Büyük devlet nasıl olur?

A -
A +

PROF. DR. OSMAN KEMAL KAYRA
osmankemalkayra@gmail.com
Karadeniz Teknik Üniversitesi

Büyük devletlerin çoğu genelde deneme devreleri geçirerek hatta bölünerek ve yıkılarak tekrar kurulurlar. Bu çöküş ve yeniden yapılanmalar birkaç defa da olabilir. Her bölünme ve yıkılış -ki genelde ihanetle olur- devletin yeniden yapılanmasında kurulan devlete büyük tecrübeler sunar; tekrar aynı hataya düşmemek için tedbirler alınır. Buna rağmen yine arızalar olur mu? Olur!
Kuvvetli devletlerin kuvvetli rakipleri olur. Kuvvet kuvvete galip gelmezse bu sefer hileler ve ihanetler devreye girer. En tehlikeli düşman, içteki dost görünümlü düşmandır.
Otorite çift başlılığı kabul etmez. Bölgenin en güçlü ve hâkim devleti kendisine rakip olsun veya olmasın, her devleti ya topraklarına katıp egemen olmak veya yok etmek ister. Bu teoriye bugünkü şartlarda soğuk bakılabilir ama büyük ve emperyalist devletlerin bu iştihası asla yok olmamıştır. Yıllarca aynı coğrafyada ve ümmet kavramı içinde en büyük ortaklığı paylaşan devletler veya topluluklar, kendilerine Batılı devletlerce sunulan sanal devlet aldatmacası ve şuursuzca empoze edilen batıl kavmiyetçiliği ümmet bağından üstün görerek ayaklanmaya başlamışlardır. İşte Orta Doğu’nun hâli budur.
Balkanlarda hep diri tutulan ise aslî kavmiyetçilik ve bağımsızlık aldatmacası olmuştur.
Rusya, Büyük Türkistan’ı parçalarken, Batılı güçler Ortodoks ve Slav ağırlıklı küçük toplulukları, Osmanlıdan koparıp mono-blok devletler yerine butik devletler kurarak güçlü birliklerin oluşmasını engellemişlerdir. Maksat özerk (muhtar) yönetimli devletler değil, kendilerine bağımlı uşak devletler oluşturmaktır.

