I. Dünya Savaşı'nda Rusya’daki esir Türk askerleri

A -
A +
Numan Aydoğan Ünal İhlas Vakfı Türk Dünyası Koordinatörüturkdunyasi@hotmail.com
  Ruslar 1914’te Birinci Dünya Savaşı'nda, 70 bin kişiyi, zor şartlar altında yürüterek Azerbaycan’a kadar götürdüler. Burada 10-15 bin kadarını Nargin adasına doldurdular. Geri kalanları ise trenlere bindirerek Rusya içlerine, Sibirya’ya gönderdiler. Nargin Adası’nda ve yollarda büyük insanlık dramları yaşandı…   Moskova yakınlarında trenler dolusu Türk esiri, karantina olduğu gerekçesiyle kilitli vagonlarda haftalarca aç susuz bırakılırdı. Dışarı çıkamayan esirlerin çoğu açlıktan, susuzluktan ve hastalıktan hayatını kaybediyordu   Rusya’daki Türk esirler hakkında bugüne kadar yeterli araştırma yapmadı.       Türk milletinin tarihte maruz kaldığı en büyük felaket ve facialardan birisi de Birinci Cihan Savaşı’dır (1914-1918). Bu savaş neticesinde Osmanlı Devleti parçalandı. Yüz binlerce asker-sivil öldü. On binlercesi yurdundan yuvasından uzak diyarlara hicret etti. İki yüz bin asker de esir oldu. Anadolu’da hemen her aileden birkaç şehit ve esir vardır. Bu savaşta esir düşen Osmanlı askerleri, dünyanın en ücra köşelerinde ağır hayat şartları altında yaşama mücadelesi verdi. Bu esirlerin 70 bin kadarı da Rusya’nın, Sibirya’nın uçsuz bucaksız coğrafyasındaki yirmi kadar kampa sürüldü. Esir kamplarında zor hava şartları, hastalıklar ve açlık neticesinde pek çoğu hayatlarını kaybetti. Şu hususu üzülerek ifade edelim ki tarihçilerimiz bu Türk esirler hakkında bugüne kadar yeterli araştırma yapmadı. Edebiyatçılarımız da esirlerin hayat ve hatıralarını dile getiren ciddi eserler vermedi. Bilindiği gibi Ruslar 1914’te Birinci Dünya Savaşında, Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmını işgal ettiler. Esir aldıkları çoğu asker ve sivil olan 70 bin kişiyi, zor şartlar altında yürüterek Azerbaycan’a kadar götürdüler. Burada 10-15 bin kadarını Nargin adasına doldurdular. Geri kalanları ise trenlere bindirerek Rusya içlerine, Sibirya’ya gönderdiler.   İLK KAMP NARGİN ADASI   Rusya’nın Kafkasya coğrafyasındaki en büyük toplama kampı Nargin adasıydı. Burası, esirlerin Rusya, Sibirya içlerine sevk edilmeden önce kaldıkları son kamptı. Kamp, zorla götürülen esirler için kısa müddetli bekleme yeriydi ancak uzun süre kalanlar da olmuştu. Kalanlar, çoğunlukla küçük rütbeli askerler ve erler idi. Subaylar, firar edebilir endişesiyle Sibirya’nın iç kısımlarına gönderiliyordu. Nargin Adası’nda çok miktarda yılan vardı, bu yüzden “Yılan Adası” olarak da adlandırılıyordu. Türk esirlerce buraya “Cehennem Adası” adı verilmişti. Esirlerin doldurulduğu barakalar tahtadan yapılmıştı ve son derece dayanıksızdı. Şiddetli rüzgârlarda camları kırılıyor ve bütün soğuk hava koğuşlara doluyordu. Adaya ilk gelenlere yatmak için içi saman dolu şilteler verilmişti. Hatta sonradan gelenlere şilte dahi verilmemişti. Doğrudan kuru tahta üzerinde yatıyorlardı. Bazen aşırı izdihamdan dolayı barakaların içlerinde yatacak yer kalmıyordu. Kampın yemekhanesi ve çamaşırhanesi de yoktu. Yemekler, mecburen yatılan yerlerde yeniliyordu. Kampların temizlik şartları çok kötü olduğundan bit, pire salgını başladı. Adada esirlerin kullanabileceği iki adet tuvalet vardı. Deniz kenarında, çok pis, duvarı ve çatısı olmayan bu tuvaletleri geceleri kullanmak son derece tehlikeliydi, denize düşme riski vardı. Kampta içme suyu sıkıntısı da vardı. Su Bakü’den getiriliyordu. Suyun dağıtımı sırasında güçlükler yaşanıyordu, bu sebeple günlerce su içemeyenler dahi olabiliyordu.   