İstanbul seçimleri ve beka meselesi

A -
A +
Dr. Telman Nusretoğlu
Türk İslam Araştırmaları Merkezi Başkanı
 
Zorlu jeopolitik şartlar içinde âdeta yeniden bir millî mücadele yürütülürken siyasi-ekonomik istikrar, millî idealler etrafında kenetlenmek oldukça önemli hâle geliyor. Mesele, bir yerel seçim meselesi olmaktan çıkıyor, ülkü ve ülke meselesine dönüşüyor...
 
Bölgede ve dünyada kritik jeopolitik gelişmelerin  yaşandığı âşikar. Her geçen gün tırmandırılan İran gerginliği, Fırat’ın doğusunda terör örgütü PYD için oluşturulan nizami ordu, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ısrarla denklem dışına itilmeye çalışılması  ve ABD’nin ramazandan sonra açıklayacağı Orta Doğu planı bir bütünlük içinde okunmalıdır. Oyun kurucu global odakların, Rusya da dâhil dünyanın ekseri kritik ülkelerinde etkili uzantıları olduğu için olayları sadece ülkeler ve onların millî çıkarları çerçevesinden bakarak doğru okuyamayız. 
Daha XX. asrın evvellerinde güya emperyalizm karşıtı, ezilen işçi sınıfların savunucusu olarak ortaya çıkan Bolşeviklerin Çarlık hazinesinden el koyup  Avrupa’ya gönderdiği altınlarla  global emperyalizmin en büyük araçlarından biri olan IMF’yi  kuran bir güçten bahsediyoruz. Suriye’nin İdlib bölgesinde yaşanan son gelişmeler, Amerika ve Rusya arasında ılımlaşan ilişkiler, Avrupa’nın tek saf hâlinde Doğu Akdeniz’deki gaz rezervlerinin kullanımı konusunda Türkiye’nin karşısında yer alması aynı sürecin parçaları olarak değerlendirilmelidir. Başka türlü ABD’nin eğittiği, Suriye’nin toprak bütünlüğü için en büyük tehdit oluşturan Fırat’n doğusundaki 60 binlik terör ordusuna yönelik Türk ordusunun operasyonu gündemdeyken Esad’ın İdlib’de harekete geçmesini, Amerika’nın açıktan ilan ettiği Astana sürecinin fişini çekme amacına katkı sunmasını anlamak mümkün değildir. Eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde, Pentagon’da müsteşar yardımcısı olan Andrew Exum birkaç gün önce yaptığı açıklamayla İsrail'in güvenliği için Esad rejimi aniden düşmesin diye Rusya’yla temasa geçtiklerini ifade etmişti. Bu açıklama Suriye’de başından beri nasıl bir oyun sergilendiğini, Amerika’nın Arap dünyasına yönelik demokrasi, insan hakları diye bir derdinin olmadığını ve Esad sonrasında demokratikleşen bölgede Türkiye’nin artan muhtemel etkisini kırmak için ABD ile Rusya’nın zaman zaman iş birliği yaptığını ortaya koymaktadır.  Gelişmeler aynı zamanda dünyanın süper gücü olan ABD üzerindeki İsrail tahakkümünü, merkezinde global dinî-ezoterik paradigmanın olduğu  dünya hakikatini de gözler önüne seriyor.  Hâlihazırdaki gelişmeler ışığında -ne kadar Türkiye’yle iş birliğine muhtaç olsa da- Doğu Akdeniz savunmasında Ankara’nın konumunu zayıflatmak için  Rusya’nın türlü provokasyon ve bahanelerle S-400’leri teslim etmekten imtina edebileceğini bile düşünüyorum. Amaç da oyun da yüz yıl önceki gibidir. Osmanlının dağılmasından sonra kurtlar sofrasına yem olan İslam dünyasının esaret hâlini  daha da derinleştirmek, parçalayarak birbiriyle çatıştırmak, askerî-ekonomik dayatmalarla millî birikimlerini yok etmek, gelişmelerini durdurmak ve servetlerini sömürmeye devam etmek. Yaşanan gelişmeler ışığında bu zillet dayatmasını engelleye bilecek tek kilit ülkenin Türkiye olduğunu, bundan dolayı kuşatma altına alındığını görmeyen kaldı mı? 
Bazen Erdoğan’ın dindarlığı üzerinden dış politikada, özellikle Filistin meselesinde Tel-Aviv’e Araplardan daha fazla tepki veriyoruz. Bu noktada dünyanda mühim güçlerinden biri olan İsrail’le, Türkiye’nin millî çıkarları doğrultusunda ilişkileri geliştiremiyoruz ve bölgede yalnızlaşıyoruz yönündeki eleştirileri hayretle okuyorum. Bu eleştirileri yöneltenlerin idrak etmek istemediği çok  şey var. Sevr’de Türkiye’ye Ermenistan, Kürdistan projesi dayatan, PKK’yı kuran ve silaha boğan, Ankara’yı köşeye sıkıştırmak için Ermeni yalanlarını hevesle dünyaya yayan, 90’lı yılların başında iki kutuplu dünya düzeni çöküp  Avrasya’da muazzam bir Türk realitesi ortaya çıkmışken, Türkiye’yi kendi limanlarında tutmak için  Amerika’da Kürt enstitüsüleri kuran, ‘Çekiç Güç’le Irak’ın kuzeyinde Kürdistan inşa eden bir irade  var. Maalesef bu iradenin de merkezinde Yahudi gücü, aklı, sermayesi bulunuyor. İsrail’in millî güvenlik endişeleri bağlamında  Suriye-Irak-Lübnan  üçgeninde genişleme stratejisi