“Samsun İlahiyat”ta “Ilımlı İslam” Patentli Sünnî İslam’a Karşı “Sapkın Din” Anlayışı

A -
A +

İslam’ın tahrif, tahrip, tezyif ve tebdil şeklini, bizlere saf, duru, gerçek İslam gibi sunabilirler. Eğer Müslümanın elinde sağlam bir ölçü “Sünnî el-ürvatü’l-vüska/sağlam kulp” yoksa, Afganî’nın Paris menşeli Şeytanî “el-ürvatü’l-vüska”sına kolayca sarılabilir. Rengine aldanarak bal şerbeti yerine necis bir şey “urine” içebilirler.

 

 

 

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) İlahiyat Fakültesi’nde bazı öğretim üyeleri, yaklaşık 1500 yıllık İslam Külliyatı’nın Kur’an, Hadis, Akâid ve Fıkıh gibi ana esaslarını hedef alarak, internette çeşitli platformlarda, TV’lerde, dernek toplantılarında ve özel videolarda eleştirmekte, zaman zaman inkâra gitmektedirler. Konuşma ve söylemlerinde bilim dilinin dışına çıkarak “konu”yu iddia ve ideolojiye taşıdıkları görülmektedir. Hâlbuki bilimsel çalışma ve konuşmalarda önce “konu” ile ilgili bir durum tespiti yapılır. Mevcut inanç veya bilgi ortaya konur. Sonunda da şayet mevcut bilgiye katılmıyorsa, “ben bu inançta değilim ve bu konudaki bilgiye de inanmıyorum” derse, bilimsel davranışta bulunmuş olur. Eğer bir konuya eleştiri ve inkârla girerse, o bilim insanı değil, bir ideoloji sapkını olmuş olur. Bu durumda onun dağdaki teröristten farkı kalmaz. İdeolojiler, farklı görüş ve alternatiflere izin verilmez. Çoğu zaman hedef aldığı esasın ismini dahi söylemez, gizler ve saklı tutar. Kendileri için bir “doğru(!)” belirlenmiştir. Sanki o doğru, kendi fikri, inancı ve buluşu imiş gibi onu hararetle müdafaa eder. Hâlbuki önerdiği ve savunduğu o inanç, o fikir, Oryantalist bir İslam düşmanının, bir Misyonerin, bir Masonun, bir küfür veya dalâlet fırkasının görüşüdür. Genellikle bütün Modernist İslamcıların görüş ve tutumları bu yöndedir.
Evet, bu tespit bize şunu gösteriyor ki, dinî alanda çalışma yapanlar, küresel bir yanlışın, bir bâtılın ve bir fitnenin fikrî bağımlısı/militanı olabilirler. Bilim sahtekârlığı yaparak, doğruyu, yanlış; hakikati batıl; iyiyi kötü tanıtabilirler. Hatta kısaca İslam’ın tahrif, tahrip, tezyif ve tebdil şeklini, bizlere saf, duru, gerçek İslam gibi sunabilirler. Eğer Müslümanın elinde sağlam bir ölçü “Sünnî el-ürvatü’l-vüska/sağlam kulp” yoksa, Afganî’nın Paris menşeli Şeytanî “el-ürvatü’l-vüska”sına kolayca sarılabilir. Rengine aldanarak bal şerbeti yerine necis bir şey “urine” içebilirler.
Şimdi İslam’ın esaslarını tahrif ve tebdil etmeyi hedef alan bazı görüşler, şu başlıklar altında ele alınabilir:
 
Kabir Azabı
 
Yanlış: Kabir sorgusu ve azabı yoktur. Sorgu Ahiret’te olacaktır. Fatiha suresinin 4. âyeti sorgunun Ahiret’te olacağını göstermektedir (Mehmet okuyan). 
Doğrusu: Ehl-i Sünnete göre, kabir azabı vardır ve haktır (Buhârî, Cenâiz 86) İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek kendisine gelerek soru soracaklar, iman ve güzel amel sahipleri bu sorulara doğru cevaplar verecekler ve kendilerine cennet kapıları açılarak cennet gösterilecektir. Kâfir ve Münafıklar ise bu sorulara doğru cevap veremeyecek, onlara da cehennem kapıları açılacak ve cehennem gösterilecektir. Kâfirler ve Münafıklar, kabirde acı ve sıkıntı içinde azap görürlerken, Mü’minler nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdir (Tirmizî, Cenâiz 71).
Materyalist İlâhiyatçılar, kabir azabına inanmazlar.
 
