“İslam’ın Değiştirilmesi” Konuşulurken “Mezhep Taklidi”ni Gündeme Getirmek Acaba Hedef Saptırma mıdır?

A -
A +
c.ahmetakisik@gmail.com
 
Son yıllarda, bazı zorluk ve sıkıntılarla karşılaşan Müslüman kardeşlerimiz, haram işlememek ya da “namazı geciktirme” günahını azaltmak maksadıyla yine Ehl-i Sünnet âlimlerinin fetva ve tavsiyeleri doğrultusunda “Cumhur”ca onaylanan ve 1200-1300 seneden beri yaygın şekilde uygulanmakta olan Dört Mezhep -Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî-’den birine uyarak/tâbi olarak ibadetlerini yapmaktadırlar.
Dört Mezhep’ten birinde -meselâ Hanefî’de- olup diğer üç mezhepten birine göre müşkilini/zorluğunu gidermek isteyen kişi, “belli bir konu”da bir mezhebi -melelâ Mâlikî’yi veya Şâfiî’yi- taklid edebilir. Ancak bunun bazı şart ve kuralları vardır. Genel olarak bu kuralların çerçevesi, o mezhepte o konu ile ilgili ibadetlerin farzlarını yapmak ve müfsidlerinden kaçınmak şeklindedir.
 
KONU İLE İLGİLİ KAVRAMLARI
 
Taklid konusunda Ehl-i Sünnet literatüründe/temel kaynaklarında şu tabirler, bulunmaktadır:
Mukallid: Kuralları çerçevesinde Sünnî bir mezhebi veya Mutlak Müctehid bir imamı taklid eden/ona uyan kişidir. Taklid, genelde olduğu gibi, özelde/bir konuda da olur. Sünnîler; amelde/Fıkıh’ta Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî imamlarını, Akâid’te de İmam-ı Mâturîdî ve İmam-ı Eş’arî’yi taklid ederler, onlara uyarlar. Taklid, şer’an câizdir, hatta mukallid mükellef durumunda olanlar için vâciptir.
Müctehid, ictihad eden kişidir. İctihadın usûl ve erkânı, Hicrî 2., 3. ve kısmen 4. Asırlarda  Mutlak Müctehidlerce tespit edilmiş ve açıklanmıştır.  Bu durumda İmam-ı Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed bile Mutlak Müctehid addedilmemiştir. Kaldı ki, bunların ictihadları çok yaygındır. Hatta ülkemizde ve birçok İslam ülkesinde bu imamların içtihadına göre ikindi ezanları okunmaktadır. Müctehid olmayan kişi, Mukallid’tir. Allâme olan İmam-ı Gazalî ve İmam-ı Suyûtî dahi, Şafiî mezhebine bağlı kalarak kitap yazmış ve fetva vermişlerdir.
Şer’î ilimlerde İmam, yüksek derecede âlim, demektir. Bugünkü Üniversitelerdeki kariyer basamakları olan unvanlarla eşitlenemeyecek derecede ilmî muhteva ve yüksekliği ifade eder.
Telfik: Bir mezhebe bağlı kalmadan Mezheplerin kolay taraflarına göre hareket etmedir. Ancak, bu davranış biçimi, âlimlerce mezmûmdur/kötülenmiştir.
 