izlediğini, Dicle-Fırat havzasını kontrol altında tutmaya çalıştığını anlamak o kadar da zor değil. Daha 90’lı yıllarda MİT’te önemli görevlerde bulunmuş Hiram Abbas’ın Turgut Özal’a gönderdiği raporunda İsrail’in  Kuzey Irak'ta çok derin ve güçlü bir istihbarat ağı oluşturduğu yönündeki bilgiler basına da yansımıştı. ABD eski başkanı Bill Clinton’un güvenlik kabinesinde yer alan, Amerika’nın Irak Kürtleri’yle alakalı siyasetinin belirlenmesinde oldukça mühim bir yeri  olan Martin Indyk  Yahudi asıllıdır, aynı zamanda İsrail Başbakanı İshak Şamir’in de danışmanı görevinde bulunmuştur. Amerika’nın bölgedeki Kürtlere yönelik siyasetini şekillendiren Washington Kürt Enstitüsünün de başkanı yine Yahudi kökenli Mike Amitay olmuştur...
Örnekleri artırabiliriz; görünen köy kılavuz istemez. Şu anki meselenin özeti Irak’ın kuzeyinden başlayan Fırat’ın doğusuyla devam eden proje, plastarm devletçiği tamamlamak, bu plana engel olabilecek güce sahip olan Türkiye’yi tehdit ederek kendi iradelerine tabi etmektir. Onlar şunu da biliyorlar ki Türklerin ve Türkiye’nin onaylamadığı hiçbir devrim hareketi veya müdahale İran’da başarılı olamaz. Tahran’daki Sasani zihniyetinin temsilcileri de bu stratejik gerçeğin eminim farkındalar. Türkiye’nin fiziki coğrafyasının sınırlarını aşan etki gücü var. Onun için son yıllar yapılan bütün emperyal operasyonların hedefinde kilit Türkiye kalesini ele geçirmek, Erdoğan’ı iktidardan indirmek, sonrasında  siyasi-ekonomik istikrarsızlık üreterek Türkiye’yi kendilerine mahkûm etmek, yıkıcı bölge politikalarına razı etmek niyeti var. Gezi, MİT’e müdahale teşebbüsü, 17-25 Aralık operasyonları, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü... Kırk yıllık sinsi projeleri olan  FETÖ’yü bile açıktan sahneye sürdüler, Türk milleti feraseti, iradesiyle oyunu bozdu. Batılılar silah satmadılar, Türkiye modern silahlar üretti. Kaşıkçı cinayeti üzerinden yaptıkları hamleleri  Ankara bertaraf etti. Ve şimdi de İran meselesi, İdlib ve Doğu Akdeniz üzerinden yine Ankara’yı teslim almaya yönelik oyun geliştiriliyor.
Bir de  ekonomik ve siyasi istikrarsızlık üretmek istedikleri İstanbul seçimleri var. Elbette bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de parti kadrolarının yenilenmesi, seçimler yoluyla siyasi değişim ve dönüşümün gerçekleştirilmesi kaçınılmazdır. Sayın Erdoğan da nihayetinde ebedi değil. AK Parti içinde de halktan, davasından uzak düşmüş  basiretsiz kimseler olabilir. Fakat değişimin de zamanlaması, millî damarlar ve süreçler üzerinden yürümesi, her şeyin Türkiye’nin çıkarlarına, geniş coğrafyaların büyük Türkiye özlemine uygun bir şekilde cereyan etmesi elzemdir. Bütün siyasi çıkarların, iktidar meselelerinin üzerinde olan Türkiye’nin beka meselesi devam ediyor. Unutmayalım ki emperyal operasyonlar devam ederken, bu oyunları bozmak için mücadele eden bir Erdoğan liderliği ve Cumhur İttifakı gerçeği mevcut. Üstelik Türkiye’ye ekonomik buhran dayatılmak isteniyor. Böyle bir zorlu jeopolitik şartlar içinde âdeta yeniden bir millî mücadele yürütülürken siyasi-ekonomik istikrar, millî idealler etrafında kenetlenmek oldukça önemli hâle geliyor. Mesele, bir yerel seçim meselesi olmaktan çıkıyor, ülkü ve ülke meselesine dönüşüyor. Anlaşılan  o ki sayın İmamoğlu bazı çevrelerce sadece İstanbul için değil Türkiye iktidarı için alternatif olarak kurgulanarak muhtemel bir başarı sonrasında erken genel seçim söylentileriyle Türkiye’nin istikrarı hedefe oturtulmak isteniyor. Türkiye’nin ekonomik krizlere mahkum olması, içeride enerjisini tüketmesi veya global odaklara teslim olarak onların güdümüne girmesi en büyük arzuları.
Jeopolitik gelişmeler ışığında bütün bu yaşananların zamanlamasına dikkat etmek lazım. İşte sayın Devlet Bahçeli de sahnelenmek istenen  oyunları önceden görerek siyasi belirsizlikleri bir an önce aşıp Ankara’nın millî güvenlik meselelerine odaklanması için seçimleri erkene alma teklifinde bulunmuştu. 
Türkiye  bu kritik dönemde millî bütünlüğünü daha da pekiştirip siyasi istikrarını kuvvetlendirerek  2023’e kadar stratejik mahiyetteki bu tehlikeli projeleri bertaraf etmek zorundadır. Şekillenmekte olan yeni dünya düzeninde, acımasız hâl alan paylaşım savaşında bütün medeniyet coğrafyalarıyla birlikte buna büyük ihtiyaç var...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.