Kadere İman
 
Yanlış: Bana “kaderi inkâr ediyor” diyorlar. Benim ağzımdan böyle bir şey çıktı mı? Hayır. Kur’an’ın anlattığı kader, Allah’ın ilim ve kudret sıfatıdır. Kader, ölçü, demektir. Alınyazısı, böyle bir şey yok. Eğer bir kimse, Mü’min veya kâfir olarak yazılmışsa -ki böyle bir yazı yok- biz neyin mücadelesini yapıyoruz? Böyle bir adalet, böyle bir din olur mu? Kader, bizim irademizdir (Mehmet Okuyan).
Doğrusu: Sünnî İslam’da kader, yüce Allah’ın varlık âleminde olacak, olmayacak ve sonradan değişecek bir şeyi ezelî ilmiyle bilmesi ve Levh-ı Mahfûz’da yazmasıdır. Kaderin kazâ-i mübrem ve kaza-i muallâk çeşitleri vardır. Kaderle ilgili birçok âyet-i kerime mevcuttur (Tevbe,51; Kamer,49; Hadîd,22). Cibrîl hadisi olarak bilinen (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1) hadis-i şerifte, imanın 6 esası açıklanmaktadır. Ehl-i Sünnet’in bütün Akâid kitaplarında kadere iman, bir şart/farz olarak belirlenmiştir.
Mu’tezile mezhebi, Sünnî âlimlerin açıkladıkları kaderi inkâr ederler. Modernist İslamcıların hiçbiri, “Sünnî kader”e inanmaz.
 
Kur’ân’da nesih
 
Yanlış: Nesih, silmek, iptal etmek, hükmünü kaldırmak demektir. Terim olarak Kurân’daki Şer’î ahkâm’ın şer’î bir delille kaldırılmasıdır. Allahü teâlâ, kaldıracağı bir hükmü, böyle kısa bir süre için niye kaldırsın? Allah, önceden belirlediği bir hükmü sonradan kaldırmaz. Şeriatlar arasında daha önce belirlenen bir hüküm, sonradan gelen Seriatlar tarafından iptal edilmez. Allah yap dediğini, sonra yasaklamaz, öyle bir şey olmaz (Mehmet Okuyan).
Doğrusu: İddia tamamen temelsiz ve asılsızdır. Çünkü Kur’an-ı kerim’de açık nesih âyeti vardır (Bakara,106). Bu âyette yüce Allah, dilersek bir âyetin hükmünü başka bir âyetle değiştiririz, buyuruyor. O Allah, her şeye kâdirdir, dilediğini yapar. Hiçbir güç, O’nun iradesinin önüne geçemez.
Mu’tezile mezhebi, neshe karşıdır. Ehl-i Sünnet, nesh, caiz ve vâkidir, der. Bu günkü hukukta bile, bir hükmü koyan irade, dilediğinde onu kaldırır veya değiştirir. Nesih konusunda Hak teâlâ’nın ulûhiyetini nakzeden bir durum yoktur. O, kâdir-i mutlaktır.
Modernist Mu’tezilî ilahiyatçılar, neshe karşıdırlar.
 