MÜCTEHİD VE ÂLİMLERİN SINIFLARI
 
Ehl-i Sünnet âlimlerine göre, Müctehid ve Âlimlerin sınıfları, şöyle açıklanmıştır:
1. Mutlak müctehid: Usulde ve furû’da başka bir müctehidi, taklid etmeyip, dinde mutlak ictihad sahibi müctehidtir. Dört Mezhep imamı gibi.
2. Mezhepte müctehid: Doğrudan dinî delillerden ahkâm istinbatı salâhiyeti olmakla beraber, tabi olduğu mezhep imamının usûl ve kaideleri üzere hareket ederek, onun ictihad yolunu tutan müctehidtir. İmam-ı Ebû Yusuf, İmam-ı Muhammed, Züfer, Hasan ibn Ziyad bunlardandır.
3. Mes’elede müctehid: Mezhep sahibinin hakkında hüküm belirtmediği
mes’elelerde ictihad eden müctehidtir. Mezhep imamlarının fetvalarına muhalif bir re’yde bulunmazlar. Hassâf, Tahâvî, Kerhî, Şemsü’l-eimme Halvanî, Serahsî, Fahru’l-İslâm Pezdevî, Kâdıhan, Hulâsatu’l-feteva sahibi Tahir Ahmed İftihâru’d-dîn el-Buharî, Muhîtü’l-burhanî sahibi Burhânü’d-dîn Ahmed ibn Abdilaziz ibn Abdilaziz ibn Maze ve bunların babaları Burhânu’l-eimme Abdülaziz, bunlardandır.
 4. Tahric Erbâbı: Bunlar ictihad edemezler; ancak mezhebin usûl ve kaidelerini iyi kavramış olduklarından, mezhep müctehidlerinden naklolup da, birkaç türlü anlaşılma ihtimali olan bir kavli açıklarlar. Aynı şekilde, mezhepte, haklarında hüküm bulunmayan yeni mes’elelerin hükümlerini, mezhebin usûl ve kaidelerine göre, bulup çıkarırlar. Ahmed el-Cessas, Ebu Bekr er-Razî ve onun talebesinden Ebu Abdillah Curcanî bunlardandır.
5. Tercih Erbâbı: Mezhep imamlarının bir mes’ele hakkında muhtelif re’y ve kavillerinden birini diğerine tercih etme kudretine sahip fakihlerdir. Bunlar delilleri incelmeye ehildirler. Bu tercih işini yaparken, evlâ, esah, erfak gibi tabirler kullanırlar. Ebu’l-Hasen el-Kudurî, Burhanu’d-dîn Mergınanî, Kemâlüddin ibn Hümâm tercih ehlinden sayılırlar. Ancak bazısı bu üç âlimi, mes’elede müctehid sınıfında kabul eder.
6. Eshâb-ı Temyiz: Tercih edecek kudretleri olmayıp, yalnız mezhepteki zahir-i mezheb ile nâdir-i rivayetleri; akvâ ile kavî ve zaîf’i, birbirinden ayırt edebilecek iktidarda olan fakihlerdir. Bunlar, delilleri, mes’eleleri açıklama hususunda tercih ehli gibi, muktedir olamadıklarından, muhtelif kavilleri yekdiğerine tercih etmezler; ancak mezhebin ana kitaplarını iyice mütalâa ettiklerinden, kimin reyi olduğu açıklanmayan çeşitli kavillerden, hangilerinin zâhir-i mezheb, hangilerinin nevâdirden; bunlardan hangilerinin tahric veya tercih edilen kavillerden olduklarını temyiz ederler.
Temyiz ehli, hem delilde, hem de hükümde mukallidtir. Tercih erbabı ise, yalnız delilde mukallidtirler.
7. Sırf Mukallid: Bunların ictihad ehliyetleri olmadığı gibi, kavilleri tercih ve temyiz de edemezler. Binlerce fıkıh meselesini ezberlemiş ve ayırım yapmaksızın eserlerine almışlardır. (Kaynak: İbn Âbidîn, Muhammed Emin, Reddü’l-muhtâr, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1307, s. I, 71-72; Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukuku, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.173 vd.)
Reddü’l-muhtar sahibi İbn Âbidin, bu sınıfta düşünülebilir.
 
