ULU TÜRKİSTAN İnançlar, tahribat, Selefîlik…

A -
A +
Dr. H. Ahmet Şimşek
Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi 
simsekahmet@hotmail.com
 
 
Türkistan’da yıllardır istediklerini alamayan emperyalist güçler Müslümanlığı da kullandı. Selefîler yoğun bir şekilde bu coğrafya üzerinde çalıştı. Dinlerini yaşamayı özleyen halkın bu zaafından istifade ederek bazı terör örgütlerine zemin hazırladılar. Hizbuttahrir ve DEAŞ gibi terör örgütleri sahte yüzleriyle ve sosyal medyayı da kullanarak bilhassa gençleri kullanmak istediler.
 
 
Türkistan’a “ulu” dememizin sebebi büyük bir yüz ölçümüne sahip olmasından dolayıdır. Çünkü bu coğrafya Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Doğu Türkistan’ı da içine alan ve yaklaşık olarak Avrupa kıtasının yarısı, Avustralya kıtasının üçte ikisi ve içinde bulunduğu Asya kıtasının da dokuzda biri büyüklüğündedir. Rakamla ifade edecek olursak yaklaşık 6 milyon km²dir.  Zaten “ulu” (ulı veya ulığ) tabiri büyük, çok büyük, en büyük manalarını ihtiva eder. Burada şunu da hassasiyetle belirtmek isterim ki, Türkistan’a Orta Asya demek buranın adını yanlış söylemektir ya da adını değiştirmeye çalışmaktır. Türklerin ana yurdu Orta Asya değil Türkistan’dır ve zaten “Türklerin yurdu manasına gelen TÜRKİSTAN adı verilmiştir. Doğusu, batısı, güneyi ve kuzeyiyle birlikte bütün Türkistan’a ULU TÜRKİSTAN diyoruz. Anadolu da Trakya ile birlikte TÜRKİYE’dir.  Bu adları değiştirmeye çalışmak kanaatimce hata değil suçtur.
Ulu Türkistan’ın tarihi demek Türk tarihi demektir. Zaman zaman çok kısa sürelerle bazı istilalara maruz kalmış olsa da bu coğrafyanın sahibi hep Türkler oldu. Kadim Türkler; Sakalar, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Harzemşahlar, Timurlular, Selçuklular ve daha nice hanlıklar, Türk boyları Ulu Türkistan’da büyüyüp dünyaya hâkim oldular. Türkiye Selçukluları ve Osmanlılar, kökü Türkistan’da olan atilerdir. Günümüzde de Ulu Türkistan’da Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan bağımsız devletleriyle birlikte Çin’in hegemonyasında inim inim inleyen Doğu Türkistan ve Rusya Federasyonu içinde Tataristan, Çuvaşistan, Başkurdistan, Altay, Hakas, Yakut ve Tuva Özerk Cumhuriyetleri var. (Kafkaslardaki özerk Türkleri farklı coğrafya olduğu için yazmadım.)
Türklerin inanç tarihine baktığımızda hep tek tanrı yani vahdetivücut (varlık birliği) inancıyla donanımlı olduklarını görürüz. Tarihin bazı dönemlerinde siyasi sebeplerle Çin ve Hint dinlerine kısa süreli girmiş olsalar da tekrar ananevi dinlerine girdiler. İslamiyetle tanıştıktan sonra ise hızla Müslüman oldular ve Ulu Türkistan coğrafyasında hadis, tefsir ve tasavvuf ilimlerinin merkezlerini kurarak yüce İslam dininin yayılmasında ve yaşanmasında misal teşkil eden bir millet oldular. Buhara, Semerkant, Kâşgar, Yesi ve Maveraünnehir denince ilimle iştigal eden bir bilim adamının kayıtsız kalması mümkün değildir. Hatta 15. asırda Uluğ Bey, Semerkant’ta rasathane bile kurarak astronomi ilmini icra etti. Matematik, cebir, tıp, fizik ve kimya ilimlerinin temsilcilerini hepimiz biliriz. Harezmî, Ali Kuşçu, İmam Buhari, Müslim ve daha onlarca ilim adamı bilim dünyasında iz bıraktılar. Hâl böyle olunca Ulu Türkistan’a “Kutsal Bölge” bile dense yeğdir.
Bir önceki yazımda belirttiğim gibi Türk boyları arasında Müslümanlığın yayılmasında Hazreti Pir Hoca Ahmed Yesevî’nin büyük emeği var. Biz Türkler dinimizi ve dilimizi bir yerde ona borçluyuz. Çünkü Ahmed Yesevî o gün itibarıyla insanları ahlaki ve itikadi mevzularda bilgilendirerek önce iman ve iyi amel üzerine yoğunlaştırdı. Ayrıca sohbetlerini halkın kendi dili üzere yaptı ve Divan-ı Hikmet gibi bir şaheseri de yine Türk dilinde yazdı. Bir milleti millet yapan en önemli unsur dildir. Şayet dilini unutursa benliğini ve etnik yapısını kaybeder. Bunu biz; Avrupa’yı ele geçirdikleri hâlde zamanla buraya yerleşerek asimile olan Avarlar, Peçenekler, Uzlar ve Hunlarda müşahede ediyoruz.
 
