Cumhurbaşkanı olmak için seçilmek değil, darbeyle gelmek yeterli

A -
A +
Siyasi ahlâksızlığın geldiği son noktadayız. 15 Temmuz gecesi milletin o tepkiyi göstereceğini ve demokrasiye sahip çıkacağını düşünmüyorlardı. Ama yine de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na, o sırada tuhaf biçimde yurt dışında konuşlanan Ali Babacan ve Ekrem İmamoğlu’ndan eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ve istenilen pozisyonu almış diğer tüm şeceresizler ittifakına kadar hepsi, “Darbede pişer bize de düşer” mutluluğuyla görev beklemekteydi. Amerikancı FETÖ darbesi başarılı olsaydı ve içlerinden biri Darbecilerin Cumhurbaşkanı olarak atansaydı, hemen bağırlarına basacaklar, onda seçilmiş olma şartı aramayacaklardı. Tıpkı Mısır’da iktidarı işgal eden Darbeci Sisi gibi. Amerikancı Çete’nin sözcüsü Kemal Kılıçdaroğlu kendiliğinden konuşmuyor “Cumhurbaşkanı olmak için seçilmiş olmak yetmez” diye. Amacı belli: Şimdiden halkın gözünde demokrasi ve seçimle işbaşına gelme zorunluluğu fikrini, meşruiyet zeminini yok etmeye çalışıyor. Bugün pandeminin de etkisiyle bir hayli kırılgan olsa da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ekonomideki başarılarını kimse görmezden gelemez. Ancak Erdoğan’ın asıl yaptığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni GÜÇLÜ DEVLET yapmasıydı. Türkiye kendi piyade tüfeğini ilk kez 2008’de üretti. Bu kadar geç kalınmıştı. Bugün millî savunma sanayi ve diğer sanayi alanlarındaki inovatif ürünlerle, tasarımlarla, silahlarla, SİHA, İHA ve tanklarla, helikopterlerle; daha sayılamayacak kadar çok niceleriyle yerli üretimde nereye geldiğimize bakın. Suriye’de, Irak’ta, Doğu Akdeniz’de, Karadeniz’de petrol ve gaz sondajında, terörle mücadelede, Libya’da, Azerbaycan’da biz işte bu DEVLET’i gördük, görmekteyiz. Ama gelgelelim YUMUŞAK KARNIMIZ da var. Hani bilirsiniz şu küçük darb-ı meseli: Kemik köpeğe şöyle der:“Çok sertim!”Köpek de cevap verir:“Olsun, zamanım var benim...” Köpek, önüne atılan kemiği, sabırla kemire kemire yer ve bitirir. Çok acayip şeyler oluyor. Köpekler kemiriyor. Yurt dışındaki sahipleri de “Haydi aslanım, kurdum benim” diyerek gaz veriyor. Önlerine atılan KEMİK de vatanımız. 15 Temmuz’da boylarının ölçüsünü aldılar. Halkın demokrasiye sahip çıkma bilinci yüksek. Buna bir de GÜÇLÜ DEVLET eklendi. Geriye kalan tek seçenek vardı: 2023’e dek, kemirerek yavaş yavaş bitireceklerdi. ABD’nin “seçilmiş” başkanı Joe Biden geçen yıl boşuna “Artık darbe ile değil seçimle devireceğiz Erdoğan’ı” demedi. Niyetleri çok evvelden belliydi. Nasıl kemirmeye başladıklarını görüyoruz. Piyasadaki inanılmaz fiyat yükselişleriyle, kışkırtmalarla, yeni Gezi olaylarını test ederek, sosyal medyadaki algı operasyonlarıyla… Boğaziçi Üniversitesi ile küçük bir test yaptılar. Elde ettikleri sonucu aralarında nasıl değerlendirdiklerini ve bir hayli umutlu olduklarını biliyorum. HDP’nin vitrin mankeni Hüda Kaya, utanmadan ve rezilce Türkiye’de Kürtçe konuşmaktan korktuğu yalanını yayıyor. TRT Kürdî diye Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalının olduğu, okullarda seçmeli Kürtçe derslerinin verildiği, sokak ve caddelerdeki tabelaların Türkçenin yanı sıra Kürtçe de yazıldığı ülkemiz için söylüyor bu haince yalanı!.. Ne kadar kemirirse o kadar iyi. Aynı partiden Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun FETÖ’cü kadın mahkûmların çıplak sorgulandığı yalanı gibi... HDP’lilerin 2015’te polisin İstanbul’da bir uyuşturucu operasyonunda 5-6 kişiyi yere yatırdığı fotoğrafını “Lice’de polis Kürtlere kan kusturuyor” diye servis etmeleri gibi... Serdar Savaş adlı bir profesör “25 bin BioNTech aşısı geldi, Erdoğan ve çevresindeki 25 bin kişi kullandı, halka da Çin aşısı vurulacak” diye yazıyor ve 24 saat bu yalan gündemde tutulabiliyor. Bu algı operasyonlarının ve yalanların eğer bir YAPTIRIMI olmayacaksa iş çok zor. İşin bir de ekonomik yanı var. Küçük bir örnek. Gıda sektöründe endüstriyel ürünlerdeki fahiş artışları takip edebilmek neredeyse imkânsız hâle geldi. Bunları kontrol eden kimse var mı? Misal, Tariş bir kooperatif değil mi? Onlar bile zeytinyağlarına yüzde 100’den fazla zam yapmış. Son kullanma tarihine baktığımda 2019’un ürünü olduğunu anlamama rağmen. Devlet vatandaşını mağdur etmemek için kısıtlı bütçesiyle milyarlarca lira para harcıyor, ama devletin millete aktardığı o paraları sınırlı bir sermaye grubu ve fırsatçılar vakum gibi emiyor ve âdeta sebepsiz zenginleşiyor. Sonra da bankalardaki döviz mevduatı rekor artışla 235 milyar doları buluyor. Neden acaba? Üreticinin tarlada ürettiğini üç kuruştan alıp market ve pazar tezgâhlarında 5 kat daha fazla fiyata satanları gören yok mu? Türkiye korkunç bir salgın ile baş etmeye çalışırken daha OLAĞANÜSTÜ BİR DÖNEM ne zaman olur acaba? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve yakın çalışma arkadaşları acaba gelişmelerin farkındalar ve gerekli tedbirleri alıyorlar mı? Halkı kafasına göre ürünlere zam yapanlardan devlet korumayacaksa kim koruyacak? Millet Kasabanın Sırrı filmindeki gibi susuyor inanın. Sebebi şu içinden geçtiğimiz olağanüstü salgın dönemi. Devlete, hükûmete canından, sıhhatinden feda ederek avans veriyor ama 2023’te sandık başka bir şey söyler hatırlatayım. Dün Süleyman Özışık kardeşimin yazdığı gibi temel gıda maddelerine, yani pirinç, makarna, su, et, süt, yumurta, peynir, sebze, meyve, protein ve yağ gibi maddelere üreticiyi de mağdur etmeden sabit fiyat uygulaması getirilmesi gerekiyor. Kanuni’nin sözünü unutmayalım. “Olmaya devlet, cihanda bir nefes sıhhat gibi.” O yukarıda tarif ettiğim GÜÇLÜ DEVLET böyle giderse 2023’te hiçbir işe yaramayabilir, korkum o.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.