli azap), (yine) onlar içindir! (Bakara,79)
Hristiyanlarlarda da durum pek farklı değildir. Ruhban sınıfının liderleri, hakiki İncil’i bir tarafa bırakarak 100’lerce İncil üretmişler ve bunlardan 4’ünün kullanılmasına izin vermişlerdir.
Müslümanların ilim rehberlerine gelince, bunlar Ehl-i kitabın ruhban sınıfının aksine Kur’ân’ı ve dini muhafaza yönünde hareket etmişlerdir. Peygamber aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’ı kendileri için bir “üsve-i hasene” güzel bir örnek kabul eden sahâbe-i kiram, İslâm’ı tebliğ etme uğrunda hiçbir ücret talep etmeden, onu hiçbir değişikliğe uğratmadan ve bozmadan aynı peygamberlerinin yaptığı gibi İslam’ı insanlara doğru olarak ulaştırmışlardır. Hatta onu bütün dünyaya yayabilmek, Hakk’ı ve Allah’ın birliğini bütün insanlara duyurabilmek için menfaat ve rahatı değil, fedakârlık ve zorluğu tercih ederek hizmete ve cihada koşmuşlardır. 
 
Eshâb-ı Kiram
 
Hazret-i Peygamber’in yüce Allah’tan aldığı son din İslam’ı, “tebliğ” ve “tebyin/açıklama” konusunda dünya ve ahirete müteallik buyurduğu ve uyguladığı bütün söz ve hareketlerini gören, duyan ve hıfzeden Eshâb-ı Kiram, İslam âlimlerinin cümlesinin büyükleri ve üstadlarıdır. Bu, üstün, şerefli ve mübarek bir nesildir.
Bu “altın nesl”in vasıfları, hadis-i şeriflerde şöyle açıklanmıştır:
  •  İnsanların en hayırlısı benim asrım(da bulunan Eshâbım)dır. Sonra onlara yakın olanlardır (tâbiînler'dir). Sonra onlara yakın olanlardır (tebe’ı tâbiîn’dir). (Buhârî, Fadâilü Ashâb 1) 
  •  Eshâbımdan kimseye sövmeyin! Çünkü biriniz Uhud (dağı) kadar altın infak etse, onların bir ölçeğine veya yarısına (sevap bakımından) erişemez. (Müslim, Fadâilü Ashâb 45) 
  •  Eshâbım, gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayeti bulursunuz. (Beyhakî, el-Medhal, s.164)
  •  Yıldızlar, semânın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi semâya va’dolunan (takdir edilen) gelir. Ben ashâbım için bir emniyetim. Ben gittim mi, ashâbıma va’dolunanlar (mukadder olan fitneler) gelir. Ashâbım da ümmetim için bir emniyettir. Eshâbım gitti mi (onlara söven veya onları sevmeyen) ümmetime va’dolunan şeyler (her türlü küfür veya dalâlete düşme başlarına) gelir. (Müslim, Fadâilü Ashâb 51)
 
Vahiy Döneminde İlmin Yayılması
 
Hazret-i Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem”in hayatında ilmin yayılması; inzal olan (gelen) âyetlerin vahiy kâtipleri tarafından yazılması, bütün Müslümanlarca hıfzedilmesi ve ezberlenmesi başta olmak üzere Resûlüllah’ın görevi gereği İslam’ı; Akâid, İbadât, Muamelât, Münakâhat, Ahlâk gibi bütün yönleriyle açıklaması şeklinde oluyordu. Bu durum, şu şekilde özetlenebilir:
  •  Kur’ân-ı kerimin yazılması, okunması, ezberlenmesi ve başkalarına öğretilmesi.
  •  Hazret-i Peygamber’in din ve dünyaya ait bütün söyledikleri, yaptıkları ve takrirlerinin “Hadis Külliyatı’nın” uygulanması, ezberlenmesi ve başkalarına nakledilmesi.
Resûlüllah efendimiz, hadislerin nakledilmesi konusunda şuna dikkat çekmiştir:
Her kim benim hakkımda bilerek (söylemediğimi bana isnad ederek) yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın" (Buhâri,İlim 38)
 
