Velüd kalem, çileli hayat: AHMED ARVASİ HOCA

A -
A +
Sayısız talebe yetiştiren ve onlarca eser veren Arvasi Hoca gibi bir değer Batının elinde olsa, hakkında tezler doktoralar hazırlanır, enstitüler kurulurdu adına... Biz n'aptık. Tıktık zindana!BM'den 14 asır önce Arvasi Beyin 12. Milli Eğitim Şûrası'ndaki konuşmasından: "Bundan tam 1366 yıl önce şanlı ve sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -ona binlerce selam olsun- Medine-i Münevvere'de ilk İslâm devletini kurdu. Müslümanların yanında ehli kitabın da haklarını savundu. Zulüm, cinayet, haksızlık sona erdi. Irk, cins, soy farkı gözetmeksizin bütün inananları kardeş ilan etti. Mahkeme usulünü getirdi, ehli kitaba din hürriyeti verdi. Müslümanlar için tanınan garantileri onlar için de kabul etti. Birleşmiş Milletlerden tam 14 asır önce insan hakları konusunda bu derece, bu biçimde ve yazılı olarak ortaya konmuş başka bir belge yoktur. Bütün beşeriyet, şanlı ve şerefli Peygamberimizin başarısını görmek ve ayakta alkışlamak zorundadır!" (Salon ayaklanıp coşuyor, ortalık alkışlarla inliyor.) Velüd kalem, çileli hayat: AHMED ARVASİ HOCA Ahmed Arvasi Hoca damadı Muhib ve oğlu Murat ile... Yirmi yıl evvel, yine bu gece... Noelcilerin sokağa döküldüğü demler... Hoca acı acı "burası bizim yurdumuz, bunlar bizim gençlerimiz" diye mırıldanıyor "Yazık ateşe koşuyorlar." Gözü emektar daktilosunun silik tuşlarında. Şimdi oturup yazma vakti... Ancak sürgünlerde zindanlarda feri giden yorgun bedeni oracığa düşüveriyor. Hoca için ne ölüm ilanları veriliyor, ne de haber saatlerinde adı okunuyor. Ama cenazesine onbinler koşuyor. Bir ucu Fatih'te, bir Ucu Edirnekapı'da... Vakarlı kalabalık caddelere sığmıyor. DOĞU ÇOCUĞU Seyyid Ahmed Arvasi adı üzerine seyyiddir, Evlad-ı Resuldür, ehl-i beyttendir. Soyu Hazret-i Hüseyn ve Ali Keremallahu vecheh ile Server-i Kainata ulaşır. Sonra Arvasizadedir, bu aileden sayısız alim ve veli çıkar, cihanı aydınlatırlar. Onun doğduğu evde eğitim beşikte başlar, menkıbelerle destanlarla büyür, semaver sohbetlerinden de çok şey kapar. Babası Abdülhakim Efendi Ağrı Doğubeyazıd'da mukimdir, o günlerde gümrük memurluğu yapar. Memurluk işte n'olsun, kıt kanaat geçinir, iki yakalarını bir araya getirmeye çalışırlar. Ondan para isteyen yoktur ama aile bütçesine bir şeyler katmayı arzular, gider bir kuyumcunun yanında işe başlar... Bir gün dükkanın kapısı açılır, heybeti düğme ilikleten bir Allah dostu içeri girer, elini omzuna koyar, "Senin işin gönül sarraflığı olmalı" der ve çıkar... Gönül sarraflığı... Gönül sarraflığı... İşte Ahmed Bey o günden sonra daha fazla okur, mânâ rüzgarlarına yelken açar. Kutlu sahabe kadrosunu ve şanlı ecdadı tanıdıkça muhabbetle dolar. Bu çoşkun sevda ve bu taşkın duygular eline kalemi aldırır, işe şiirden başlar. Uykusuz gecelerde yazdığı beyitleri "Sır" adlı manzum eserinde toplar. TUTAK DAĞLARINDA Ailesi onu "eli bir an önce ekmek tutsun" diye öğretmen okuluna yazdırmıştır. Bu arada evlenmiş barklanmış, genç yaşta çoluk çocuğa karışmıştır. Mezun olunca Tutak'ın Mollaşemdin Köyü'ne tayini çıkar. Bir kış günü eşyasını at kızağına yükler, vururlar