RUS BASKISI…
 
Türkistan coğrafyasında bugün bağımsız birer devlet olan kardeş Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan her ne kadar resmî olarak yetmiş sene Sovyetler Birliği içinde yer almış olsalar da bunun iki asra yakın bir baskısı var. Ruslar, Altınorda Devleti’nin topraklarını ele geçirince gözlerini Türkistan hâkimi Türkler üzerine diktiler ve senelerce süren baskı ve hücumlardan sonra emellerine ulaştılar. Elbette bu savaş Ruslarla Türkistanlılar arasında olmadı. Tıpkı Çanakkale’de olduğu gibi bir tarafta Türkler diğer tarafta ise bütün emperyalist güçler vardı. Yani İngilizler ve Çinliler de Türkistan’ın sadece Türklere bırakılmasını istemiyorlardı. Bolşevik ihtilalinden sonra Lenin, kelimenin tam manasıyla Türkleri kandırdı. Eğer Sovyetler Birliği’ne katılırlarsa aralarındaki savaşın biteceğini ve kendilerine bağımsız birer devlet olma imkânı verileceğini söyledi. Sadece dış işlerinde kendileriyle birlikte hareket etmeleri gerektiğini, iç işlerinde, din ve kültürlerinde tamamen özgür olacaklarını vadetti. Fakat özellikle Stalin zamanında Türkler tam bir soykırıma maruz kaldılar. Kırım ve Ahıska Türkleri bugünkü Ukrayna ve Gürcistan topraklarında bulunan vatanlarından soğuk bir kış gecesinde yük vagonlarına doldurularak binlerce kilometre uzaktaki Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’a sürgün edildiler. Yolda yarısı öldü.
Ayrıca binlerce Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen aydınını rejime muhalefet ettikleri bahanesiyle idam ettiler. İkinci Dünya Savaşı'nda bütün erkekleri toplayıp cepheye sürdüler. Geleneklerinden ve geçim yollarından ayırmaya çalıştılar. Zaten azalan nüfuslarına bir de doğum kontrol politikası uyguladılar. Nüfusları artmadı. Camileri ve medreseleri kapatarak sosyalist bir eğitim modeli yürüttüler. Kendi yetiştirdikleri sahte din adamları aracılığıyla onları alkolün haram olmadığına inandırdılar ve alıştırdılar. Alfabelerini değiştirerek dillerini bozdular ve aynı soydan gelen ve aynı dili kullanan Türk devletlerinin halklarını birbirleriyle ancak Rusça konuşarak anlaşabilir hâle getirdiler...
Bütün bunlara rağmen Türk asıllı bu kardeş devletler dinlerinden, örf ve âdetlerinden asla vazgeçmediler. Saklı gizli de olsa dinî bayramlarını yaptılar, çocuklarını sünnet ettirdiler, doğum, ölüm ve evlenme törelerini yaşattılar. Bütün bunların Ahmed Yesevî, İmam Buhari, Müslim ve Şah-ı Nakşıbendî gibi manevi büyüklerin yüzü suyu hürmetine yaşadığı düşüncesi elbette yabana atılır bir düşünce değil. Bugün Ulu Türkistan’da yaşayan bütün Türkler, Müslüman ve Hanefi mezhebine mensupturlar. Hatta Ehl-i sünnet tarikatları bazı bölgelerde yaşamaktadır.
Ne zaman ki, Türkistan Devletleri bağımsızlıklarına kavuştu işte o zaman Hristiyanlık kisvesi altında birçok sahte mezhep ve tarikat buralarda cirit atmaya başladı. İlk önce Evangelistler ve Yehova Şahitleri hemen misyonerlerini gönderdiler. Bağımsızlıklarının ilk yıllarında işsiz ve çaresiz halkın duygularını sömürerek onlara sahte sözlerle yaklaşıp kendilerine çekmeye çalıştılar. Kanuni boşluklardan faydalanıp dernek adı altında dinî ve siyasi propaganda yaptılar. Çocuklarını eğitim vaadiyle ülkelerine göndermek istediler. İhtiyaç sahiplerine para bile verdiler. Ancak foyaları çabuk meydana çıktı; önce halk uyandı, sonra da yöneticiler kanunları düzenleyerek önlerine set çektiler. Geleneklerine bağlı halk artık bunlara yüz vermiyor.
 
