KAVİM-KAVMİYET; MİLLET-MİLLİYET -I- Milletlerin tarihî kökleri

A -
A +

PROF. DR. OSMAN KEMAL KAYRA

Millet olmak, halk ve topluluk olmaktan çok farklıdır. Evvelâ millet olunur, sonra teşkilatlanarak devlet olunur. Hâlâ ırk ayrımının zirvede olduğu ABD ve Batı’da millî devlet ve millet olamamanın sancıları vardır. Üstün ırk ve emperyalizm, İslâmiyet dairesinde olmayan her ülkede olabilir. Bu işin tabiatı budur.
 
 
İlk insan Hazreti Âdem’in (aleyhisselâm) zürriyeti çoğalmaya başlayınca çevresi genişledi; kendi neslinden kırk bin kişiye peygamberlik ve yöneticilik yaptı. Klânlar toplumların en ufak birimleridir; lügatlerde boy olarak da geçer. Boyda esas olan sülâledir. Ağırlık, usul (baba) ve sonra da füruğdan (ana) meydana gelir. Akrabalık ve hısımlık burada ağırlık kazanır. Aileler iç içe ve beraberdirler. Yiyecek ve içecekler imece usulü ile istihsal edilir. Bir kişi açsa herkes açtır. Tüketim de toplu kullanım esasına dayanır. Gizlilik ancak yurt denen çadırlarda aile sırlarıdır. Fertlerin kendi sevinç ve tasaları yoktur. Doğumlarda herkes sevinir; ölümlerde herkes üzülür. Bu sevinç ve tasada birlik, toplum yapısını inanılmaz derecede kuvvetli yapar…
Evlilikler genelde hep aynı boydandır. Bu durumda boyda herkes akraba veya hısımdır. Bu dar alan yaşayışı, suç oranını yok denecek kadar azaltır. Hırsızlık, zina, yalancılık, adam öldürme gibi suçlarda, sözlü kanun olan törelerle, müeyyideler müsamahasız bir şekilde uygulanır. Yaşı on dört olan her genç ve kılıç sallayabilen her erişkin obasını ve töresini korumakla mükelleftir. Savaştan kaçmak çok büyük bir suçtur. Bu dönemlerde savaşmak ve savaşta ölmek en büyük şereftir. Saldırana karşı koymak savaşın esasıdır. Başlangıç dönemlerinde, el işlemeciliği, ticaret yaygın olmadığı zamanlar rızık metaı avdan elde edilirdi. Av da ortak yapılır ve ortak tüketilirdi.
 
