ESKİ KITA BÖYLE DOĞDU… Batı’nın menşei ve değişimi

A -
A +

Prof. Dr. Osman Kemal Kayra
osmankemalkayra@gmail.com
Karadeniz Teknik Üniversitesi

Avrupa denince bu kıtayı bugünkü hâliyle düşünmemeliyiz. Kendi hâlinde insanların yaşadığı bu kıtanın yapısı 4. yy itibariyle tamamen değişmiş ve yerini yeni devletler almıştır. “Kavimler Göçü” denilen tarihi deprem Avrupa’yı altüst etmiştir. Asya Hun İmparatorluğu’nun dağılması sonucunda Hunlar batıya yönelince Avrupa’nın içlerine akın edip önlerine çıkan kavimleri de batıya doğru sürmeye başladılar.
Başlangıçta Kuzey Karadeniz ve Avrupa’nın doğusunda Ostrogotlar, Vizigotlar, Vandallar ve Germenler bulunuyorlardı. 375 tarihi itibariyle bu kavimler yerlerinde tutunamayarak batıya doğru hızla akmaya başladılar.
Bu göçler sonucunda Roma, Doğu Roma ve Batı Roma olarak ikiye ayrıldı. Bu, Kavimler Göçünün ilk büyük sosyolojik olayı olarak görülür. Avrupa bu olaylarla yeni bir etnik yapıya ulaştı. Alanlar, Vandallar, Vizigotlar İspanya yarımadasına gelip bugünkü İspanyolları; Angollar ve Saksonlar da Britanya adalarını mesken tutarak İngilizleri; Germen kavimleri ise Ren Nehri bölgesine yerleşip Almanları meydana getirdiler.
Bugünkü Danimarka, Norveç ve İsveç bölgesinde ise Vikingler yaşamaktaydı. Gemi yapımında usta olan bu kavim için deniz hayati önem taşıyordu. Kuzeyden güneye deniz yolu ile inen bu kavim, zaman zaman karalara çıkarak genç erkekleri esir alıp kürklerde çalıştırır, yaşlı ve çocukları öldürürlerdi. Genç kızları esir alıp onlardan yeni nesiller türettiler.
Bazı kaynaklarda Vikinglerin Amerika’ya Kristof Kolomb’dan 500 sene önce geldiği yazar. Kolomb, Atlantik’i aşarak 1492’de Kuzey Amerika’ya İspanya adına ayak basmıştır. Asıl hedef keşif değil, yeni sömürge imparatorlukları oluşturmaktı.
Bu göçler sonucunda kilisenin mutlak egemenliği başlamış ve bilim, yerini karanlık skolastik felsefeye bırakmıştır.
Kilisenin de baskısıyla birtakım güçler halkı canından bezdirmeye başlamıştı. Bu belirsiz ve düzensiz karmaşalı hayatta halk, kendilerini korumak için bir güce sığınmak ihtiyacı hissetti.  Halkın korunmak için sığındığı bu güçlere “süzeren”; sığınanlara yani korunanlara da “vassal”  dendi. Derebeylik veya diğer bir deyişle feodalizm bu kargaşa sırasında ortaya çıkmış, giderek ileride güce dayalı anarşinin kendisini göstermesiyle,  Avrupa’nın suni soyluları diye bilinen mütegallibeleri türemiştir. Böylece 9. yy’da başlayan bu hiyerarşik düzen “senyör” ve “vassal” sınıfının temellerini atarak bütün Orta Çağ’ı etkileyen “feodalizm”i ortaya çıkarmış oldu.
Bütün Orta Çağ boyunca Avrupa, feodalizmin zalim kanunları ile inlerken Osmanlıda halk, adil bir düzen olan “tımar” sistemi ile topraklarını kullanıyordu.
Allahü teâlâ dinleri ve peygamberleri insanın dünya ve ahiret saadeti için göndermiştir. Avrupa, dini yalnız baskı ve kilisenin güç devşirmesi için kullanmıştır. Rahipler ve derebeyleri hiçbir insani hassasiyet ve incelik taşımadıkları için halk, kilisenin ve mütegallibenin  (feodallerin) yani derebeylerin zulmü altında inliyordu. İnsanın olduğu yerde hassasiyet ve sanat da olmalıydı. Bu cılız tecessüsler yeni arayışları doğurdu ve Avrupa Rönesans’a doğru yol aldı.

