Diyanet İşleri kimlerin etkisi altında kalmıştı?

A -
A +

Dr. C. Ahmet Akışık
c.ahmetakisik@gmail.com

Ülkemizde 1970’li yıllar, din alanında âdeta bir kan değişiminin olduğu yıllardır.
Bu dönemde çok şiddetli bir Selçuklu ve Osmanlı muarızı olan, “Muslih ve Mukallid” diyaloğu ile Ehl-i sünnet mezhep ve âlimlerini tenkit eden, zaman zaman alay eden, Sünni mezhep ulemasını İslam’da içtihat yapmanın önünde en büyük engel gören, fıkıh kitaplarının bid’at ve hurafelerle dolu olduğunu söyleyen ve akait ile ilgili hadisleri inkâr eden M. Reşid Rıza gündeme gelmiştir.
Bu kişinin “Muhaveratu’l-muslih ve’l-muqallid” kitabı, “İslam’da Birlik ve Fıkıh Mezhepleri” ismiyle, Hayrettin Karaman’ın sadeleştirme ve notlarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nca bastırılmıştır (1974).
Bu kitap, daha önce A. H. Akseki tarafından “Mezahibin telfikı ve İslam’ın bir noktaya cem’i” ismiyle Türkçeye çevrilmiştir.
Cemaleddin Afgani, fikrî öğrencisi Abduh ve bu ikiliye sonradan katılan R. Rıza, küresel oryantalistlerin oluşturduğu proje doğrultusunda İslam toplumlarında yaklaşık 1400 seneden beri hâkim olan Sünni İslam anlayışının değiştirilmesinde rol alan baş aktörlerdendir.
Bunu gerçekleştirebilmek için şu iddiaları ortaya atmışlardır:
• 1300-1400 seneden beri Sünni ulema, İslam’ı doğru anlayamamıştır.
• İslam toplumlarının geri kalmasının sebeplerinden biri bu Sünni ulemadır.
• Sünni ulema, yeni içtihatların önünde en büyük engeldir.
• Hadis kitapları uydurma hadislerle doludur.
• Sünni tefsir ve fıkıh kitaplarında birçok hurafe ve bid’atler vardır.
Bu ve benzeri iddia ve iftiralarla, Sünni Müslümanlara her yönden saldırıya geçmişlerdir. Diğer taraftan ideolojilerine kattıkları kişileri tahrik ederek devlete ve yöneticilere karşı isyana teşvik etmişlerdir. Bu tahrik neticesinde o yıllarda Mısır başta olmak üzere bazı İslam ülkelerinde Müslümanlar, hapse girmiş, hatta bazıları idam edilmişlerdir.
Cemaleddin Afgani’nin mason olması bir yana, en etkili bir terör destekçisidir. Bunu gerçekleştirerek Müslümanların isyancı ve terörist oldukları imajı verilmek istenmiştir. Afgani-Abduh-Rıza üçlüsünün oluşturduğu bu ideoloji, diğer bir ifadeyle İslam’ı tahrif girişimi sonradan Selefiyye, Taliban, DEAŞ, Nusra gibi isimlerle karşımıza çıkmıştır.
Peki, Hayrettin Karaman, bu küresel ideoloji karşında, nasıl bir duruş sergilemiştir?
Bu ideolojinin yıkıcılığını ve zararlarını, makale ve kitaplarında ele alarak ilim erbabını ve halkı uyarmış mıdır?
Afgani, Abduh, R. Rıza, Mevdudi, M. Carullah, Hamidullah, S. Ateş, H. Atay, Yaşar Nuri, M. İslamoğlu, C. Taslaman, B. Bayraklı, M. N. Doğan vb.’nin hadis inkârcılığı, Sünni akait tahripçiliği, Sünni Fıkıh ve müçtehit âlim muarızlığı karşısında nasıl bir tepki göstermiştir?
Selçuklu ve Osmanlı Medreselerinde okutulan Ehl-i Sünnet kitaplarından biri üzerinde müstakil bir çalışması var mıdır?
H. Karaman, verdiği derslerde, konferanslarda, sempozyumlarda ve Diyanet’in seminerlerinde oryantalistlerin ortaya koydukları Yeni Din Anlayışı karşısında mı, yoksa içinde mi yer almıştır?