AZERBAYCAN HALKININ TEPKİSİ   Nargin adasına doldurulan Türk esirleri, Azerbaycan halkını çok müteessir etti. Mesela “Hümmet” gazetesinin redaktörü Neriman Nerimanov, 28 Kasım 1917 tarihli “Gözyaşı Döktürten Cezire” başlıklı makalesinde konuyu şöyle dile getiriyordu: “Keşke ben bu cezireye (adaya) gitmeseydim. Keşke bir deri bir kemik bedenleri, sıfatsız yüzleri görmeseydim. Keşke 'efendim su!' 'efendim yemek!' sözlerini duymasaydım. Keşke çıplak, dudakları soğuktan titreyen, yüzleri morarmış, annesiz babasız küçücük çocuklarla konuşmasaydım. Keşke hastanelerde başları tuğlanın üzerinde can veren yiğitlerle karşılaşmasaydım. 1200 insan evladı bugün ölüm sırasında duruyor. 6 bini ise buna hazırlanıyor. Tifo mu, veba mı veya başka bir bulaşıcı hastalık mı bunları adaya kurban edecek? Sadece açlık, susuzluk ve soğuk... Müslümanlar 'efendim su!' diyerek gözlerinize baktığında sanki 'Siz insan mısınız? İnsaniyete ait kanunlarınız var mı? Siz millet evladı mısınız? Zavallı millet evlatlarına cevabınız ne?' demek isterler. Her gün hastalar arasında vakit geçiren, türlü türlü hastaların inlemelerini duyan, onların son dakikalarını gören ben, kendimi tutamayarak ağladım... Ağlamamak mümkün mü? Emin olunuz siz de benim gördüğümü görseydiniz ve elinizden bir şey gelmediğini düşünseydiniz, siz de benim gibi ‘Keşke bu adaya gelmeseydim’ derdiniz...” Osmanlı esirleri ana vatanlarından ayrıldıktan sonra, yollarda ve ulaştıkları Çarlık Rusyası coğrafyasında yaşayan Türk kardeşlerinden çok büyük ilgi ve yardım gördüler. Azerbaycan Türkleri “kardeş kömeyi (kardeş yardımı)” parolasıyla, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir yardım çalışması başlattılar. Azerbaycanlıların kurdukları Millî Yardım Komiteleri, Nargin adasındaki esirlere gizliden, günlük ihtiyaçları için yardım ulaştırdıkları gibi, bazılarını da oradan kaçırarak ana vatanlarına ulaşmalarına yardımcı oldular.   ESİRLER SİBİRYA YOLUNDA   Nargin adası, Türk esirlerin Kafkasya’da kaldıkları son nokta idi. Bundan sonra kalacakları asıl kamplara doğru, trenlerle hareket eden esirler, uzun bir yolculuk yapacaklardı. Tepluşki adı verilen yük vagonlarında yolculuk yapmak çok zordu. Vagonun iki tarafında, ranza tarzında iki tahta sıra uzanmaktaydı. Isınma, vagonun ortasındaki büyük demir sobayla sağlanıyordu. İçerisi dışarıdan çok farklı değildi çünkü yakacak yoktu. Soğuk vagonlarda aylarca süren yolculuk, hastalıklara sebep oluyordu. Vagonların bir köşesine tuvalet ihtiyacının karşılanması için bir kova konmuştu. Esirler, tuvalet için konulan bu kovada sırayla çamaşır da yıkarlardı. Esirlerin bu soğuk vagonlarda karşılaştığı başka güçlükler de vardı. Mesela Moskova yakınlarında trenler dolusu Türk esiri, karantina olduğu gerekçesiyle kilitli vagonlarda haftalarca aç susuz bırakılırdı. Dışarı çıkamayan esirlerin çoğu açlıktan, susuzluktan ve hastalıktan hayatını kaybediyordu.   RUSYA’DA ESİR KAMPLARINDA ÇİLELİ HAYAT   Rusya’da kamplara trenlerle ulaşan esirlerin feci hayatları ile ilgili Moskova Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsünden Prof. Dr. Alfina Sıbgatullina şunları kaydediyor: 1914 yılının Aralık ayı sonlarında Samara’ya ulaşan ilk trenlerin birini karşılayan Samara Belediye meclis vekillerinden A.N. Naumov kendi hâtırâtında şöyle yazıyor: “İlk vagonun sürgüsünü ve kapısını açtığımızda, biz hemen irkilerek geriledik; çünkü açık vagonlardan ayak ve kolları donmuş, gözleri açık kalmış birkaç ölü beden düştü. Sağ kalanların durumu da onlardan pek farklı değildi. Çoğunluğu tifüs hastalığından şuurunu kaybetmiş ve sayıklıyordu. Bazı vagonlar tamamıyla ölülerden ibaretti. Böyle ölü dolu vagonların şehrimize gelmesi, Samara halkını çok