MEZHEP TAKLİDİYLE İLGİLİ ÖRNEKLER
 
Hanefî bir Müslüman, gençlik yıllarında hiç namaz kılmamış veya ara sıra kılmış olsun. Namaz kılmak, her âkıl bâliğ kadın/erkek her Müslümana farzdır. Bu kişinin bir işte çalıştığını düşünelim. Günlük işe gitme-gelme ve mesaisi olacaktır. Namaza başlamıştır. Yemek ve çay saatlerini, namaz vakitlerine göre ayarlamakta ve namazlarını kazaya bırakmamaya çalışmaktadır. Bu bir öğrenci, öğretmen, sekreter, memur, öğretim üyesi, müdür, doktor, hemşire, mühendis; tarlada, bahçede çalışan bir işçi olabilir. Kaza borçları vardır. Senelerce namaz kılmamıştır. Bir an önce bu borçlardan kurtulması gerekmektedir. Mesai dışında boş vakitlerinde çok az kaza kılabilmekte veya hiç kılamamaktadır. Böyle düşünelim.
Şimdi bu Hanefî kişi, namaz borçlarını nasıl ödeyecektir? Problem bu?
Bu konuda İslam âlimleri imdada yetişiyor. Kendi mezhebinde çözüm varsa, onu uygular. Eğer yoksa, diğer üç Mezhebe göre çözüm arar. Kaldı ki, Hanefi mezhebinde son devir âlimlerinin fetvalarına göre -başka bir mezhebi taklid etmeden- süratle kaza borçlarını öder. Şöyle ki:
Formül şu: Şünnet makamında o vaktin farzını kaza etmek. Örneklerle açıklayalım:
Sabah namazı: 2 rek’at sünnet, 2 rek’at farz. Sabah namazının sünnetine bazı âlimler vacip demişlerdir. -Mutlak Müctehid Hasan-ı Basrî hazretleri gibi. Dört Mezhep imamından önce birçok Mutlak Müctehid gelmiştir. Fakat mezhepleri devam etmemiştir.- Onun için bu sünnet namazını, kazaya niyetlenmeden sünnet olarak kılar.
Öğle namazı: 4 rek’at, sünnet, 4 rek’at, farz, 2 rek’at son sünnet. 4 rek’at, sünneti kılacağı zaman, “niyet ettim Allah için kazaya kalan en evvelki öğle namazımın farzını kılmaya” der. 4 rek’at, farzı kılar. 2 rek’at son sünneti kılacağı zaman, “niyet ettim Allah için kazaya kalan en evvelki sabah namazımın farzını kılmaya” der.
İkindi namazı: 4 rek’at, sünnet, 4 rek’at farz. 4 sünnet, kılacağı zaman, “niyet ettim Allah için kazaya kalan en evvelki ikindi namazımın farzını kılmaya” der.  4 rek’at farzı kılar.
Akşam namazı: 3 rek’at, farz, 2 rek’at sünnet. Önce farz kılınır. 2 rek’at, sünnet kılacağı zaman, “niyet ettim Allah için kazaya kalan en evvelki akşam namazımın farzını kılmaya” der ve 3 rek’at kaza kılar.
Yatsı namazı: 4 rek’at, sünnet, 4 rek’at, farz, 2 rek’at son sünnet ve 3 rek’at salât-ı vitir’den meydana gelmektedir. 4 rek’at, sünnet, kılacağı zaman, “niyet ettim Allah için kazaya kalan en evvelki yatsı namazımın farzını kılmaya” der. 4 rek’at, farz kılar. 2 rek’at, son sünnet, kılacağı zaman, “niyet ettim Allah için kazaya kalan en evvelki vitir namazımı kılmaya” der ve 3 rek’at, vitir kazası kılar. -Vacipler de kaza edilir.- Sonra, 3 rek’at, o günkü vitir namazını kılar.
Böylece her gün, hem beş vakit namazını kılmış, ayrıca bir günlük namaz kaza borcunu da ödemiş olur.
Peki, bu durumda hareket eden bir kişi, sünnetleri terk etmiş olmaz mı? Hayır, terk etmiş olmaz. Çünkü:
1. Bütün âlimlerin Arabî Fıkıh kitaplarında yazıyor ki, bir kimse sünnet namazı kılarken “niyet ettim, meselâ öğle namazının sünnetini kılmaya” diyerek, sünnet kelimesini söylemesi, şart değildir. “Niyet ettim Allah için namaz kılmaya” dese, sünnet kılmış olur mu? El-cevap, elbette olur. Ama söylemesinin bir zararı olmaz.
2. Peygamber efendimizin, fiilî, kavlî ve takrirî olmak üzere, üç çeşit sünneti vardır. Bir kimse, sünnet namazı makamında/yerinde, kaza kılsa, fiilî sünnet, yerine geldiğinden, o kişi, sünneti terk etmiş olmaz. Çünkü Peygamber aleyhisselam gibi o makamda namaz kılmıştır. Önemli olan ona ittiba/uymadır. Bir Müslüman her hareketinde ona uymayı kalbinde taşımalıdır. Namaz kılarken, eve girerken, yemekten önce elleri yıkarken, besmele ile başlarken, sağ eliyle yerken, bitince el-hamdülillah derken, suyu üç nefeste içerken, namazın sonunda tesbihleri çekerken, dua ederken, hulâsa her hayırlı ve mubah işte, besmele çekerken, hep niyetinde/kalbinde Resûlüllah’a ittiba/uyma olmalıdır.
Bu şekilde hareket eden bir kişi, -bunları sünnet olarak yapıyorum demediği hâlde, fakat kalbinde ona uyma olduğu için- sünnet yerine gelmiş ve yapılmış olmaktadır. Resûlüllah’a uyma, Allah’a itâattır (Al-i İmrân, 31-32). Çünkü o, örnek olarak gönderilmiştir (Mümtehıne, 4).
Ancak şu anda İslam toplumlarının en büyük kâbusu, Kur’an’a, Resûlüllah’a ve İslam âlimlerine yapılan planlı ve programlı saldırılardır.
 