R. Rıza’nın Müslümanları ve Ehl-i Sünnet âlimlerini ayrıştıran, itham eden ve karalayan o meşum kitap (İslam’da Birlik ve Fıkıh Mezhepleri), alelade bir eser değildir. Bir değişimi simgelemekteydi. Dinî alanda Osmanlı İslam Akaid Sistemine bir başkaldırı ve reaksiyondu. Yabancı, zararlı ve tehlikeli bir dinî ideolojiyi temsil ediyordu.
Bu yayını, T. Altıkulaç, M. Kervancı, Y. Üstün, Talat Karaçizmeli, K. Güran ve Saim Yeprem gerçekleştirmişti.
Bu projeyi, Türkiye’de Hayrettin Karaman yürütüyordu.
H. Karaman kimdir? Nasıl bir inanca ve mezhebe sahiptir?
Kendi dilinden ve basına yansıyan yönleriyle H. Karaman:
• Babam Alevi mahallede doğduğu ve yetiştiği için Alevi olarak biliniyordu. (Kendi ifadesi)
• Muaviye’yi ne severim, ne de ona söverim. (Kendi ifadesi)
• İbn Teymiyye’nin birbirinden müstesna bir güzelliği bulunan eserleri içinde en şâheseri ‘Minhâcü’s-sünne’sidir. (Kendi ifadesi)
• FETÖ soruşturmalarında bakalım, Amerika’ya gidip Gülen’e tekmil veren H. Karaman’a ne zaman sıra gelecektir. (Merve Kavakçı)
H. Karaman, buna şu cevabı vermiştir:
“Amerika’ya bir kere -o da sondur- Faruk Beşer’le gittim. Orada bazı dernek ve kuruluşlarda konferanslar verdik ve sohbetlerde bulunduk. Gülen’le görüşmem olmamıştır.” (Kendi ifadesi)
Burada hatırlatalım ki, Faruk Beşer’in “Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin Fıkhını Anlamak” isimli yayınlanmış bir kitabı vardır. Karaman’ı davet eden dernek ve kuruluşlar da Gülen’le iltisaklıdır.
• Bir gün bazı arkadaşlarla birlikte abdest alıyorduk. H. Karaman hoca da vardı. Karaman Hoca yüzünü ve kollarını yıkadı. Sonra başını mesh etti. Sonra dönüp “İçimizde yabancı yok değil mi” dedi ve çıplak ayaklarını mesh etti. (Prof. Dr. Z. Arslantürk)
Çıplak ayaklara mesh etmek, Şii mezhebinde ve bazı Mutezile itikadında olanlarda vardır. Hüseyin Atay da çıplak ayaklarına mesh ederdi.
• H. Karaman ayrıca Asya Finans ve Bank Asya gibi kuruluşların uzun müddet danışmanlığını yapmıştır.
Bunlar, H. Karaman ile ilgili bazı tespitlerdir.
H. Karaman, Hazret-i Muaviye’ye kesinlikle “Hazret” veya “radıyallahü anh” gibi saygı ifade eden bir kelime kullanmaz.
Hâlbuki, Hazret-i Muaviye, Sahabe-i kiramın ileri gelenlerindendir. Vahiy kâtipliği yapmıştır. Hadis usul ilmine göre sahabe, doğru, dürüst ve sika/güvenilir kabul edilir.
Ehl-i sünnet mezhebine göre, Sahabe arasında bir ayırım yapılmaz. Hepsi hürmetle anılır.
Eshab-ı kiram arasında ayırımı, daha ziyade Şii mezhebi yapar. Hazret-i Ebu Bekir’e, Hazret-i Ömer’e, Hazret-i Osman’a, Hazret-i Âişe’ye ve Hazret-i Muaviye’ye ta’n edilir, sövülür.
Neo-Haşhaşilik
Neo-Haşhaşîlerin başı Gülen, yaklaşık 40 yıl Türkiye camilerinde hiçbir engele takılmadan rahat bir şekilde ideolojisini yayabilmiştir. Bu akımın ve dayandığı kökenlerinin Sünni Müslümanlığa aykırı olduğu söylenmesine ve yazılmasına rağmen hiçbir Diyanet üst düzey yetkilisinin itirazı, açıklaması ve müdahalesi olmamıştır.
Dinler arası diyaloğun, şekli ve muhtevası çok açıktır. Yahudi ve Hıristiyanlarla alelade konuşmadan ibaret değildir. Kaldı ki buna diyalog da denilmemektedir. İslamiyet’in bidayetinden günümüze kadar ehl-i kitap ile komşuluk ve alışveriş ilişkileri yapılagelmiştir. Bu, hiçbir zaman sorun olmamıştır. Ancak Neo-Haşhaşilerin hedefi başka idi. Topyekûn İslam dini alanında, Sünni Müslümanlıkta, Vatikan’ın belirlediği Strateji doğrultusunda değişikliğe gitmek, revizyon yapmaktı.
