Tarih dizileri değerlerin yıpratılmasına alet olmamalı

A -
A +

İlim ve irfan, doğru kaynaklar çok okunarak kazanılır. Büyük ilim ehlinin de buyurduğu gibi çok kitap okumak değil okunması gerekeni çok okumak insanı değerli kılar. Maalesef son zamanlarda okumadığımız gibi yanlışa da çok kolay meyleder olduk. Rüzgâr önündeki kavak ağacı gibi hemen eğiliyor, bir şekle ve kalıba girerken de fazla direnç gösteremiyoruz. Kolay şekilleniyor, sloganlara göre yaşıyor, çabuk gaza geliyoruz. Bütün bunlar da maalesef okunması gereken eserlerden tam manasıyla istifade edemememizden kaynaklanıyor. Okumayan ve araştırmayan kimseler ise ağzı iyi laf yapan profesyonel laf cambazlarının tuzağına kolay düşebiliyor. Nefsimizi ve duygularımızı yönetemiyor âdeta bunların gönüllü kölelerine dönüşüveriyoruz. Bilgisayar oyunu, sosyal medya, dizi ve filmlerin esiri olmuş en mütedeyyin görünen gençliğe bile “aşk ve arkadaşlık” adı altında bazı şeyler pompalanırken bunları meşru görür hâle geliyoruz da birkaç dertli dışında bunları çok fazla kafaya takmıyoruz. Özellikle bu hassasiyetlere hizmet ettiğini düşündüğümüz TV dizileri de maalesef bu sürüklenişe hizmet ediyor. Buna karşı bir dik duruş sergileyemediğimiz gibi karşı projeler de bozulmayı körüklüyor. Bu körükleme durumu ise farkına varılmadan yapılabildiği gibi cehaletin ürünü yaklaşımlardan da beslenerek yapılabiliyor maalesef! Bu konuyu açalım biraz…

Bir tarih dizisinde danışmanlık yapanların sadece tarih ilmini bilmesi yetmez. Dizinin anlatıldığı ilgili dönemin sosyal ve kültür hayatını dizayn eden hassasiyetlerin de tam ve eksizsiz bilinmesi gerekir. “Efendim, eskiden bu tür diziler yapılamazdı şimdi bu da olumlu gelişme” minvalindeki kaçamak yaklaşımları savunanların bilmesi gerekir ki işi buraya kadar getirenin daha iyisini yapmaya iktidarı da imkânı da var demektir. İnsan farkına varmadan hata da yapar zarar da verir. Fakat yanlışı uyaracak birileri çıkmazsa bu durum, gelecekte kanıksanmış tehditlere dönüşür. Üstelik bu zararların farkına varılmadan ve hissettirilmeden verilmesi, bunun da bizim mahalleden olmanın verdiği rahatlıkla yapılması çok tehlikeli bir sürecin başlangıcı olacaktır. Öyle ki bu hataları yapanlara karşı kültürel hassasiyetler noktasında güven oluşmuş ve zaman zaman verilen desteklerle de bu noktada milletin vicdanında yer bulmakta zorlanmamışlardır. Bu tehlikeli yaklaşımlardan bazılarına değinelim…

Özellikle bu tür dizilerde “kadın” teması kesinlikle yanlış işlenmektedir ve özellikle son dönem tarih dizilerinde bu temel değerler farkına varılmadan aşındırılmaktadır. Öyle ki Osmanlının beylik öncesi döneminin işlendiği bir dizide ele alınan kadın faktörü çok büyük oranda İslamiyet öncesi kadın figürünü temsil etmektedir. İslam öncesi Türk tarihinde kadın, devlet siyasi teşkilatında hakanla birlikte toylara ve kurultaylara katılır, karşısındakiler bilge kimseler de olsa herkesle iletişiminde rahat tavırlar takınabilirdi. Bu konuda sahip oldukları inanış da buna müsaade ederdi. Fakat İslamiyet’in kabulüyle birlikte bu konuda bir hassasiyet oluşmuş, nerede, hangi şartlarda, nasıl bir duruş sergileyeceklerini inançlarına göre şekillendirmişlerdir. Fakat bu dizilerde din hassasiyeti yüksek koskoca bey, sofrada karşısında oturan yabancı kıza âşık olmuş bir edayla o kadar rahat bir yaklaşım sergiliyor ki âşık olmuş gözler anında karşısındaki iffet timsali hanım tarafından çok kolay karşılık görebiliyor. Bu yaklaşım, o insanların bazı temel hassasiyetlerini ayaklar altına almak değil de nedir? Bir senarist veya yapımcı bugünün fantezileri ile o yüce insanların değerlerine bu kadar kolay nasıl leke sürebilir? Bazı hassasiyetlerin ne olduğundan bu yapımcıların ya haberi yok ya da bu yüce insanların hassasiyetleri ile başka bir dertleri var. Sürekli değerleri aşındırılan gençlikten şikâyet edip duruyoruz. Bu şekilde sergilenen bir yaklaşım ortada kültür ve değer bırakır mı? Bununla birlikte verilen hatalı mesajlar yarın domino tesirine sebep olacağından başka değerlerin de aşındırılmasına vesile olacaktır.