BOY VE BODUN-MİLLET
 
Bu arada bod (boy) ve bodun kavramları net değildir. Lügatlerde hemen hemen ikisine de aynı anlam yüklenmektedir. Bod; (boy), vücut, halk; bodun. (A. Von Gabain).Boy; ulus, kavim, kabîle, aşîret, hısım. (Dîvânü Lugâti’t-Türk Dizini) Bod, bodun, millet, (Tuncer Gülensoy, Köken Bilgisi). Muteber kaynaklar boy ve boduna aynı anlamları yüklemişlerdir. Bodundaki (-n) bir çokluk eki olarak geniş bir kavram meydana getirir. Buna millet denilebilir mi, örneklerle açıklayalım: Yazılı edebiyatımızın en kıymetli ve ilk ürünü olan Kültigin Âbidesi’nde karşımıza ilk çıkan kelime “oguş”tur. Anlamı; oymak, hısım, akraba, kabile, soy-sop, kavim-kardeş, aile, nesil ve boydur. (Muharrem Ergin, Orhun Kitâbeleri) Belli ki bu kelimenin kökü “ok” tur. “Ok” da teşkilât, teşkilatlı anlamındadır. “On Ok begleri bodunı”, “Tonyukuk ikinci taş.
Bod ve boduna gelince: “Otuz Tatar Tokuz Oguz begleri bodunı” “Otuz Tatar ve Dokuz Oğuz beyleri ve milleti” Türk Sir bodun yirinte bod kalmadı.” “Kitâbeler” Burada dikkat çeken iki anlam vardır. Türk Sir milletinin adı sanı kalmadı veya Türk Sir milletinin boyu bile kalmadı.
Tabgaç bodun Kitâbeler’de Çin milleti olarak geçer. Burada bodun tam millet olarak kullanılmıştır. O devirde Çin, yerleşik medeniyeti, ticareti, felsefî düşünceleri ile millet vasfını kazanmıştır.
Türk bodun, Kitâbeler’de en çok kullanılan ifadedir. Bu kelime (bodun) boy olarak da kullanılmıştır denilebilir, ama şu ifade çok farklıdır: “Az bodunug öküş kıldım.” Az bodun nüfusu az topluluktur. Bu yüzden millet ifadesinden uzaktır. Onu “öküş” (çok) kalabalık yaparak yine millet vasfını kazandırdım demektir. Diğer bir ifadede “Türk begler bodun eşiding.” (Türk beyleri ve milleti işitin.) Burada “bodun” net olarak millet şekliyle kullanılmıştır. Çünkü boyları idare eden beydir. Beyler! hitâbı boy beyleri ve bunların topluluğu da millet olarak geçer. “Türk kara kamag” ise teşkilatlı ve teşkilatsız halk veya yönetilen topluluk olarak geçer. Hülâsaten Kitâbeler’de “Türk bodun” kavramı Türk milleti anlamındadır. Yani Türkler, Kitâbeler’e göre millet olma vasfını bihakkın kazanmışlardır.
Milletleri meydana getiren klân, aşiret, boy, kavim her topluluğa göre değişik sosyolojik kriterler ihtiva eder. O zaman Çin, daha köklü bir millet gibi görünse de, Türkler, yaşayış, töre ve nev-i şahsına münhasır kültürleriyle tam bir millettir.
Hicret’in birinci yılında Enes b. Mâlik hazretlerinin evinde yapılan toplantıda kabul edilen prensipler, ilk İslâm anayasası olarak belirlenmiştir. 52 maddelik bu “Anayasa”nın 1. ve 2. maddeleri çok önemlidir: “Kureyş ve Yesribliler ve onlara katılmış olanlar ayrı bir topluluğu teşkil eder.”
Kur’ân-ı kerîm tamamlandığı zaman, muamelat (yani ticaret), münakehat (nikâh ve boşanma, veraset), ukubat (cezalar) ve ibadat bahsi, beraberinde tekmili bir anayasa oluşmuştur. Artık bütün ümmet, bir millet olarak sosyolojik ve psikolojik bir emniyet ve itimat içindedir.  İşte tarihin ilk anayasası ve ilk mükemmel milleti.
           