İSTANBUL’UN FETHİNİN YOL AÇTIKLARI
İstanbul’un fethi tabii ki Avrupa için en önemli olayların başında gelir. Macar Tarihçi Bende Kalman şöyle der: “Türkler şimdi bütün Avrupa’nın problemi oldu. Avrupa uğradığı korku sebebiyle istemeyerek her gün nazarlarını Doğu’ya çevirmeye ve bu andan itibaren Türklere daha büyük dikkat atfetmeye başladı. Fatih Sultan Mehmet’in disiplinli idaresiyle, Müslümanların ahlaki birliğinde gizlenen kuvvet, ancak şimdi keşfolundu. Artık Bizans İmparatorluğunun iktidar yüzü ve vârisi olan Türkler, Avrupa politikasının korkulu bir uzvu olmuştur.”
Bu konuda E. Bourgeuis de şöyle der: “Fransızlar Haçlı Seferleri’nden vazgeçseler ve Türklerin İstanbul’a yerleşmesine göz yumsalardı, Orta Çağ biter ve modern çağlar daha evvel başlardı. (Manuel Historie de Politique Entragere, Paris, 1941, C.2, s.5 )
Fetih sonunda Avrupa Türklerin bütün kıtayı ele geçireceğinin korkusunu yaşamaya başlamıştı. Halk bu durumdan pek korkmazken; kilise halkı etkileyerek Türklerin barbar bir kavim olduğunu yayıyordu.  İstanbul’un fethiyle hem feodalite, hem de skolastik zihniyet inkıraza uğramıştı.

RÖNESANS’LA ANTİK KÜLTÜR CANLANDI
Yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans’ın 15 .yy’da başladığı bilinir. Bu yeni düzen, bilim, edebiyat ve sanatta bir hamledir. Temelinde bilim, sanat, tabiat ve insan vardır. Bu hareketi başlatan sebeplerin başında coğrafî keşifler, matbaa ve kâğıdın kullanılması gösterilir. Kitap beyinlere hızla nüfuz edince, matbaanın gücü de ortaya çıktı ve kilise baskısı çatırdamaya başladı.
Şunu da önemle belirtelim ki coğrafî keşiflerin esas amacı, barbar Avrupalı torunlarının,  dedelerinden tevarüs ettikleri sömürge zihniyeti ile yeni istismar ve zulüm ülkeleri kurmaktı.
Bu durumda “Dünya bir tepsi gibidir” diyen kiliseye karşı keşifler bir yerde tam bir tekzip hüviyeti taşıdı. Hâlbuki bütün peygamberlere ve dolayısıyla da ümmetlerine kozmografya hakkında vahye dayalı doğru bilgiler aktarılmıştı.
Rönesans’la eski Yunan kültürüne (antik kültür) bir eğilim doğdu.  Artık insanlar kiliseyi tek otorite olarak tanımıyordu. İtalya’da başlayan Rönesans, önce Fransa, Almanya, İngiltere ve 17. yy’da da İspanya ve Hollanda’da etkili oldu.

PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU
Avrupa’yı etkileyen bir diğer olay da Protestanlığın doğuşudur. Almanca “isyan”, “başkaldırma” anlamını taşıyan protesto kelimesinden doğan bir Hristiyan mezhebidir. Martin Luther tarafından başlatılmıştır.
Kilisenin günahları bağışlaması ve bunun için halktan toplanan haraç gibi vergiler, İncil dilinin Latince olup papazların İncili kendi çıkarları doğrultusunda açıklayıp halkı aldatmaları, bu mezhebin doğmasına sebep olmuştur. Papa artık yanılmaz değildir. Protestanlık kilise baskısını hemen hemen yok eden bir sistem gibidir.
Şunu da hatırlatalım ki Hristiyanî mezhepler Batı’da “religion” yani din olarak geçer. Dolayısıyla bu mezhepler bir diğerini kâfirlikle suçlarlar. Birbirlerinin ayin şeklini kabul etmedikleri için, kendi mezheplerinin kiliselerini kullanırlar.