Mi’rac Mu’cizesi
 
Yanlış: Kur’an’da Mi’rac’ın “M”sine bile işaret yoktur. Kur’an’da İsra vardır. O da rüyadan ibarettir. İsra suresinin 60. âyeti buna delildir. Başka bir konuşmasında da ruhîdir, diyor. Bu Kitap/Kur’an sana yetmiyor, seni mutlu etmiyor mu ki, gidiyor, rivayetlere (hadislere) inanıyorsun? Necm suresinde geçen sidre-i münteha, dünyadadır. Cennet, bahçe, sidre de ağaç demektir. Dünyada bir bahçe içinde bir ağacın yanında Cebrâil’i görmüştür. Bildiğimiz Cennet, Âhiret’tedir (Mehmet Okuyan).
İsrâ, tamam, fakat Mi’rac, tamamen uydurmadır. Mi’rac ile ilgilenenlere -o ne muhteşem!- kimin tarafından yazıldığı belli olmasa da Zerdüştîliğin/Ateşe tapanların kutsal kitabı Avesta’yı (MÖ.VII) okumalarını tavsiye ederiz (İsrafil Balcı ve Mustafa İslamoğlu).
Doğrusu: Ehl-i Sünnet’te İsrâ ve Mi’rac haktır, gerçektir. Peygamber Efendimiz, ruh ve beden birlikte bu mübarek yolculuğu yapmıştır. Rüyada veya sadece ruhen olmamıştır. İsrâ, âyet (İsrâ suresi, 1) ile Mi’rac da hadis ile (Buhârî, Salât 1) ve Necm suresinin ilk âyetleriyle işareten sabittir. Ayette geçen Sidre-i Münteha (Necm,14) semadadır.
İsrâ ve Mi’rac, bir mu’cizedir. Mu’cizeler -adları üzerinde- insanı âciz bırakan olaylardır. Yüce Allah’ın dünyada hâkim kıldığı ve insanların bildiği ve yaşadığı şartlara aykırı olarak Allah tarafından yaratılır. Mu’cizeler, peygamberlerde görülür. Kur’an-ı kerim’de çeşitli peygamberlere âit mu’cizeler, anlatılmaktadır. Hepsi, varlık âleminde görülen fizikî kanunlar dışında zuhur etmiştir. 
Buna göre mu’cizeleri içinde yaşadığımız fizik ve determinizm kalıpları içinde düşünmek ve değerlendirmek son derece yanlıştır.
Misyoner Oryantalistler, İsrâ ve Mi’rac olayına inanmaları şöyle dursun. İslam’a, Kur’an’a ve Peygamberimizin nübüvvetine inanmazlar. Materyalist ilahiyatçılar da Mi’rac’a, fiten haberlere, gelecekle ilgili ve hüküm koyan hadislere inanmazlar. Hüküm bildiren âyetleri de Seküler anlayış çerçevesinde te’vil ederler.
 
Cehennem’e Giren
 
Yanlış: Gayet net söylüyorum Cehennem’e giren bir daha çıkamaz (Mehmet Okuyan).
Doğrusu: Gayb ile ilgili bu hüküm, İslam dininin esaslarına aykırıdır. Çünkü İslam’da gayb ile ilgili konularda -Usûl İlmi’ne göre- akıl yürütülmez, ictihad yapılmaz. O konuda  âyet, hadis, sahâbî sözü gibi bir naklin olup olmadığına bakılır. Eğer böyle bir yol/yöntem izlenmezse, o fikir veya iddia, dalâlet/sapkınlık kabul edilir. Kaldı ki, Cehennem’e gireceklerle ilgili birçok âyet olduğu gibi, girip çıkacaklarla ilgili hadisler de vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:
Ümmetimden bir grup benim şefaatimle Cehennem’den çıkarılacaklardır (Buhârî, Rıkak 17; İbn Mâce, Zühd 27)
Tevhid inancına sahip (Mü’min/Mü’mine) fakat günahkâr olanlar, Cehennem’de azap görecekler ve kömür gibi olacaklardır. Sonra kendilerine rahmet ulaşacak ve Cehennem’den çıkarılacaklardır (Tirmizî, Cehennem’in Özellikleri 10).
Materyalist ilahiyatçılar, Tefsir, Hadis ve Fıkıh Usûlü’nü kullanmazlar. Eğer kullanmış olsalar, Sünnî âlimlerin vardıkları sonuçlara varacak, dalâlete düşmeyecek ve Ehl-i Sünnet olacaklardır. Fakat yanlış saplantı içinde olduklarından mantıkları da yanlış olmaktadır.
 