KAVMİYET VE BAĞ
 
İlk kavimler kendi köklerine ve kavmiyet unsurlarına neden sıkı sıkıya bağlıdırlar? Burada öne çıkan en önemli faktör akrabalıktır. Akrabalık irsiyetle ilgili olduğu için çok geçerlidir. Kozmopolitleşen şehirlerde akrabalık kavramı zayıflarken, köylerde bu kavram değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Soyadlarında bazı takılar hem akrabalığı hem de köklerle irtibatı sağlamlaştırır;“-gil” akraba, akrabalık anlamındadır. Başgil, Himmetgil vs. gibi… Bu ek hâlâ devam ederken onunla birlikte “-oğlu” soyadı da yaygınlaşmıştır. İmamoğlu, Kademoğlu vb. gibi.
26 Kasım 1934’te 2590 sayılı kânunla “ağa”, “hacı”, “hâfız”, “hoca” gibi lâkap ve unvanların kullanılması yasaklandı. Cumhuriyetten önce “-zâde” eki de lakap olarak kullanılırdı. Bu lakap sadece basit bir unvan veya mensubiyet ifade etmekten öte, seçkinliği de ifade ederdi. Soyda asalet, özellikleri taşırdı. “Paşazâde”, “Hocazâde”, “Kâdızâde” vb. gibi bu eki taşıyan bütün soyadları ve unvanlar da yasaklandı.
Bu akrabalık kavramları bütün dünyada yaygındır. 21. yy.da da kullanılan akrabalık ekleri sürekliliğini mutlaka devam ettirecektir. İşte dünyanın her yerinde var olan irsiyet ve mensubiyet eklerinden bazı örnekler:
İrlanda: -u (ua), eki soyundan anlamına gelir. “O’Donal” (Donaloğlu ) “O’Connor” (Connaroğlu) gibi…
İsveç: -son ve -sen ekleri. “Karl Larsson”, “Antonson” gibi…
Bulgaristan: -ov, -ev; ova, -eva”. “ Rebrov, Stepka Kostadinova.”
Rusya: -ov, -ova . “İvanov”, “İvanova” gibi...
Yunanistan: -idis,- iadis,-akis,-aki. “Teodorakis,” “İliadis”. Ayrıca Türklerden kalan “-ogluo”, “Mitrogluo” gibi...
Ermenistan: “-yan” eki en yaygın ektir. “Tomasyan”, “Atikyan” gibi...
Gürcistan; “-şivili”,”-dze”. “Şevardnadze”, “Beriaşvili” gibi...
Batı’da akrabalık ve nesep kavramları hiç ehemmiyet arz etmezken, soyadlarında bu kadar devamlılık dikkate değer. Mesela Amerika’da bu tip bir sülale bağı kurabilmek mümkün değildir. Çünkü Amerika henüz 250 yıllık (1774 ) birçok halktan meydana gelen suni bir topluluktur. Millet olmaktan ziyade bir tüccar devlet olan bu ABD’de fertlerin birbirine bağlılıkları kapitalizm ve güç üzerine bina edilmiştir. Hâlâ ırk ayrımının zirvede olduğu ABD ve Batı’da millî devlet ve millet olamamanın sancıları vardır. Üstün ırk ve emperyalizm, İslâmiyet dairesinde olmayan her ülkede olabilir. Bu işin tabiatı budur. Şaşılacak şey, kendi ülkelerinde her türlü aşağılamalara tâbi tutulan çeşitli siyahi ve melezlerin hâlâ kendilerini zelil ve hakir gören efendilerinin bozulmuş dinlerine körü körüne bağlı olup, onlara her türlü şerefin üstünde İslam şerefini veren bir dine yabancı kalmalarıdır.
           
AKRABÂLIK, NESEP VE İRSİYYET
 
Tarihte akrabalığın, aşiretin ve kabilenin en önemli olduğu dönemler ilk ve orta çağlardır. Benim en güvendiğim en yakınımdır. Tabii ki bu durumda usul ve füruğ yani oğul evlât, yeğen, akraba ve hısım dairesinde merkezden muhite itimat halkası meydana gelir. Peki, bunlarda istisnai durumlar, yâni ihanetler olmaz mı? Tabii ki vardır, fakat yaygın değildir. Bu durumda Hazret-i Osman (radıyallâhü anh) efendimizi soyculukla suçlayanlar, Tudorslara  (İngiltere) Habsburglara (Avusturya)  bakmazlar mı?  Hâlâ kraliyet soylarını devam ettiren İngiltere, İspanya, Norveç Danimarka vb. ülkeleri görmezler mi?
Bu devirlerde ferdî mülkiyet kutsaldır ve törelerle ve toplumla korunma altındadır. Diğer bir konu da dinî törenlerdir. Gerek geleneksel dinî törenler veya ölüm hâdiselerinde, zaten aynı boy ve aynı kabileden olan insanların beraberliklerini perçinler. Nihâyet en mühim müessese töredir. Sözlü yaptırımlar olan töreler çok bağlayıcıdır. Toprak, bey ve toplum, töre parantezi içindedir. Törelerin hükümleri tartışılmaz. Töre, dinî ve içtimâî bağlayıcı ve toplayıcı âmir hükümlerdir.
 
