Türklüğün mayası: Hoca Ahmet Yesevi

A -
A +

Dr. H. Ahmet Şimşek
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi
simsekahmet@hotmail.com

Bismillah deyip beyan ederek
hikmet söyleyip;
Talep edenlere inci, cevher
saçtım ben işte.
Riyazeti sıkı çekip kanlar yutup;
‘İkinci defter’in sözlerini
açtım ben işte. (1)
Ulu Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi hazretleri, bir şaheser olan "Divan-ı Hikmet"e bu sözlerle başlar. Anadolu’da her bölgenin, her şehrin, hatta bazen ilçe ve köylerin bile piri olur. Konya’da "Hazreti Pir" derseniz hemen Mevlâna Celâleddin Rûmî anlaşılır. Ankara’nın piri Hacı Bayram Veli’dir. Kastamonu’da Şeyh Şaban-ı Veli, Nevşehir’de Hacı Bektaş Veli hazretleri oraların piridir. Bizde mesleklerin bile piri vardır; esnafın piri Ahi Evran, cengâverlerin piri Battal Gazi’dir. Bu bize, geçmişimize ve manevi önderlere bağlılığımızı gösteriyor. İşte biz buna Türk-İslam ahlakı ve geleneği diyoruz. Onun için biz "Selefî" anlayışı benimsemeyiz. Başta Peygamber Efendimiz olmak üzere onun eshabı ve yolundan gidenlere sevgimiz ve saygımız sonsuzdur. Ahmet Yesevi ise sadece bir şehrin değil bütün Türkistan coğrafyasının piridir.
Ahmet Yesevi’nin doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor ancak Hikmetler’inden anladığımız kadarıyla 1000 yılının son on yılında doğduğu tahmin ediliyor. Yani 1090 ile 1100 yılları arasında. Ancak doğduğu yer ve şeceresi açık biliniyor. Bugünkü Kazakistan’ın güneyinde Çimkent vilayeti sınırları içinde bulunan Sayram köyü. Bugün Türkistan olarak bilinen Yesi’nin yaklaşık 160 km doğusunda. Babası iyi bir âlim olan Şeyh İbrahim Ata, anası Karaşaş (kara saçlı) olarak bilinen Ayşe Ana. Soyu birçok kaynakta Hazreti Ali’ye dayandırılır. Babasını ve annesini küçük yaşta kaybedince ablası Gevher Şehnaz muhtemelen 7 yaşlarında olan Ahmet’i alarak Yesi’ye geldi ve oraya yerleştiler. Bu hicretin sebebi de ablasının küçük kardeşini düşünmesiydi. Nitekim ilim tahsiline burada başladı. İlk hocası Arslan Baba’dır. Ahmet küçük yaşta birtakım tecellilere mazhar oluyordu. Hızır aleyhisselam ile buluşup konuşması anlatılan rivayetlerden biridir. Diğer bir rivayet de Arslan Baba eshab-ı kiramdandır ve Peygamber Efendimizin kendisine verdiği emanet hurmayı 400 sene ağzında taşıyarak Ahmet Yesevi’ye vermiştir. Zaten ilk karşılaşmalarında küçük Ahmet, emaneti isteyerek bulunduğu makamı belli etmiştir.
Arslan Baba’nın ona verdiği terbiye, irşat ve ilimle Yesili Ahmet kısa zamanda uzun mesafe katederek bölgede tanındı. Hocası Arslan Baba vefat edince zamanın önemli ilim merkezlerinden biri olan Buhara’ya gitti. Orada Yusuf Hemedani’ye intisap ederek ilim ve irşat almaya devam etti. Yusuf Hocası vefat edince Abdullah Berkî’ye diz büktü, o da vefat edince Hasan Endâkî’den feyiz ve ilim aldı. 1160 yılında Hasan Hocası da ebedî âleme irtihal edince Ahmet Yesevi hazretleri şeyhlik postuna oturdu. Fakat onun hedefi büyüdüğü Yesi’ye dönerek ahaliye faydalı olmak ve eğitmekti. Bir müddet sonra vaktiyle Yusuf Hemedânî işaret ettiği için şeyhlik makamını Abdülhalik-i Goncdüvani hazretlerine bırakarak Yesi’ye döndü.