HAZRET-İ ÂDEM VE HAZRET-İ HAVVA
 
Yanlış: Erkek, nereden yaratılmışsa, kadın da oradan yaratılmıştır. Hazret-i Havva, Hazret-i Âdem(in kaburga kemiğin)den yaratılmamıştır.
Melekler, çamurdan bir heykel yaptı da sonra ona ruh, üfürüldü… Bunları geçin, bunlar saçma!
Havva, defalarda ikiz doğurmuş -bir erkek ve bir kız- bu ikizler, farklı doğumlardaki ikizlerle evlenerek üreme/türeme olmuştur. Bu yanlış ve tamamen asılsızdır. Böyle bir şey olmaz. Kardeşler evlenemez (Mehmet Okuyan).
Doğrusu: Bu konuyla ilgili âyet-i kerime şöyledir:
Ey insanlar! Sizi “bir tek nefis”ten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip kabileler ve boylar hâlinde) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının (Nisâ suresi,1 “Diyanet Meali”).
Cumhûr-ı ulemâ, bu âyette geçen “bir tek nefis”i, Hazret-i Âdem ile “eşi”ni de Hazret-i Havva ile açıklamıştır. Ehl-i Sünnet’te bu konuda bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Kur’ân-ı kerîm’e göre Hazret-i Âdem’in yaratılışının diğer insanlarınki gibi olmadığı kesindir. Özellikle Âl-i İmrân sûresinin 59. âyetinde, “Allah nezdinde -yaratılış bakımından- Îsâ’nın durumu Âdem’e benzer; Allah onu topraktan yarattı; sonra ona ‘ol!’ dedi ve o da oluverdi” denilerek bu iki peygamberin yaratılışlarındaki olağan üstü duruma işaret edilmiştir (DİA, Âdem maddesi).
Mehmet Okuyan’a göre “Hazret-i Âdem’in  yaratılışında evrim vardır”. Hayır, evrim, yoktur. Âyet çok açıktır. Yüce Allah, “kün/ol” dedi, Hazret-i Âdem de oluverdi/yaratıldı.
Hazret-i Havva’ya gelince, onun yaratılışı âyette ifade edildiği şekliyle Hazret-i Âdem(in bedenin)den yaratıldı. Hadiste buyuruldu:
Kadın/Havva, kaburga kemiğinden yaratıldı (Müslim, Reda 18; Buhârî, Nikâh 80).
Bu beyanı, kadına hakaret gibi sayan bir zihniyet, şu anda bütün insanların, pis bir sudan (sperm ve yumurtanın karışımından) yaratıldığına acaba ne diyor?
Hazret-i Âdem’in Şeriati ile sonraki Şeriatler, elbette birbirinden farklı olmuştur. Evliliği bu açıdan düşünmek lazımdır. Şeriatteki hükümleri koyan, onları değiştirmeye de kâdirdir.
Hazret-i Âdem, bir sabah uyanınca Hazret-i Havva’yı yanında buldu. Âdem aleyhisselâm’ın çocukluk dönemi olmadığı gibi Hazret-i Havva’nın da olmamış ve her ikisi yetişkinler olarak varlık sahnesine çıkmışlardır. Hatta Hazret-i Âdem’e eşyanın bütün isimlerinin öğretildiği/beynine yüklendiği âyetle sabittir (Bakara,31).
Bunlar, ilk yaratılışlardır. Yüce Allah, evreni, ayı, güneşi, dünyayı yoktan var etti. Varlık âlemini yarattıktan sonra üremeyi, çoğalmayı ve büyümeyi birtakım sebeplere bağladı. Onun için ilk yaratılışı -Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havva’yı- bugünkü şartlar çerçevesinde düşünmek ya da değerlendirmek, son derece yanlıştır.
FETÖ ekibinin baş tacı ettiği Muhammed Esed, “Nisâ,1” âyet’inin tefsirinde belirttiğine göre, Muhammed Abdüh, “nefs-i vâhide”yi, Hazret-i Âdem olarak değil, “insanlık”la tefsir eder. Tamamen bâtıl bir yorumdur. Bazı Modernistler, bu görüşü paylaşırlar.
Sonuç: İlahiyat camiasında: (1) Âyet-i kerimelere İslam Şeriati dışında manalar verildiği, (2) Hadislerin yok sayıldığı, hatta inkâr edildiği, (3) Peygamber aleyhisselâm’ın devreden çıkarıldığı, (4) Hristiyanlıkta/Lüterizm’de olduğu gibi, Kur’an Müslümanlığı’nın işlendiği, (5) Mu’tezile mezhebinin esas alındığı, (6) Batı’nın şer odaklarının hedefleri doğrultusunda bilimsel(!) çalışmalar yapıldığı görülmüş ve tespit edilmiştir.
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.