SANAYİ DEVRİMİ
Avrupa artık “Batı” olmaya doğru gidiyordu. Avrupa bir kıta adıyken “Batı” munis pırıltılar altında gizlenmiş bir sömürge ve zulüm empryalizminin özel adıdır.
James Watt’ın 1763’te buhar makinesini bulmasıyla Avrupa kısmen kol gücünden makine gücüne geçti. Buhar makineleri önce maden ocaklarında kullanılmaya başladı. Sonra tekstil sanayinde, giderek de kara ve deniz ulaşımında etkili bir güç hâline geldi.  Çelik üretiminin artmasıyla makineleşmede patlama yaşandı.
Avrupa’da önce toprak ön planda idi; bu da derebeyliği kuvvetlendirmişti. Makineleşme, burjuvazi, kapitalizm, banka ve sigorta gibi yeni kavramları geliştirdi. Çok ortaklı şirketler kurulmaya başladı. Avrupa, Batılılaşma sürecinde doludizgin ilerliyordu.

FRANSIZ İHTİLALİ
Avrupa’yı kökten etkileyen bir diğer olay da Fransız İhtilali’dir. 14 Temmuz 1789’da Bastil Hapishanesi önünde başlayan hareket, giderek yayıldı ve bütün suçlular serbest bırakıldı.  Hapis olanların çoğu zaten zulmen içeride tutuluyorlardı ama bunun yanında azılı katil ve soyguncular da serbest kalıp bu ihtilalin baş aktörleri oldular.
Fransız halkı sınıf ayrılıkları ve mali zorluklar altında aç ve sefil yaşıyordu. Pislik yüzünden salgın hastalıklar halkı kırıp geçiriyordu.  Halk dört sınıfa ayrılmış olup suni sosyal duvarlar onları birbirlerine düşman yapıyordu. Soylular, rahipler, burjuvalar ve köylüler dört ayrı toplum gibi yaşamakla birlikte yükün en ağırını köylüler çekiyordu. Soylular, rahiplerin korumasında dinî ve kurumsal baskıyla halkı eziyordu. Önemli hukuk, edebiyat ve sosyoloji temsilcilerinin müdahil olmalarıyla,  özellikle Jean Jacques Rousseau, Montequieu, Volter, Diderot gibi isimlerin halkı kiliseye ve düzene karşı kışkırtmalarıyla isyan çabuk büyüdü.
Bu sistemin temel iddiası insan hakları ve demokrasi idi. Hâkimiyet milletindir tezi yaygınlaştı. İnsan hakları ve laisizm anayasalarla belirlendi. Milliyetçilik akımı kuvvetlendi. Yine burjuva sınıfı güçlenirken din adamları kiliseye dayalı siyasi erklerini kaybettiler. Gerçi bunun sonuncunda Fransa yine sınıf ayrılıklarından ve zulümden kurtulamadığı gibi 1804’te de Napolyon İmparatorluğunun doğmasını engelleyemedi.
Bu hareket özellikle Osmanlı devleti ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğunu doğrudan etkilemiştir.

LOUIS BLANC FAKTÖRÜ
İşçi sınıfının doğuşu ve makineleşmek, sermaye ve şirketleri kuvvetlendirirken halk ve işçi sınıfı yine ezilen bir sınıf olarak sınıfsal statüsünü korumaya devam ediyordu. Bütün yapılan yenileşmeler, devrimler burjuvaziyi kuvvetlendirmekten başka bir şeye yaramamıştı. Bu sisteme ilk ılımlı isyan Louis Blanc’dan geldi. Louis Blanc (1811-1882) bir Fransız politikacısı ve tarihçisidir. Şiddete dayanmayan, seçimlere dayalı, işçi sınıfının ağırlığında bir sosyalist sistemin kurulmasını ilk uygulamaya çalışan Blanc’dır. Burjuva ve sosyalizmin ortaklaşa yöneteceği sosyalist bir ütopya takipçisidir. Blanc, emek politikasını romantik olarak savunan bir sosyalisttir.  Belki bu sistem Almanya ve İngiltere’de Sosyal Demokrat ve İşçi Partisi yönetimlerinde etkili olmuştur denilebilir.