Aslında Hoca Ahmet Yesevi kendi hayatını 'Hikmetler'inde çok güzel anlatır.
Yesi’de dergâh kurdu ve insanlara ders vermeye başladı. Ders verirken asla bir ayrım yapmadı; zengin fakir, din inanç ayırt etmeden onları sohbetlerine çağırdı. En mühimi de Türk dilini kullandı, insanların seviyesine indi. Verdiği ders karşılığında kimseden karşılık beklemedi. Bir taraftan da ağaçtan kaşık ve tabak yaparak geçimini temin etti.
Şu menkıbe çok hoşuma gider: Hoca Ahmet Yesevi, yaptığı kaşık ve tabakları öküzünün heybesine koyarak Yesi Pazarına salıverirmiş. İhtiyacı olanlar kaşık ve tabağı alarak bedelini heybeye bırakırlarmış. Öküz, heybe boşalıncaya kadar pazarı dolaşırmış. Şayet bedelini ödemeyenler olursa onların peşi sıra yürürmüş. Bunu gören ahali de o kişinin alışverişinin karşılığını vermediğini görerek ayıplarmış. Hâl böyle olunca kimse buna tevessül etmezmiş. Bu hikâyeden sonra ben hep şunu söylerim; öküz bile kul hakkını biliyor da günümüzde kul hakkı yiyenler, bir öküz kadar bile olamıyorlar!..
Hoca Ahmet Yesevi’nin sohbetlerinde halkın dili olan Türk dilini kullanması da kayda değer bir husus. Çünkü Türkçe konuşması dilimizin korunmasında çok önemli bir yer edinmiştir. Divan-ı Hikmet asırlardır okunup irşat vesilesi olmuştur. Hatta Yesevi’nin Arap ve Fars dilini bir kenara bırakıp insanlara kendi dilleriyle hitap etmesi bazılarını rahatsız etmişti. Huzuruna varıp bunu söyledikleri zaman onlara şu hikmetiyle cevap vermiştir:
“Sevmiyorlar bilginler sizin
Türkçe dilini
Bilenlerden işitsen açar gönül ilini
Âyet, hadis anlamı Türkçe
olsa duyarlar
Anlamına erenler başı
eğip uyarlar
Miskin Hoca Ahmed, yedi
atana rahmet
Fars dilini bilir de, sevip söyler
Türkçeyi” (2)
 Biz Hoca Ahmet Yesevi sayesinde belki de milliyetimizi ve Türklüğümüzü koruduk. Zira dilini unutan toplum asimile olur. Bunun en büyük örneği de Macarlar ve Bulgarlardır. Aynı soydan olduğumuz hâlde Türkçeyi unutunca ve üstüne üstlük Hristiyan da olunca Türklüklerinden eser kalmamış, senelerce Osmanlıyla savaşmışlardır.
Ahmet Yesevi, Peygamber efendimizin sünneti mucibince ve insan tabiatına uygun olarak evlenmiş ve üç çocuk sahibi olmuştur. Bu evliliğinden İbrahim adında bir oğlu ve Gevher Şehnaz ve Gevher Hoşnaz adında iki kızı olmuştur. İbrahim ve Gevher Hoşnaz küçük yaşta vefat etmişler ve soyu halasının adını alan Gevher Şehnaz ile devam etmiştir. Kazakistan’da Yesevi soyundan gelenlere “Hâce veya Hocalar” denir ve toplumda bir saygınlıkları vardır.
Ahmet Yesevi 63 yaşına gelince müritlerine bir çilehane hazırlattı ve “Haddi aştık” diyerek orada yeni bir hayata başladı. Zamanının çoğunu burada geçiriyor ve zikir ve ibadetle meşgul oluyordu. Bu hayatının ne kadar sürdüğü kesin olarak bilinmiyor. Ama bir on yıl daha yaşadığı tahmin edilmektedir.
