Bu ülkenin insanına polisi sevdirmek mümkün müydü?

A -
A +
Bu satırlar dünkü görüntüleri izledikten sonra yazıldı. Polisi sevmezdik biz çocukken, korkardık. Zaten ebeveynlerimiz de devlet denen otorite kurumun “Demokles kılıcı” olarak polisi gösterir “Bak yaramazlık yaparsan polis amcayı çağırırım ona göre, hmm”  diye tehdit ederlerdi bizi. Büyüdük genç olduk, solculuğu tercih ettik, polisi yine sevmedik. Çünkü polis bizim korsan gösterilerimizi acımadan dağıtır, hepimizi coptan geçirirdi. Derneklerimizi basardı, sebepsiz yere bizi gözaltına alır işkence yapardı. Dayak ve işkence vakayı adiyedendi. Her gözaltına alındığımızda Ankara Emniyeti’nin 7. Katında en aşağı iki gece konaklar, yan yana dizili hücrelerde eğer sıra bize gelmemişse, işkencehaneden gelen çığlıkları, bağırışları dinlerdik. Sıra bize geldiğinde de o çığlıkların sebebini gayet net anlardık!.. Örgütlerimiz de bize askeri sevmemiz gerektiğini dikte etti bir süre. Polis kötü, asker iyiydi. Bu yüzden nöbetteki askerlere türküler yakıldı “Jandarma biz sosyalistiz, dostuz yalnız biz sana” dizeleriyle. Rahmi Saltuk’un o bas bariton sesiyle söylediği “devrimci türkü” ile iktidardaki “kahpe hükûmet”i askerin yardımıyla devireceğimizi hayal ederdik hep birlikte. Ancak kimse bu hayalini birbiriyle paylaşmazdı, çünkü kendi “devrimci öz gücü”ne inanırdı. Sıkıyönetim ilan edilip bu kez askerî cezaevine nakledildiğimizde sevindik. Çünkü "Dostuz yaaalnız biz sanaaaa” diye türkü çığırttığımız jandarmalara güveniyorduk. Bu fikrimizi komutanlar bizi jandarmalara her gün kafa göz pataklattırmaya başlayınca değiştirmek zorunda kaldık!.. Zaten asker darbesini yapıp elini yıkadığı için “pis işler” genellikle polislere yaptırılmaktaydı. Aslında polis, sadece solcuların değil, vatandaşın da düşmanı gibiydi. Dediğim gibi, işkence yapmak, hortumla dövmek, dayak atmak gayet olağandı. 12 Eylül sonrasında yeraltı teşkilatları kuruldu ve devreye sokuldu. Güçlü polis şeflerinin adları işitilir oldu. İşte o zaman faili meçhul cinayetleri duyar olduk... Bir gece ansızın evinin kapısına beyaz röno gelir ve seni alıp götürür. Yalnızca gidiş bileti vardır ve geri dönüşü yoktur bu yolculukların. O insanların her birinin Cumartesi Anneleri oldu. Çocukların bedenini diri ya da ölü isteyen annelerin muhatabı, o polis şeflerini yönlendiren İçişleri Bakanı bir hanımefendiydi. Son yıllarda İyi bir parti kurup başına geçti ve geçenlerde ne dedi biliyor musunuz? “Cumartesi Anneleri'nin acısını anlıyor ve paylaşıyorum...” Daha da trajik olanı şu: Cumartesi Anneleri'ni sahiplenen parti, o eski İçişleri Bakanı'nın partisiyle ittifak yaptı Millet İttifakı adıyla. 28 Şubat sürecinde sırf okuma hakkı için okul önünde bekleşen başörtülü genç kızları yerlerde sürükleyen de polislerdi. Emniyet FETÖ’nün elindeyken, polis her türlü hukuksuzluğu yaptı. Aşırı şiddet ve orantısız güç uygulamaktan, entrika ve kumpasa kadar. Kısaca Polis halkın düşmanı yapıldı... Bugün neden her şey farklı? Yine terör var, mücadele gene var ama terörle mücadele, halkın daha huzurlu yaşamasına vesile oluyor. Çünkü bugün polis sapla samanı birbirinden ayırıyor. Vatandaşla teröristi aynı sepete sokmuyor, teröristin kurduğu partiye oy verse bile silahsız ve yalnızca oy veren vatandaşla devlet uğraşmıyor. Teröristi dağda ve ininde, silahıyla, patlayıcılarıyla bulup etkisizleştiriyor. CHP, bu ülkenin Z kuşağı denen geçmişten habersiz gençlerine o yılları “Eski mutlu günler” diye anlatıyor. Gelelim bu yazının sebebine... Son yıllarda bazı görüntüler gözümü yaşartıyor eski günleri içinde yaşamış biri olarak. Özellikle pandemi sürecinde polisin yüklendiği görev anlatmakla bitmez. Bir yandan uyuşturucuyla mücadele et, diğer yandan asayiş ve terörle, aynı zamanda vatandaşın her derdine koş, hakikaten büyük bir başarı hikâyesi yazılıyor. Yaşlı vatandaşların evlerine gidip ihtiyaçlarının karşılanmasından tutun, “evinizden çıkmayın” anonsuyla sokaklarda devriye gezerken türküler eşliğinde çiftetelli oynayıp insanlara hoşça vakit geçirtmeye kadar ne ararsan var. Trafikte saçma sapan itirazları olanlara gösterilen sabrı saymıyorum bile... Önceki gün üniversite sınavlarında dikkatimi çeken iki görüntü vardı yine. Bir polis memuru motosikletiyle sınava geç kalan bir öğrenciyi alıp sınav yerine yetiştiriyor, bir diğeri sınava giriş kimliğini kaybeden bir öğrenciyi alıp önce kaymakamlığa götürüp hızlı biçimde yeni kimlik çıkarttırıyor ve sınava yetiştiriyordu... İki genç insanın hayatında ne kadar önemli yeri var o iki polisin artık düşünün. Hayvanlara yardım etmekten, yaşlılar ve yardıma muhtaçlara kadar her yerde polisleri en şefkatli hâlleriyle görebilmek mümkün. Emniyet güçlerinin verdiği bu fotoğrafta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun katkısı söylenmeden geçilebilir mi? Bir bakan, yaptıklarıyla, ürettikleriyle kendini belli eder ve kanıtlar. Teşkilatını üst düzeyde bir moral motivasyon seviyesine çıkaran, mobilize eden bir Bakan var karşımızda. Her teşkilatta olduğu gibi orada da olan çürük elmaları kesinlikle affetmeyen de o... Jandarma da İçişleri Bakanlığı’na bağlı ve aynı fotoğrafın içinde onlar da var. Bu bakımdan polisleri bu ülkenin yasalara saygılı, işinde gücünde insanlarına sevdirdiği için Süleyman Soylu’yu kutlamak gerekir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.