EFSÂNELER VE DESTANLAR
 
Millet olmak, halk ve topluluk olmaktan çok farklıdır. Evvelâ millet olunur, sonra teşkilatlanarak devlet olunur. Kadim milletlerin tarihleri hep sonradan derlenmiştir. Târihte bu konuya ışık tutan aslî bir kaynak olmamakla birlikte mitler ve destanlar bir yerde kaynak gibi kullanılır. Millet olmuş her toplumun efsaneleri (mitoloji) ve destanları vardır. Bunların konuları genelde savaş ve kahramanlıklardır. Kavimler aynı ana ve aynı babadan, içinde yabancı olmayan topluluklardır. Destanlara baktığımızda birçok sosyolojik gerçeği görmemiz de mümkündür. Destanı olmayan millet olmaz. Destan köktür; tarihin gölgesidir. Atalar mirasıdır. Şimdi destanlara baktığımızda bazı Avrupa ülkelerin destanlarının da dilleri gibi pek temelli olmadığı görülür. Köklü milletlerden kadim Roma ve kadim Yunan destanlarında tanrıların çokluğu, onların ihtirasları, hile ve namus dokunmaları esastır. Almanların tek destanı Nibelungen, Avusturya’da 1200’lerde bir yazarın kaleme aldığı Alman destânıdır. (Nibe-langenlied) epik şiirlerden oluşan bir destandır. Beowulfbir Anglo-Sakson destânıdır. Aslen İskandinavyalılardan bahseder. Destan kahramanı Beowulf bile İskandinavdır, fakat bu destan İngilizlere aittir. 
Kalevela, Finlerin tek destanıdır. Fransızların Chansende Rolan, Japonların Şinto (aynı zamanda Japonların kadîm dinidir) destanlarıdır. Rusların İgor destânı, Hintlerin Mahabarata ve Ramayana, Araplarda sîretler vb. milletlerin destanlarıdır. İliada ve Odisseia tahminî 12.110 satırlık maruf Yunan destanıdır. Mitolojide, Paris’in, Menelaos’un karısı Helena’yı kaçırmasını konu eden bir bir nâmus sarmalı destanıdır. İran’ın Şehnâme’si. Mısır destanları da dinî motiflidir. Aton dini Mısır’da kısa ömürlü olmasına rağmen Eski Ahit’ten etkilenmiş olabilir. Menfis Miti’nde “…Ve Tanrı göğün altında sular bir yere toplansın ve kara görünsün” diye buyurdu. (Tekvîn 1: 9) (Çev. Yalçın Ceylanoğlu) Yanlış! Hiçbir efsane, destan ve diğerleri ilâhî vahyin eseri olan kitapları  etkileyememiştir. 
Burada şunu da belirtelim ki, köklü milletlerin destanları MÖ’lerden kalma ve anonimdirler. Çin, Hint, Yunan, İran, Mısır ve Arap destanları çok eskidirler. Alman, Fransız, İngiliz ve Fin destanları bazen çok uluslu veya MS destanlarıdır.
Türk destanlarına gelince: Milletimiz destan zengini bir millettir. Tarihî destanlarımız İslâmiyet öncesi ve sonrası olarak ayrılmışlardır. Büyük millî destanlar yanında ayrı kavimlerin de destanları vardır. Meselâ Kırgızların Manas Destanı 500.533 mısradan oluşur. İslâmiyetten evvelki Saka Destanı’nın kolları olan Alp Er Tunga ve Şu Destanları MÖ. 4-7. yy.lara aittir. Oğuz Kağan Destanı, Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı, Türeyiş Destanı, Göç Destanı gibi destanlar Türklerin bu konuda en çok destana sâhip millet olduğunu gösterir. Dede Korkut Destanı Hikâyeleri İslâm öncesi ve İslâm sonrası geçiş metinlerinin en güzel örneğidir… Aynı konuya gelecek yazımızda devam etmek üzere esen kalınız efendim…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.