DEĞİŞİM İSTEKLERİ DEVREYE GİRİNCE
Dünyanın yeniden yapılanmasını sağlayan en önemli faktör ekonomik dengelerin değişmesidir. Yirminci asırla birlikte hızla gelişen monark idareleri yıkma çabaları önce meşrutî krallıklar vadiyle devreye girmiş, sonra daha çok hürriyet ve daha çok demokrasi gibi kulağa hoş gelen sloganlarla kitleleri hipnoz güdümlüleri hâline getirmiştir. Zaten Batı’nın en güçlü silahı da budur. Bu silah ne tutukluk yapar ne de hata…
Osmanlı döneminde bugünkü irili ufaklı Arap devletlerinin hepsi Osmanlı ümmet topluluğu içinde huzur içinde yaşıyorlardı. Orada hatırı sayılır bir Irak-ı Arap ve Irak-ı Acem vardı.
Orta Doğu’da, kurulan istikrarsızlık abidesi sanal devletler, Osmanlı’dan çalınıp sipariş üzerine kurulan güdümlü butik devletlerdir. İngilizler tarafından düzenlenen bayraklarının hepsinde genellikle alttaki siyah paralel renk kuşağı, Osmanlıya düşmanlığın simgesi olarak tasarlanmıştır.
Şimdi Fırat’ın doğusu da batısı da niçin önemli, daha iyi anlaşılmıyor mu? O hâlde kılıç hakkımız olan bu topraklarda, tekrar adalet sağlamamıza kim, nasıl mâni olabilir ki…
Orta Doğu’da demokrasi en çok da petrol bölgelerindeki devletlere vadediliyor. İyi veya kötü, halkın kendi içinden çıkan diktatörler veya ılımlı krallar yıkılıp, uydu sistemli, uzaktan kumandalı demokrat?! yöneticiler halkın başına dikiliyor.
İnsanlar bazen şöyle düşünebilirler: Zaten belirtildiği gibi yayılmacılığın en büyük sebebi, petrol rezervlerinin olduğu alanlardaki stratejik bölgelerdir. Aslî ve Latin Amerika kıtalarında da geniş petrol rezervleri vardır. Peki, o hâlde niçin bütün bu çullanmalar sadece İslam coğrafyasınadır?
Ama unutulmasın ki yapılan jeolojik araştırmalar bu bölgelerin rezervlerinin ömrünün tükenmekte olduğunu gösterirken, Orta Doğu petrol rezervleri çok uzun sürelerde yetecek durumdadır. Gerçi Venezuela, Kolombiya ve Küba gibi ülkelere de Amerikan tasallutu olmuştur ama burada Anti-Amerikanizm ve sosyalizm baş faktör durumundadır. Şurasını hemen hatırlatalım ki, Amerika bir rejim devşirici devlet olmaktan ziyade, ekonomik pazarlamacılığa ve güce dayalı bir politika izlemektedir.
Batı’ya boyun eğmemekte kararlı görünüp direnen ve geniş petrol yataklarına sahip olan İran, yıllardır ekonomik ambargolarla boğuşmaktadır. İran, o bölgenin en stratejik devletidir. Orta Doğu’da Osmanlının bir kazası ve nahiyesi iken devlet statüsü kazandırılmış küçük devletlere benzemez. Eski Pers İmparatorluğundan ve Sâsânî süzgecinden geçen İran, Amerikan yanlısı Aria Mehr Şah Rıza Pehlevî’nin yıkılmasından sonra, yıllarca Fransa’da ikamet eden Humeynî’nin İran’a hâkim olmasıyla, Şia kaynaklı molla-teokratik bir devlet kurulmuştur. Şahlık döneminde Sünnî devletlerle pek de problemi olmayan devlet yerine, prestiji ve gücü Sünnî alternatif görüşe dayalı, aktif, lobi gücü belirli olan İran, Şii devletler ve topluluklar arasında pilot bir devlet hâline gelmiştir. Bu güç kaynağı, Güney Irak, Suriye ve Lübnan’da artık söz sahibidir. Lübnan’da parlamentoya da girip yasal bir parti gibi görünen Hizbullah, bütün Orta Doğu’da karşımıza çıkar.