Kerametleri vefatından sonra da devam etmiştir. Rivayete göre kendisinden üç asır sonra yaşayan Emîr Timur’un rüyasına girer ve ona bir seferinde zafer müjdeler. Savaştan sonra Timur, kabrini ziyarete Yesi’ye gelir ve mimarbaşına büyük bir türbe yapılması emrini verir. Bugünkü Ahmet Yesevi Türbesi yeryüzündeki en muhteşem yapılardan birisi olup âdeta bir harabeye dönüşmüşken, Kazakistan’ın Sovyet boyunduruğundan kurtulmasından sonra ziyarete giden merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğümüz vasıtasıyla tamir edilmiş ve bugünkü hâlini almıştır. Artık Kazakistan zengin bir devlet olduğundan ötürü Kazaklar bu muhteşem türbeyi gözleri gibi korumaktadırlar. Büyük devlet adamı Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in emriyle tarihî Yesi şehri, bugünkü adıyla Türkistan, Türk dünyasının manevi başşehri ilan edilerek ayrı bir önemi haiz hâle gelmiştir.
Burada şunu da belirtmeden geçemem; Yesi adı niye Türkistan oldu? Türklerin muhayyilesinde bir “Ulu Türkistan” muhayyilesi vardır. Bu, öyle bir dünya ki, Doğu Türkistan’dan Hazar’a, Kazan’dan, Ufa’dan Afganistan Belh’e kadar uzanan yaklaşık 6 milyon kilometrekaredir. İşte bu muhayyileyi ve 'Ulu Türkistan' tabirinden rahatsız olan Ruslar Yesi kasabasına ‘Türkistan’ adını vererek âdeta küçülttüler. Tabii ki bunu harita üzerinde yaptılar. Ulu Türkistan, "Türk'üm" diyen birinin dimağında sonsuza kadar yaşamaya devam edecektir. Çünkü Kazakların büyük şairi Mağcan Cumabay der ki:
Türkistan iki dünya eşiğidir;
Türkistan er Türk’ün beşiğidir.
Görkemli Türkistan'da doğmak
Tanrı’nın Türk’e verdiği nasibidir.
Hoca Ahmet Yesevi atamız, Buhara’da ilim tahsilini ve tasavvufî olgunluğunu tamamlayıp Yesi’ye insanları talim ve terbiye için döndüğü zaman Ulu Türkistan coğrafyasında İslamlaşma devam ediyordu. Medreseler ve tekkeler bu hareketin en önemli unsurlarıydı. O sıralarda Maveraünnehir bölgesinin tek hâkimi Harzemşahlardı ve ortam irşat hareketi için uygundu. Bunu gören Hazreti Pir Yesevi, Siriderya’nın karşı tarafı Bozkırlara doğru henüz Müslüman olmamış Şaman geleneğine göre inancını devam ettiren ancak Tek Tanrı veya Gök Tanrı’ya inanan Türklere yönelip hızla Müslüman olmalarına vesile oldu. Bu bölgeden geçen göçebe Türkler, Ahmet Yesevi Ata’ya ilgi duyup kısa sürede inanç halkasına girdiler. Zor olmadı, çünkü zaten vahdetivücut inancı hâkimdi onlarda da. Hazreti Sultan onları kendi dillerinde ve hiç de zor olmayan bir inanca davet ediyordu. Üstelik bu inanç sistemi içinde savaş, cihada; Kızılelma, i'lây-ı kelimetullaha son derece uygundu. Böylece Ulu Türkistan coğrafyası hızla Müslüman oldu...
