Erdoğan boşuna söylemedi o lafı

A -
A +
 
Nedense pek üzerinde durmadık.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 30 Ekim’de AK Parti Grup toplantısında yaptığı konuşmada demişti.
“Türkiye yeni bir İstiklâl Harbi veriyor.”
Bu sözün üzerinde uzun uzun tartışmalıyız. Her şey ortada; içte de dışta da “sıcak savaş”la tehdit edilmekteyiz.
Erdoğan “Eğer” diye başladı o gün ve şöyle devam etti:
“Ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar karşısında eski Türkiye refleksleriyle hareket etseydik inanın bana, çok büyük bir felaketi yaşıyor olurduk. Şayet bugün boynumuzda esaret zinciriyle yıkıntıların karşısında hâlimize ağlıyor durumda değilsek bunu milletimizle beraber ortaya koyduğumuz o büyük direniş ve yeniden şahlanış iradesine borçluyuz. Her ne kadar birileri hâlâ Türkiye'nin verdiği bu büyük mücadelenin farkında değilse de milletimiz olup biteni görüyor ve hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor. Türkiye, yeni bir istiklal harbi veriyor ve hamdolsun zafere doğru adım adım yürüyor."
Türkiye yine Küresel Çete’nin hedefi. Şimdiye dek idare ettiler havuç-sopa yöntemiyle. Ama Tayyip Erdoğan diye bir adam çıktı ve tüm hesapları bozdu. Son iki aydır devam eden çıldırmışlık hâllerinin sebebi bu. Jerusalem Post gazetesinin “6 yıllık birikim çöpe gitti” başlığını atmasına sebep olan Barış Pınarı Harekâtı ile öyle zıvanadan çıktılar ki ellerindeki en önemli birkaç kozlarından ikisini birden ortaya koydular; Ermeni Soykırımı kabulü ve ekonomik yaptırımlar.
Göreceğiz ne yapacaklarını ama biz asıl içeriye bakalım.
Çünkü içeride zihinsel kolonizasyona ve kemalizasyona tabi tuttukları bir kitle ile onları yönlendiren iş birlikçileri var. Ve bugün yaşadıklarımızla İstiklâl Harbi’nde yaşananlar arasında çok önemli özdeşlikler mevcut.
 
SODOM VE GOMORE’DEN “CUMHURİYET KADINLIĞI”NA TRANSFER OLMAK
 
O vatan satıcılarını Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Sodom ve Gomore” adlı eserinde anlatır. En kötü şartlarda bile ayrıcalıklarını sürdürebilen, iş birlikçi, Batı hayranı bir güruh bu. Bu “elitler” çıkardıkları gazetelerle Gazi’yi hain, Ankara’yı da ihanetin merkezi ilân ediyorlardı.
İstiklal Harbi’nde dişe diş mücadele veren Müderris Hafız Ali Efendiler, Maraşlı Vezir Hocalar, Diap Ağalar, Saadettin Ceylan Efendiler gibi Anadolu’nun sarıklıları ile sırtlarında mermi, omuzlarında tüfeklerle kara çarşaflı kadınlar; Halime Çavuşlar, Nezahat Onbaşılar, Gördesli Makbuleler, Erzurumlu Kara Fatmalar gibi yüzlercesi ise kendilerini vatan yolunda şehit olmaya adamışlardı.
İlginçtir ki 1923’te Cumhuriyet ilân edildikten sonra vatan için canını ortaya koyan o sarıklılar ve kara çarşaflılar gerici ve yobaz, işgalcilerin kucaklarında işret âlemlerine dalıp koskoca İstiklal Mücadelesini es geçenler de Cumhuriyet’in sahibi oldu. Çünkü Cumhuriyet demek onlar için “Başı açıklık, Batılı gibi giyinmek, opera ve tiyatroya gitmek, yabancı dil konuşup müzik dinlemek, balolarda boy göstermek”ti. Böylece modern olunuyordu. Modern ve monden hanımlarla beyler, nasıl olsa okumuş yazmış, eğitimli, tahsilli olduklarından, siyasetin ve bürokrasinin en tepelerine yine kuruldular. Gemisini her devirde yürüten kaptan olmanın en güzel örneklerini sergilediler.
 