NİHAYET SURİYE
2011 yılından beri devam eden Suriye olaylarında, Esad’a Rusya desteği bir yana bırakılırsa bu ülkeye en büyük destek Şiilerden gelmektedir. Tabii ki Esad’a en büyük Şii milis desteğini sağlayan ülke de bölgenin en büyük gücü, İran’dır.
Orta Doğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne göre, DEAŞ’tan da rejim saflarında milisler olduğu gibi Suudi Arabistan Şiilerinin kurduğu Hicaz Hizbullah Savaşçıları, Yemen’de Şii Hûsîlere bağlı Zeydîler, Pakistanlı, Hindistanlı, Somalili, Fildişili ve diğer Afrika ülkelerinde yaşayan Şii milisler, bu savaşa destek vermektedir. Şu anda Suriye’de savaşan 14 civarında Şii milis grubu vardır.
Bölgenin güçlü isimlerinden Lübnan Hizbullahı’nın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, DEAŞ (IŞİD) ve Vehhâbîliğin kendi cephelerinde olmadığını söylerken bu grupların savaşın kendisine ait olan ahlâkî kurallarının dışına çıktığını iddia etmektedir. Zaten DEAŞ Sünnî gibi gösterilirken Vehhâbîlik de mezhepler dışı olmakla birlikte bu da Sünnî gibi algılanmaktadır. Gerçekte her ikisinin de Sünnî itikatla alakaları yoktur.
Peki, Suriye’nin durumu Türkiye’yi neden ilgilendiriyor? Esad rejimi Suriye’de baskı ve şiddeti artırınca, ABD, Esad’a ilk tepki veren devlet oldu. Bu Arada Türkiye uzun süre Esad rejimi ile iyi ilişkilerini devam ettirdi. Amerika konuyu “BM” ye taşıyınca Türkiye ve Arap Birliği ülkeleri bölgede inisiyatif kurmaya çalıştılar.
Türkiye, Suriye ile 910 km ortak sınıra sahiptir. İki ülke arasındaki sınır doğuda Dicle, batıda Akdeniz’e kadar uzanır. Doğuda Şırnak, batıda ise altı ilimiz Suriye sınırındadır.
Suriye krizi İran ve Arap birliğinin müdahalesiyle uluslararası boyut kazanmıştır. Rusya, İran ve Çin, Anti-Amerikanizmin bir göstergesi olarak Suriye’nin yanında yer almışlardır. 2012’de Arap Birliği tarafından Suriye krizi “BM”ye taşınınca olay küresel boyut kazandı. Beşar Esad PKK/KCK terör teşkilatı liderleriyle temas kurup Suriye’nin kuzeyindeki PKK/KCK uzantısı PYD’ye serbestlik tanıdı. Artık bundan sonra Türkiye için değişik formlarla Suriye’de faaliyet gösteren terör teşkilatlarıyla savaşmak için sınır ötesi harekâtın sebebi daha iyi anlaşılmaktadır. Mesela, ABD Suriye rejimine karşı iken PKK/KCK’nın Suriye uzantısı PYD’yi niçin desteklemektedir? Amerika bölgeden gerçekten çekilmekte midir? PYD, YPG’ye verilen 22 bin 500 tır ve 500 uçak dolusu silahı geri alacak mıdır? Amerika’nın Suriye’de bulunması sadece bölgesel gücün dengelenmesi için midir? Neden Suriye’de rejim yandaşı olan Rusya ve İran, Türkiye ile yakınlaşmaya başlamıştır? İran’da var olan PKK kolu PEJAK neden bu ülkede hiçbir faaliyette bulunmaz? İslami cihatla yola çıkan DEAŞ, neden İsrail’le hiçbir problem yaşamaz? Amerika bölgeden çıkacağını belirtince müttefik olan Fransa niye buna karşı çıkmıştır? Bu soruların hepsinin cevabı nettir: Bölgede İsrail ve petrol varsa bölgeye istikrarın gelmesi zordur. Bu alanda dar bir Üçüncü Dünya Savaşı tatbikatı yapılmaktadır.

BÜYÜK DEVLET GÖSTERGESİ
Devletler artık stratejik ortaklıklar kurmaktadır. Uzun zamandır Amerika’nın müttefiki olan Türkiye, yıllar yılı soğuk durduğu Rusya, Çin ve İran ile gerçekten çok hassas ilişkiler içindedir. Bu çok önemli bir gelişmedir. Çünkü adı geçen devletlerin hiç birisi bu topraklardan el çekmeyeceklerdir. O topraklarda olaylara müdahil olması gereken aslî ülke Türkiye’dir. O topraklar hem coğrafî, hem akrabalık hem de ümmet kavramıyla bizi yakından ilgilendirir. Bu topraklar hem ata mezarlarımızın (Süleyman Şah Türbesi) ve hem de soydaşımız olan Türkmenlerin bulunduğu bölgedir. Şu hâlde hiçbir güç “Orada ne işiniz var?” diye soramaz. O zaman biz de bütün bu emperyalist güçlere “Esas sizin burada ne işiniz var?” diye sorarız.
Balkanlarda fitilini ateşledikleri bombayı Filistin’de ve Orta Doğu’da patlatan Batı, nihayet Osmanlıyı yıktı. Aynı oyunu Türkiye Cumhuriyeti için de devreye sokan bu şerîr güçler, bu sefer başaramayacaklardır. Çünkü olaylara tam zamanında müdahil olduk. Sınırları dışına nüfuz ihraç etmeyen devletler yok olur gider. Artık o Türkiye yok! Fırat’ın doğusu da batısı da manevra ve savaş alanlarımızdır. İçteki bazı kıt akıllı ve vicdanları dumura uğramış olanlar hâlâ, “Orada ne işimiz var” diye feryat etseler de, o topraklarda artık nüfuzumuz da vardır, nüfusumuz da… Gelecek yazımızda buluşmak üzere esen kalınız efendim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.