Ayrıca bugünlerde Sultan Abdülhamid Han dönemini anlatan bir dizide ise garip yaklaşımlar görülüyor. Kadın denilince bizde niçin hep entrika ve dalavere anlaşılır bunu da anlamak mümkün değil! Dizideki kadınlar sürekli birbirinin arkasından iş çevirmekle meşguller! İş böyle bir hâl almışken şunu da sormadan edemiyoruz; “Günümüz kadınının haklarını savunduklarını iddia eden samimiyetsizlerin geçmişte yaşamış kadınların haklarını savunduklarını gören veya işiten var mıdır acaba. Bunu da merak ediyoruz doğrusu?” Mevzubahis olan “hak” kavramı ise bunun geçmişi ve bugünü olur mu? Zira Osmanlı yükselme dönemini işleyen tedavülden kalkmış bazı eski dizilerde ele alınan fettan kadın figürleri, birtakım yapımcıların kendi bilinçaltlarındakilerin dışa vurumuydu. Peki, bizden görünüp bize ait değerleri farkına vararak veya varmayarak yıpratan sorumluların bu bahsettiğimiz kimselerden ne farkı kalıyor? Birisi açıktan yaparken diğeri hissettirmeden bunu yapıyor ve bunların verdiği zayiatlar diğerlerinden daha fazla oluyor. Mesela, sokakta artık herkes selam verirken ve Resulullah’ın mübarek ismi şerifini duyunca elini göğsüne koyuyor. Özellikle bu, gençler arasında hızla yayılıyor. Fakat bu İslamiyet’te olmayan bir şeydir ve bu şekilde selam vermek Mecusi âdetidir, bidattir. (Kaynaklar: Kitâb-üs-sünnet-i vel cemâ’at, Rüknülislâm İbrâhîm; Kitâb-üs-sünnet, Zâhid-i Saffâr; Segâir ve Kebâir, İbni Nüceym Zeyneddîn Mısrî.) Kültür ve değerler bir ağaç gibidir. Ağaç da toprak ve su olmadan yaşayamaz. Kültür ve değerlerimizi diri ve hayatta tutan da inanç faktörlerimizdir. Bu faktörler olmadan kurulmaya çalışılacak değer kaideleri kalıcı olamaz.  

Ayrıca dizinin son bölümlerinden birinde çalgı eşliğinde “ey gaziler” türküsünün mescitte söylenmiş olması mevziye siperlenmiş bazı reformist kafaların iştahını kabartabilir ki bu, gerçek yıkımın başlaması manasına gelir. İşin muhatapları tarafından buranın oturmak için divan konmuş bir yer olduğu itirazı gelebilir ki o zaman işin muhataplarına şunu sormak gerekir; “Madem burası bir mescid değilse mihrabın orada ne işi var?”

Bununla birlikte Osmanlıyı kuran o mübarek insanlar bırakın haram işlemeyi bir mekruh işlemekten bile hassasiyetle kaçınırlardı ki beyin toyda yemek yerken “Haydi âşık, bir şeyler çal da gönlümüz şenlensin” demesi mümkün değildir. Çünkü İslamiyet’te çalgı dinlemenin yasaklandığı fıkıh kitaplarında apaçık ifade edilir ki o insanlar bu konularda çok hassastırlar. Zira Sultan Alparslan: "Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz Müslümanlarız, bid'at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı..." demiştir. Buna göre, Ertuğrul Bey'in Sultan Alpaslan’dan daha az hassasiyet sahibi bir Müslüman olduğunu iddia edebilecek bir cahil var mıdır? Öyle ki bu konuda birçok hadis-i şerif vardır.  Zira Haşr suresinin 7. âyeti kerimesine göre “Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!” emri mucibince zaten Resulullah’ın yasak ettiğinden de kaçınılması emredilmektedir. Bütün bunlara rağmen din-i İslam’ın cihana hâkim olması için gece-gündüz mücadele eden, gözyaşı döken, hem ter hem kan akıtan o mübarek insanlara bu kadar basit günah işletmek hangi maksada hizmet etmektir?