üzdü. Bazen vagonlardan çıkartılan cesetler istasyonda öylesine birikiyordu ki, belediye onları gömmeye yetişemiyor, bundan dolayı şehir dışında araziler kiralayıp Türklerin ölülerini orada istif ediyordu. Bu büyük ve korkunç istifler üzerine gazyağı dökülür ve orada yakılırlardı...” Dr. Tülin Uygur da, İsveç Devlet Arşivi’ndeki Kızılhaç kayıtlarına dayanarak, Türk esirlerin çektikleri sıkıntıları şöyle dile getiriyor: “1917 yılında esirler, Murmansk ve Karadeniz demir yolu inşaatlarında insafsızca çalıştırıldılar. İklim şartları ve hastalıklardan dolayı buralarda günde 30-40 esir ölmekteydi. Bir kampta, dışarısı eksi 40 derece soğukken, şu garip yazı göze çarpmaktaydı: ‘Fayans sobalar ısınma için değil havalandırma içindir, esirler kendi ısılarıyla ısınmalıdır.’ Uzun süre değiştirilmeden kullanılan elbiseler, rutubet ve pislik sebebiyle parçalanıyordu. Esirlere elbiselerini onarabilmeleri için iğne, iplik; yama yapabilmeleri için kumaş verilmediğinden, Sibirya’nın korkunç kış şartlarında yarı çıplak dolaşan savaş esirleri, yürekleri parçalıyordu. Bir kısmının paltosu, çoğunun da ayakkabıları yoktu. Ayaklarını saman ve paçavralarla sararak, soğuğa karşı korumaya çalışıyorlardı. Hemen bütün kamplarda bit, pire gibi haşereler esirlerin vücudunu sarmıştı. Sabah akşam vücudunda ve elbiselerinde bit ayıklayan esirlerin görüntüsü o kadar tuhaftı ki, kimseye haber vermeden teftişe çıkan İrkut kampındaki general, esir barakasındaki bütün esirleri tuhaf bir şekilde bit ayıklarken görünce hemen 'bit ayıklama' yasağı getirdi.”   TOPLU ÖLÜMLER YAŞANAN KAMPLAR   Toplu ölümlerin meydana geldiği kamplardan birisi de Stretensk kampıdır. Bu kamp, Baykal Gölü'nün doğusundadır. Burada çoğu yarı çıplak olan esirler, üzerine, yatak olarak kullanılan saman dahi serpilmemiş, çıplak demir karyolalarda üst üste yatmaktaydılar. Kampın su ihtiyacını karşılamak için, kış kıyafetleri olmadan, zorla su taşımak üzere nehre gönderilen esirlerin el ve ayakları donarak kesiliyordu. Türk savaş esirlerinin bulunduğu Samara eyaletine bağlı Totskoye kampı da toplu ölümlerin yaşandığı ve hayat şartlarının çok zor olduğu meşhur bir kamptı. Hava sıcaklığının eksi 50 dereceye ulaştığı kampta, yatak yapmak için saman, yakacak odun, su ve banyo bulunmaması, ilaç ve tıbbî malzemelerin yokluğu her türlü hastalığa sebep oluyordu. Doktorlar, birkaç gün ömrü kalanları “az hasta”, birkaç saatlik ömrü kalanları “ağır hasta” ve nefrit, tüberküloz, dizanteri, kangren, lekeli humma, çiçek hastası olmayan herkesi de “sağlıklı” olarak ayırıyorlardı. Günde 100-350 esir ölmekteydi; fareler ve köpeklerin kemirdiği istiflenmiş 2500 ölü, gömülmeden bekletiliyor, sonra kızaklara yükleniyordu, yükü iple kızağa bağlandıktan sonra ölülere mezar kazmakla görevli esir arkadaşları bu yükün üzerine oturuyordu. Bunu nasıl yapabiliyorlardı?..  Dışarıdan birisi bu soruyu sorabilirdi. Ama kampta kimse bu ceset yüküne bakmıyordu bile. Burada düşünce, duygu, mantık tamamen donmuştu. Herkesin tek arzusu, ölümün bir an önce gelmesiydi. Bu kampta kısa süre içinde, 25 bin savaş esirinin 17 bini ölmüştü.   TÜRKİYE’NİN BAKÜ BÜYÜKELÇİSİ  ERKAN ÖZORAL'IN NARGİN ADASINI ZİYARETİ   Geçtiğimiz sene Türkiye’nin Bakü Büyükelçisi Erkan Özoral ile askerî ataşe Tuğgeneral Zafer Ocak, adayı ziyaret etti. Bakü Büyükelçimiz sayın Erkan Özoral’ın Nargin adasını ziyaret ettiği gibi, sayın Moskova Büyükelçimiz de, yüzlerce Türk esirin yakılarak gömüldüğü, Samara şehri belediye yetkililerini ziyaret edip oraya bir âbide dikilmesine vesile olursa, şehitlerimize vefâ borcu ödenmiş olur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.