Kırk katır mı, kırk satır mı?..

A -
A +
Dil söylemeye, kalem yazmaya hicap duyuyor. Türkiye’nin gündemi, Antalya’nın Elmalı ilçesinde babaannenin şikâyeti ile ortaya çıkan iki küçük çocuğa yaşatılan cinsel istismar olayı…
Olayın ortaya çıkıp toplumun öfkesi kabardıkça hukuk ve medya tabanında her kafadan bir ses çıkıyor. Daha önce de benzer vakalar yaşandığında canı yanan toplum, sapığı “kırk katırla kırk satır” arasında götürüp getirmişti. Ama ne şiddet ve tecavüz bitti ne toplumun öfkesi dindi. Herkes, bu ve benzer faciaların arkası nasıl kesilir? Sorusuna hâlen cevap arıyor.
Verilebilecek en ağır cezanın bile ileride benzer olayların yaşanmasını engelleyemeyeceğini öngören kimi eğitimciler “Hukukun üstünlüğünü kurmuş bir toplumun görevi o sapıkların işini kolaylaştırmak değil, tam tersine onlara engel olmak ve bir sonraki sapığın ortaya çıkmasının önüne geçmektir” diyor.
Yanlış giden işleri düzeltecek bir toplum hayal ediyoruz ama o bir türlü ete ve kemiğe bürünmüyor. “Toplum” dedi mi zaten top taca çıkıyor, sorumlular buharlaşıyor ve bazıları da sorumluluktan sıyırıyor.
Tamam da; suç işlendiğinde en ağır değil, “Hak ettiği cezayı” vermediğinizde yerine ne koyacaksınız?.. Verilebilecek en ağır cezanın bile yeni sapıkların ortaya çıkmasını engelleyemeyeceğini söyleyenler, hukukun üstünlüğünü kurmuş toplumdan ve hukukun üstünlüğünden ne anlıyor?
Yeri gelmişken hatırlayalım; üzerindeki beylik silahını almak için güvenlik görevlisini öldüren bir katilin daha önce 7 kişiyi (yedi kişi…) öldürüp infaz kanunu gereği dışarıda gezen şeddeli bir cani olduğu ortaya çıkmıştı. Toplumun öfkesi köpürünce bir büyüğümüz katilin eski infaz yasası gereği 24 yıl içeride yattığını şimdi ise bu sürenin 36 yıla çıktığını söylemişti (!..)
O zaman biraz hukuktan ve hukukun üstünlüğünden bahsedelim. Hukuk nedir? Hukukun üstünlüğünü kurmak ne demektir Bir toplumda hukukun üstünlüğü nasıl kurulur?
Hukuk; birey, toplum ve devletin birbirleriyle olan ilişkilerini yürürlükte olan normlarla düzenleyerek toplumu düzen altına alan ve ortak hayatın huzur ve güven içinde akışını sağlayan, gerektiğinde “adaleti” yerine getiren, kamu gücü ile desteklenen ve güvence altına alınan kurallar bütünüdür…
Herkesin kabul edebileceği bu tarifte önemli parça “Adaletin yerine gelmesidir.” Peki, “Adalet nedir? Nasıl yerine gelir?..” Adalet; suç olarak tanımlanan bir eylemin karşılığı olarak verilen misil veya hükümde doğruluk ve “vicdani yeterlilik” olmasıdır. Yani yargının verdiği kararın toplum vicdanında karşılık bulmasıyla birlikte aynı suçu işlemeye iştahlı olanları caydırmasıdır.
Bu olayda mağdurun ve olaydan incinen tüm toplumun hüküm hakkındaki kanaati yetersiz olduğudur.
Bazı bürokrat ve siyasetçilerin “devam eden yargı sürecini yakından ve dikkatle takip ediyoruz, hiç kimse çocuklarımızın cinsel istismarına müsamaha gösteremez…” demesi ancak gaz almaktır. Yargı kişisel bir tasarruf değildir, kanunlardaki yazılı metne göre işler.
Bu yetersizliğin “Elmalı Olayı”nın Meclis gündeminde bulunan yargı paketini deldiği söyleniyor. Oluşan tepki dolayısıyla yargı paketindeki tutuklamalara ilişkin “somut delil aranması” şartı yeniden değerlendirmeye alınmış.
Bütün bunlar “bir sinema filmini tanıtan önceden gösterilen parçasına” benziyor. Herkes farklı şeyler anlıyor. Ama asıl filmin tamamına baktığımızda gördüğümüz o ki; “Aile ortamının olmadığı yerde güvenli alan yok demektir. Elmalı olayının cereyan ettiği ortama bakın, aile değil hurda ambarı gibi… Güvenli aile ortamında olmayan çocuk zaten kayıp çocuktur...”
Ailenin temeline dinamit koyan İstanbul Sözleşmesinin süresi dün doldu ve tarih oldu. Ama büyük yara açtı. Şimdi; Ailenin üzerine çöken bu “salyanın” defedilmesi zamanı…
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.