Kültürümüzde kıble istikametine gafletle tükürdüğü için evliyalık derecesi elinden alınanlar vardır ki bir mekruhu bile işlemekten imtina eden o mübarek insanların haram işlediğini iddia etmek vebal değil midir? Bu şekilde davranarak o temiz/pak insanların davalarına ve bu milletin aziz nesline nasıl zarar verildiğinin farkında mıyız? Böyle yaparak neye hizmet ediliyor?

Ayrıca dizilerdeki zikir sahneleri ise çok hüzün verici! Bazı tarikatlarda sesli zikir olsa da çalgılı zikre izin veren mürşid-i kâmil yoktur. Yukarıda da belirtildiği gibi bir mekruhu işleyen en ağır biçimde derdest edilirken haram işleyen bir kişi Allah dostu bir mürşid-i kâmil olabilir mi? Çünkü çalgının yasak olduğu kesin olmakla birlikte bunu ibadetlere karıştırmanın küfür olduğu da muteber kaynaklarda apaçık yazar. Ayrıca bu konuda müftü’üs-sakaleyn (insanlara ve cinlere fetva veren şeyhülislam) Ebussuud Efendi fetvası da herkesin malumudur. Hatta Peygamber efendimizi övmek ibadettir. Bir yerde tef çalan kadınlar Resulullah’ı görünce O’nu övmeye başladıklarında Peygamber efendimiz bunu yapan kadınları yaptıklarından menetmiş ve mübarek kulaklarını kapatarak dinlememişlerdir.

Tabiîn’in büyüklerinden Hazret-i Nâfi anlatır: “Sahabeden Abdullah bin Ömer’le beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Kulaklarını parmaklarıyla kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. (Ney sesi daha işitiliyor mu?) dedi. (Hayır, işitilmiyor) dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. (Resulullah da böyle yapmıştı) dedi.”

Bununla birlikte TDK lügatinde “musiki” mefhumu, Kulağa hoş gelen sesler dizisi” olarak ifade edilmektedir. Yani bu sesler çalgılı olabileceği gibi çalgısız da olabilir. “Padişahlar musiki ile uğraşmıştır” derken niçin ısrarla “İslamiyet’in yasakladığı çalgı sesleri” anlaşılır bu da çok garip doğrusu! Bir kimse tabiat, insan ve toplum gibi meseleler üzerine yazdığı şiiri oturup çalgı olmadan musiki perdelerine uydurarak sade insan sesiyle söylemiş olamaz mı? Musiki denilince hemen çalgının anlaşılması ve dizilerde padişahların elinde kahve fincanı ve bastonla resmedilerek çalgı dinlediği görselinin ele alınması gerçekten ibret verici bir cehalettir. Zira Osmanlı padişahlarının Yavuz Sultan Selim Han döneminden sonra “Halife-i Ruy-i Zemin” olma gibi bir özellikleri de vardır ki bu mübarek makamın haram işleyen ehillere teslim edilmiş olduğu izleniminin verilmesi de “dizilerin kültür hayatımızın gerçeklerinden ne kadar kopuk olduğunun” açık göstergesidir. Ayrıca devletin bir evrakına bile abdestsiz imza atmayan, teyemmüm almak için başucunda tuğla taşıyan ve “biz bir sünnet ölçüsüne uymazsak Ümmet-i Muhammed bundan zarar görür” diyen koca hünkârın bu hassasiyetini sarsmaya çalışmaktan maksadınız nedir? Koca hakana haram işletme merakı ya cehaletten ya da gafletten kaynaklanan bir durumdur.

Bu tarih dizilerinde daha sayılabilecek onlarca hata mevcuttur. Bu durum da gösteriyor ki; dizi ve filmlerde, Osmanlı tarihini o müstesna insanların dinî ve kültürel hassasiyetlerini tam bilmeden sağlıklı biçimde anlatabilmek mümkün değildir...

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.