KARL MARX VE KOMÜNİZM
Avrupa’da hızla yükselen kapitalizm ve sermaye sınıfını güçlenmesi tabii ki buna karşı olan fikirleri ve sistemleri de ortaya çıkaracaktı. Makineleşme ve işçi sınıfının belirginleşmesi sistemin altyapısını hazırlıyordu. Bu sisteme ilk etkili reaksiyon bir filozoftan geldi: Karl Heinrich Marx (1818-1883) filozof, ekonomist ve komünizmin fikrî kurucusudur. Manifestosunda şu fikir esastır: “Bütün sınıfsal toplumlarda olduğu gibi kapitalizm de kendisini yok etmeye yol açacak içsel dinamikleri bünyesinde barındırır. Kapitalizm nasıl, eskimiş feodalizmin yerini almışsa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.” (Marx-Engels Eserleri Bölüm 4.)
Marx’ın,  sosyo-ekonomik gelişimin sonunda-Auguste Comte’un dinî evrim teorisi gibi sistemlerin komünizme evrileceğini savunması, Avrupa’yı bir hayli etkilemiş ve önce 1917’de Rus devrimi gerçekleşmiş, 1936’da SSCB anayasası bu sisteme uyarlanmıştır. Dünyada milyonlarca insanın katline sebep olan bu katı sistem, ekonomik dengesizlikler ve inanç zafiyetinden dolayı çabuk yayılmıştır.
Bu sistem insan haklarına yönelik hiçbir iyileştirme getirmemiş, işçi sınıfının da hâkimiyetini sağlamamıştır. Batı sosyalist blokunda kurulan antlaşmalar gereği Sovyetler Birliği’nin zulmen işgal ettiği Slav ülkeleri başta olmak üzere, yeni bir askerî pakt (Varşova Paktı) kurularak dünya kutuplara ayrılmış oldu.  Çin’de Mao Devrimi ve bazı Uzak Doğu ülkelerinin de bu daireye katılmasıyla Kapitalizmin baskısından doğan, bu insan fıtratına uymayan sistem, birdenbire dünyayı yönetmeye aday bir rejim hâline gelivermiştir. Yani bir batıl sistemin zulmü karşısında,  başka bir batıl sistemin zulmü doğmuş oldu. 1989’da Avrupa’da ve Rusya’da çöken bu sistem yerini, yine kapitalist sistemlere bırakırken, özellikle Rusya’da yeni rejimle türeyen oligarklar, Rus halkına eski rejimi aratmaktadır.
İslamî bir adaletin yönetiminde olmayan bu Batılı ve batıl sistemlerin, adının şu veya bu olması hiçbir şeyi değiştirmemiş, halk hiçbir şekilde mutlu olamamıştır.

1. VE 2. DÜNYA SAVAŞLARI
1914-1945 yılları arasında bütün dünyayı etkileyen iki cihan savaşı özellikle Avrupa’da tesirini daha çok göstermiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan ve Almanya, İtalya ve İspanya’yı etkileyen Nazizm ve Faşizm gibi harp hâli sistemleri savaşların bitiminde etkisini kaybederken, özellikle Almanya’da başlayan Antisemitizm, (Yahudi karşıtlığı) savaş sonunda tuhaftır ki bütün Avrupa’da Yahudi-seviciliğe dönüşmüştür.
Sosyal bir facia olup milyonlarca insanın ölümüne yol açan savaşlar, Komünizmin tatbikat olarak doğuşunda da etkili olmuştur. Bu savaşların önemli bir yönü da Avrupa’nın demografik yapısını değiştirmesidir.
Ayrı bir bölüm olarak düşünülmesi gereken bu iki büyük savaşı ileride daha geniş işlemeye çalışacağız.
İşte Batı’nın kısa sergüzeşti…
Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere esen kalınız efendim...

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.