İSLAMÎ KAVRAMLARIN TAHRİFİ
 
19. yüzyılın sonlarında bütün İslam ülkelerinde genelde Ehl-i Sünnet karşılığında aşağılamak için kullanılan Geleneksel İslam, Oryantalistler ve temsilcileri tarafından organize bir şekilde tahrif, tahrip, tahkir ve tezyif bombardımanına tabi tutulmuştur. Arabistan’da Vehhabîlik zuhur etmiş, Mısır’da Afganî-Abdüh-R.Rıza hareketi baş göstermiş ve Türkiye’de İttihad ve Terakki’nin dinsel kanadı, mevcut İslamî uygulamanın karşısında yer almıştır. Sonra kaderi inkâr eden Mevdudî, Vehhâbî kuruluşu Râbıtatü'l-âlemi'l-İslâmî’nin kurucu üyesi olmuştur. Afganî, Mısır’da  resmen mason locasını kumuş ve Modernist arkadaşlarıyla birlikte, Sünnî İslam’ın karşısına geçmiştir. R. Rıza, Ehl-i Sünnet ve Osmanlı Türkleri aleyhine bir kitap yazmış, bu kitap Türkçe’ye çevrilmiş ve sadeleştirmesini Hayrettin Karaman yapmıştır. Hayrettin Karaman, ayrıca mason, C. Afgani’yi Müceddid ilan etmiştir (bk. DİA, Afganî mad.). -Belki Müfsid diyeceği yerde, Müceddid diyerek, sürç-i lisan etmiştir.
-Mevdudî ve İbn Teymiyye’ye kol kanat germiştir.
Ancak Hayrettin Karaman’ın, bütün bu Sünnî İslam karşıtlığı yanında bir fikri ve iddiası var ki, insana “pes” dedirtiyor. O da şudur: Her doktorası olan, içtihad etmiştir. O, Müctehittir. Bu fikri(!) ile Zekeriya Beyaz’ı çook gerilerde bırakmış görünüyor. O, kurbanlık olarak, “horoz”u önermişti.
Karaman hoca, kendisi de çok  iyi biliyor ki, zamanımızda ilahiyat alanında doktora yapanların bazısı, Fatiha’yı doğru dürüst okuyamazlar. Namaz durumları, açıklamaya gerek yok, hepimizce biliniyor. İçlerinde Kur’ân’ı eleştirenler var. “Kur’ân Bize Yeter” diyerek, Resûlüllah’ı devreden çıkaranlar, var. Kur’ân Müslümanlığı diyerek, Hadisleri inkâr edenler, var. Vahye ve Cebrâil aleyhisselam’a inanmayan Fazlurrahmancılar, var. Müslüman olmadan Ehl-i Kitab’ı, cennete koyanlar, var…
Bunlar mı, ictihad yapacaklar!
Doktora yapan, özgün bir çalışma yapmıştır. Çalıştığı alanla ilgili belli araştırma kuralları çerçevesinde bir değerlendirmede bulunmuştur. O kadar.
İctihad, İslamî/Şer’î bir ıstılahtır. Terim olan “İctihad”a sözlük anlamı vermeye kalkarsak, Z. Beyaz misali kurbanlık “horoz”a varırız. Fikrî çalışma yapan, cehd etmektedir, ama “Müctehid”, değildir. Birine bir şey öğreten, kavram olarak “öğretmen” değildir. Her doktorun, her araştırma merkezinin üzerinde çalıştığı terkip, “ilaç” değildir.
Allah’ın dalâlete düşürdüğü bir kişiyi, kimse hidayete erdiremez. (Nahl, 37)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.