VEHHABİLİK KULLANILDI
 
Bu yolla istediklerini alamayan emperyalist güçler hemen taktik değiştirerek Müslümanlığı kullanmaya başladılar. Vahhabiler ve Selefiler yoğun bir şekilde bu coğrafya üzerinde çalıştı. Dinlerini yaşamayı özleyen halkın bu zaafından istifade ederek bazı terör örgütlerine zemin hazırladılar. Hizbuttahrir ve DEAŞ gibi terör örgütleri sahte yüzleriyle ve sosyal medyayı da kullanarak bilhassa gençleri kullanmak istediler. Hatta bazılarını Irak ve Suriye’ye bile çağırdılar. Nitekim biz bunu iki sene evvelki yılbaşında İstanbul’da tarihe "Reina katliamı" olarak geçen terör saldırısında kullanılan Uygur asıllı bir teröristle yaşadık. Bu hadiseyi müteakiben harekete geçen bölge ülkeleri hızla tedbirlerini aldılar ve bu gayrimeşru örgütleri takibe başladılar. Öte yandan ülkemizi iç savaşa sürükleyecek olan 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden de ders alarak onların okullarını derhâl devlet kontrolüne aldılar. Hemen şunu belirteyim; Özbekistan, bu okulların faaliyetlerine doksanlı yılların başında son vermişti.
 
NELER YAPILABİLİR?
 
Peki, bundan sonra Ulu Türkistan için bu konuda ne yapılmalı?
1- Bunun için Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı bir örnek. Camilerin ve halkın dinî törenleri Kur'ân ve sünnete uygun olmalı. Yaklaşık on yıl önce Kazakistan’da bir genelge yayımlandı; “İslami ibadetler ve dinî faaliyetler Hanefi mezhebine göre yapılır” şeklinde. Bazıları bunu mezhepçilik yapılıyor şeklinde algılayabilir ama bana göre çok doğru bir hareketti. Zaten Kazakistan’da Müslüman olup da Hanefi mezhebi mensubu olmayan yok. Üstelik Kazaklar, Hoca Ahmed Yesevî yolu dışında bir anlayışa dönüp bakmazlar bile. Eğer böyleleri varsa onların arkasında başka güçler vardır. Bu uygulama, diğer Türk Cumhuriyetlerine örnek olabilir. Mesela; Özbekistan’da çok önemli İslam âlimleri metfun ve onların eserleri günümüze kadar gelir. Özbekler de “Biz Muhammed Nakşıbendî hazretlerinin yolunda gidiyoruz” deseler böylelikle Vahhabilik ve Selefîlikten kendilerini korumuş olurlar.
2- Dinimizin modern ilimlerle olan ilişkisi ve tarihteki özellikle fen bilimlerinde dünyada iz bırakan ilim adamları hatırlatılmalı. İslam dininin asla ilim ve fenle çatışmadığı iyi anlatılmalı.
3- Okullarda din dersleri hiç değilse bir veya iki sene okutulmalı. Fakat bunun için öncelikle bu dersi okutacak öğretmenler yetiştirilmeli. Bütün Türk Cumhuriyetlerinden bize öğrenciler geliyor. Bunların içinde imam hatip ve ilahiyat alanlarında okuyanlar var ama bunlar çok yetersiz. Kendi içlerinde devlet kontrolündeki okullarda din adamı yetiştirilmeli. Öğretmenler vatanını seven ve devletine bağlı eğitimciler olmalı.
4- Dinî bayramlar tatil olmalı ve geleneksel olarak kutlanmalı. Bu kutlamalarda zaten iyice azalan alkol tüketiminin haram ve kötü bir âdet olduğu söylenmeli, hatta o günlerde yasaklanmalı.
5- Kur’ân-ı kerim ve Peygamber Efendimizin sünneti halka anlayabileceği bir dilde anlatılmalı. Tarihte yaşamış olan manevi büyüklerinin hayatları öğretilmeli.
Bu yazdıklarım genel konular, elbette daha başka hususlar da vardır. Ulusal ve bölgesel olarak bunlara ilave edilebilecek nüanslar tabii ki olur. Unutmayalım ki, Ulu Türkistan tam bağımsızlığa kavuşalı henüz yirmi yedi yıl oldu. Türkiye’mizin yüz yıla yaklaşan bağımsızlık tarihinde ne badireler atlattık. İnşallah çok geçmeden Türkistan coğrafyası ile aramızdaki uzun yollar kısalır ve birlikte hareket etme kabiliyetine kavuşuruz.          
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.