DOĞUŞTAN İKTİDAR OLANLAR; OSMANLI’DA DA ONLAR CUMHURİYET’TE DE
 
Gazeteci Emre Erciş’in deyimiyle onlar “Saklı seçilmiş”lerdi ve aynı zamanda “Doğuştan iktidar olanlar”dı. Osmanlı’da da Cumhuriyet’te de siyasetin ve bürokrasinin her türlü kademesini ele geçiren onlardı.
Gazeteci de onların arasından çıkıyordu, müzisyen, sinemacı ve tiyatrocu da. Hayatı hiç ıskalamıyor hep 12’den vuruyorlardı.
Geçen gün metroda o vakur duruşlu sarıklı genci taciz edenler de ya onların soyu sopu ya da onlar gibi olmaya öykünen zavallı zırtapozlardan ibaretti zaten.
Bugün hepsi ABD emperyalizminin tefini çalıyor, onların terör örgütleriyle alenen, utanmadan, arlanmadan ve ihanet çizgisinde iş birliği yapıyorlar. Diyarbakır Cezaevi ve diğerlerinde Kürtlere lağım içiren, adı duyulmamış işkenceler yapan 12 Eylül faşizminin yargıcı, generali olan babalarını kahraman ilan edip, şimdi “Kürt dili üzerindeki baskılar kalkmalıdır” diyenler de onlar. Oysa bu iktidar, babalarının yasaklarını kaldırıp Kürtçe ve diğer etnik diller üzerinde serbesti getirmiş, okullarda seçmeli ders olarak okutulması uygulamasına çoktan geçmişti. Bugün 4 üniversitede “Kürtçe ve Çerkesçe dili-edebiyatı” üzerine bölümler var ve mezunlarını çoktan verdi. TRT Kürdi’ye ne demeli?
 
“ÜLKESİNİN İÇ MESELESİNİ DIŞTA SATAN KARAKTERSİZLER”
 
Bugün “Kürtler” üzerinden PKK’yı meşrulaştırmaya çalışanlar o vakit tüm bu yapılanlara ağız dolusu hakaretlerle saldırmışlardı.
Hepsini tanıyorsunuz onların. Kimi belediye başkanı, kimi siyasetçi, kimi de gazeteci ve yazar olan bu güruhun İstiklâl Harbi sırasında İngiliz ve Fransız işgalcilerine hizmet edenlerin de aynı genetik kodlara sahip olduklarını unutmamak gerekiyor.
İşte bu yüzden İsviçre’deki CHP’nin parti toplantısını basan PKK’lı teröristlerin “Bize yeterince destek vermediniz” azarlarına muhatap olup, açtıkları “Öcalan’ın posterleri, YPG’nin bayrakları” altında oturmaktan zerrece utanmadılar. Onlardan biri İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, diğeri Genel Başkan Yardımcısı Engin Özkoç. Çıtları çıkmadı.
Bir diğeri Avrupa Parlamentosu’nda PKK’ya sahip çıkıyor ve HDP’li belediyelere kayyum atanmasını eleştiriyor. Fransız senatör Jacques Mezard’ın değerlendirmesi zaten yeterince fikir verici:
“Bana kalsa ülkesinin iç meselesini dışta satacak kadar karaktersiz kişilikleri Fransa’ya almam.”
Dün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun dediği gibi bunun bedelini ödeyecekler.
Bu ülke bu kez sadece ABD piyonu teröristlerle ve ordularla değil, Atatürk’ün arkasına sığınarak kılık kıyafetçilik yaparken PKK’yı yalayan, Batı’nın finosu satılıklarla da savaşacak.
Bunun adı o yüzden Erdoğan’ın dediği gibi; “Yeni bir İstiklâl Harbi.”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.