Vahiy Kâtipleri
 
Hadis, Siyer ve Tabakat kitaplarında vahiy kâtiplerinin sayısı, 14, 43 ve 65 olarak geçmektedir. Bu isimler arasında; Hazret-i Ali, Hazret-i Osman, Zeyd bin Sâbit, Übey bin Kâ‘b, Abdullah bin Sa‘d, Muâviye bin Ebû Süfyân, Hâlid bin Saîd, Ebân bin Saîd, Alâ bin Hadramî, Hanzale bin Rebî' “radıyallahü anhüm” bulunmaktadır.
Bir âyet indiği zaman, bunun hangi sûrenin neresine konulacağını bizzat Resûl-i Ekrem bildiriyordu.
 
Kur’ân’ın cem’ (toplanma) ve tertibi  
 
Hazret-i Ebû Bekr, hilafeti döneminde Hazret-i Ömer’in uyarısıyla genç sahâbi Zeyd b. Sâbit’i Kur’ân âyetlerinin toplanması konusunda görevlendirdi. Hazret-i Zeyd, büyük bir hassasiyetle vazifesini tamamlayarak âyetler, iki kap arasında “Mushaf” hâline geldi. Böylece Kur’ân’ın zayi olmasının önüne geçilmiş oldu.
Bu Mushaf, vefatına kadar Hazret-i Ebû Bekir'de kaldı, sonra Hazret-i Ömer'e intikal etti, sonra da kızı Hazret-i Hafsa'ya emanet edildi.
Hazret-i Osman döneminde Halife’nin talimatıyla Hazret-i Hafsa’nın emanetinde bulunan bu Mushaf, Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Zübeyr, Saîd bin Âs, Abdurrahmân bin Hâris’ten meydana gelen dört kişilik bir heyet tarafından istinsah edildi (çoğaltıldı) ve Mekke ve Medine başta olmak üzere belli başlı yerleşim merkezlerine gönderildi.
 
Sûre ve âyetlerin tertibi
 
İcma' ve naslara göre âyetlerin tertibi, “tevkîfî”dir (vahye dayanmaktadır). Bunda en ufak bir şüphe yoktur. Zerkeşî, el-Burhân’ında bunu açıkça kaydetmektedir.
Sûrelerin tertibiyle ilgili “Sahâbenin icmâ’ı ile olmuştur” gibi farklı nakiller varsa da İbnu'l-Hassar, Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud ve İ. Mâlik’ten gelen rivâyetlere göre sûrelerin tertibi de “tevkîfî”dir.
Böylece Kur’ân-ı Kerim, Resûlüllah'tan işitildiği gibi aynen tertip edilmiş ve Mütevâtir olarak bugüne kadar gelmiştir. (Bk. Suyûtî, İtkân, Kur’ân’ın Cem’ ve Tertibi)
 
Eshâb-ı Suffe
 
Medine’de Mescid-i Nebevî’ye bitişik bir bölümde kalan, ihtiyaçları Resûl-i Ekrem ve zengin sahâbîler tarafından karşılanan, daha ziyade kimsesiz, fakir ve misafir sahâbîlerden meydana gelen kişilere Ehl-i suffe veya Eshâb-ı suffe denilirdi. Bunlar sadece ilimle meşgul oluyorlardı. Kur’ân okuyorlar, ezberliyorlar ve başkalarına öğretiyorlardı. Diğer bir çalışma alanları da Sünnet ve Hadisler üzerinde müzakereler yapmak ve ezberlemekti. Sayıları, 100 civarındaydı.
Ehl-i Suffe, zaman zaman azalıp çoğalıyordu. Hocaları, Peygamber aleyhisselâm’dı. Ebû Hüreyre, Abdullah bin Ömer, Ubey bin Ka‘b, Muâz bin Cebel, Ebu'd-Derdâ, Abdullah bin Mes‘ûd “radıyallahü anhüm” gibi birçok sahâbî, Suffe’de yetişmiştir. Suffe, İslam’da ilk eğitim kurumudur.
 
 
  
******************
Mescid-i Nebevî-Medine
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.