Rivayete göre, Ahmet Yesevi’nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müritleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı. İlk halifesi Arslan Baba’nın oğlu Mansur Ata idi. Mansur Ata 1197 yılında vefat edince yerine oğlu Abdülmelik Ata, Abdülmelik Ata’nın vefatından sonra yerine oğlu Tac Hâce, daha sonra da onun oğlu Zengi Ata irşat mevkiine geçtiler. İkinci halifesi Harizmli Said Ata, üçüncü halifesi, Yesevi tarzındaki hikmetleri ve menkıbeleri ile Türkler arasında büyük bir şöhret ve nüfuz kazanan Süleyman Hakîm Ata’dır. Hakîm Ata, Hârizm’de yerleşip irşada başladı; 1186 yılında vefat edince Akkurgan’a defnedildi. Hakîm Ata’nın en meşhur müridi Zengi Ata idi. Zengi Ata’nın başlıca müritleri ise Uzun Hasan Ata, Seyyid Ata, Sadr Ata ve Bedr Ata’dır. Yeseviyye silsilesi bilhassa Seyyid Ata ile Sadr Ata’dan gelmektedir.
Mürşidi Şeyh Yusuf el-Hemedani hazretleri gibi Ahmet Yesevi hazretleri de Hanefi bir âlimdir. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş, din ilimleri yanında tasavvufu da iyice öğrenmiştir. Bununla beraber devrinin birçok din âlim ve mutasavvıfı gibi belli bir sahada kalmamış, inandıklarını ve öğrendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecekleri bir dil ve alıştıkları şekillerle aktarmaya çalışmıştır. Bir mürşit ve ahlakçı hüviyetiyle onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikatının adab ve erkânını öğretmeye çalışmak, İslamiyeti Türklere sevdirmek, Ehl-i sünnet akidesini yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur. Bu öğreticilik vasıfları sebebiyle hikmetleri, bazılarınca lirizmden uzak ve sanat endişesi taşımadan söylenmiş şiirler olarak kabul edilmiştir. İslam şeriatına ve Hazreti Peygamber’in sünnetine sıkı sıkıya bağlı olan Ahmet Yesevi’nin şeriat ile tarikatı kolayca telif etmesi, Yeseviliğin Sünni Türkler arasında süratle yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara tesir etmesinin başlıca sebebi olmuştur.
Ahmet Yesevi edebî şahsiyetinden ziyade fikrî şahsiyetiyle, tarihî hayatından ziyade menkıbevi hayatıyla Orta Asya Türk dünyasının en büyük ismidir. Onun gibi geniş bir sahada ve asırlarca tesirini devam ettirebilmiş bir başka şahsiyet gösterebilmek mümkün değildir.(3)
Hoca Ahmet Yesevi’nin günümüze ulaşan en büyük eseri şiirsel anlatımlı "Divan-ı Hikmet"tir. Farklı nüshaları olmakla birlikte en son Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı bunları toplayıp gözden geçirerek bastırmıştır. Tabii bu konuda üniversitenin mütevelli heyet başkanı çok kıymetli akademisyen dostum Prof. Dr. Musa Yıldız Hoca'yı anmadan geçemem. Musa Hoca göreve geldiğinden beri âdeta bütün dünyayı dolaşarak Hoca Ahmet Yesevi ve onun yolunu anlatıyor. Ben de kendilerinden gerek yaptığımız televizyon programlarıyla gerekse konferanslarıyla müstefit oluyorum. Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı sadece Divan-ı Hikmet’i değil Hazreti Pir’in bütün eserlerini bastırarak bilim dünyasının hizmetine sundu. Bunlar Fakr-nâme, Risâle der Âdâb-ı Tarîkat ve Risâle der Makâmât-ı Erba’în.(4)
Son olarak şunu belirtmek isterim. Hoca Ahmet Yesevi, Ulu Türkistan coğrafyasının, Anadolu’nun ve Balkanların Türk-İslam inancının mayasıdır. Yaşadığımız bu toprakların Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında onun binlerce talebesinin yani alperenlerin hesap edilemeyecek kadar büyük emekleri vardır. Şayet biz kendimize Yesevi inancını düstur edinirsek birçok problem de ortadan kalkar...
.....
Dipnotlar:
(1) 1. Hikmet-Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınları
(2) 70. Hikmet-Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınları
(3) İslam Ansiklopedisi, Ahmed Yesevi maddesi, Kemal Eraslan.
(4) Ahmed Yesevi-Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınları

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.