FETÖ eylemleriyle ilgili sorular
• Akait boyutunda Yahudi ve Hıristiyan kardeşliğinden bahsedilirken,
• Açık âyetler olduğu hâlde “İslamiyet geldikten sonra Yahudi ve Hıristiyanlar kendi dinlerine devam etseler de Cennet’e gireceklerdir” denilirken,
• Urfa’da Diyanet’in Müftüsünün de iştirakıyla çok dinli nikâh (!) kıyılırken,
• Hazret-i Peygamber’in muazzez ruhu kamyonete bindirilirken,
• “Allah’tan vahiy alıyorum ve Peygamberle görüşüyorum” saçmalığı yaygınlaşırken,
• Vatikan’da diyalog uğruna Papa’nın eli öpülürken,
• Dinler arası geçişler tavsiye edilirken,
• İslam’ın şiarı Ezan, değiştirilirken,
• Kelime-i tevhitten/şehadetten “Muhammedün Resûlullah/Hazret-i Muhammed Allah’ın peygamberidir” kaldırılırken,
• Hutbelerde “Allah katında din, İslam’dır” âyeti terk edilirken,
• Cami, sinagog ve kilise üçlemesinin bir mekânda toplanma projesi açıklanırken,
• İbadet mekânlarından beytullah olan camiler, müzikli ve danslı oyun alanları hâline getirilirken,
• Hıristiyanlıkta olduğu gibi camilere sandalye ve koltuk yerleştirme eylemleri yoğunlaşırken,
Ülkemizdeki Diyanet İşleri, ne yapmıştır?
Mehmet Görmez görevden ayrılırken “Maalesef 40 sene FETÖ’yü anlayamadık” diyerek itirafta bulunmuştur. Acaba bu itirafı millet, gerçekten samimi bulmuş mudur?
Bu eylemlerin İslâm’ın ruhuna ve Türkiye’de hâkim olan Sünni İslam akait ve fıkhına aykırı olduğu çok açıktır. Normal ve sade bir Müslümanın kolayca anlayabileceği kadar açıktır. Başkan, müftü, imam ve ilahiyatta profesör olmaya da gerek yoktur.
Osmanlı cami stili ve
mimarisine tepki
A. H. Akseki Camii’nde Selçuklu ve Osmanlılarda Sünni Müslümanlığın remzi, sembolü olan Lafza-i Celâl, Muhammed aleyhisselam ile Hulefa-i Raşidin levhaları, kubbe altına konulmamış, yazılmamıştır. Bu isimler, Selçuklu ve Osmanlı’da Sünni Müslümanlığı sembolize etmektedir. Temel akait kitabı Nesefi’de isimlerin sıralanışı dahi kural altına alınmıştır. Ancak son yüzyıldaki “küresel İslam düzenleyicileri” bu levhaların asılmasına karşıdırlar.
Suudi Arabistan’da Harem-i şerif de dâhil ve Selefiyye itikadının yaygın olduğu yerlerdeki camilerde bu isimler, levhalar yoktur. Çünkü bunların asılması, putçuluk olarak kabul edilmiştir. A. H. Akseki Camii’nde öyle bir odaya, bir hole Hulefa-i Raşidin’in isimlerinin konulmasıyla bu iş geçiştirilemez. Bu, derinliği olan bir konudur.
Akseki Camii’ne hangi ideolojik saplantıyla bu levhalar konulmamıştır? Bu, bilinmiyor.
Şu anda devlet, kaymakamlık ve valilik binalarında, Selçuklu ve Osmanlı mimarisine geçmişken, birçok yerde bu mimari uygulanırken camilerimizde aksi yönde bir uygulama, ne anlama gelmektedir?
Kocatepe Camii’nin ilk projesindeki maketlerde minareler, füze şeklinde idi. dernek el değiştirince cami ve minarelerin temelleri dinamitlenerek Osmanlı mimarisine dönüldü. Şu anda İstanbul İlahiyat Camii’nin minareleri (!) de füze/kazık şeklindedir.
Acaba İstanbul İlahiyat Camii ve minarelerinde hangi ideoloji adına bu mimari stil uygulandı? Ve ülkemizde çeşitli yerlerde de füze minareler göze çarpmaya başladı...

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.