yola. Kızakçı bir ara "Bırrr" deyip dizginleri çeker: "Geldik hocam!" -Nereye geldik? -Okula! -Hani okul? Karın örttüğü bir tümseği gösterir "şurada!" -Ya lojman? Öbür tümseği işaret eder: "Yanında!" Ahmed Arvasi Bey oturaklı bir taş bina, sıcak odalar hayal ederken, sırılsıklam bir delik bulur. Yerdeki buz parçalarına bakılırsa toprak dam akıyor olmalıdır. Muhtar evlere haber yollar, "müjde öğretmen geldi, çocuklar mektepe koşsunlar!" Cılız cılız bebeler, yırtık hasırın üstüne ilişir, soğuktan birbirlerine sokulurlar. Üzerlerinde ne mont gocuk vardır, ne de ayaklarında bot kundura. Eller donmuş, kırmızı kulaklar, nemli burunlar. Hani can dayanmaz. İlk işi bir soba uydurmak ve şilte minder bulmak olur. Tezek sobası yanınca ortalık ısınır, yavrucakların yanaklarında çiçekler açar. Keyifle ders dinler, saman kağıtlı defterlerini çiziktirmeye başlarlar. Ahmed Arvasi bey bu gariplerden çok etkilenir. Mollaşemdin köyünü öyle de böyle de çekip çevirir, iyi ama öbür Mollaşemdinler? Peki onlar n'olacak? Milli Eğitim politikalarına yön verebilmek için yükselmek zorundadır. Ve gereğini yapar, ders yılı bitince gider Gazi Pedagoji'ye başlar. FİKİR ÇİLESİ Gelgelelim burada köy enstitülülerin kesin bir hakimiyeti vardır. Anadolu'dan gelen gençler karargâha dönen tezgahta inançlarından koparılırlar. Ahmed Arvasi Bey bu güçlü sele ecdad sevgisi ile karşı koyar. Ancak arkadaşları erir gider, mâlum cenaha katılırlar. İşte o günlerde derin fikir çileleri çeker ve "Kendini arayan insan" kitabını yazar. Balıkesir Savaştepe Öğretmen Okulunda ders vermeye başladığında anlatacak çok şeyi vardır ve dağarcığındakileri talebeleriyle paylaşır. Arvasi Hoca sevdirir kızmaz, müjdeler korkutmaz. Çocukları adam gibi karşısına alır, dertlerine derman olmaya bakar. Gençlerin yazdığı hikayeleri okur, mısralarına kafiye uydurur, denemelerine ilaveler yapar. Acemice karalamalara da vakit ayırır, hiç birinin hevesini kırmaz. Her ne kadar saklasa da maaşının irice bir bölümünü muhtaç öğrencilere dağıttığı bilinir. Lakin... Lakin, sigarayı fazlaca içmektedir. Bir gün muallim arkadaşlarından biri "çocuklar size özeniyor hocam" der, "sigarayı aynı sizin gibi yakıyor, izmariti sizin gibi söndürüyorlar." İL HUDUDUNDA Hiçbir şey söylemez. Derhal kantine girer, öğrencilerinin şaşkın bakışları arasında cebinden paketini çıkarır ve parça parça edip ortaya atar. Çocuklar mesajı alırlar. Eller bellere, çoraplara gider, büyük bir hınçla paketlerini paralarlar... Döşemede bir anda tütünden bir tepecik yükselir. Belki inanmayacaksınız ama o günden sonra okulda sigara içen tek talebe kalmaz. Aradan yıllar, uzuuun yıllar geçer. Hoca öğretmenliği bırakır, yazarlığa başlar. Memleket sıkıntılıdır, zira aydınlar başka tellerden çalarlar. Birilerinin onlara cevap vermesi lâzımdır. Sıhhati de iyi değildir ama meydanı boş bırakamaz. Seminerler, konferanslar... Yükü ağırdır, uyuyamaz. Çok yoğun çalışır, çay ve sigara ile ayakta kalmaya çabalar. İşte bu hengamede yolu bir zamanlar öğretmenlik yaptığı Balıkesir'e düşer. Dostları tabakalarını çıkarır kehribar renkli tütünleri sarıp hocaya uzatırlar. Olacak şey değildir, Hoca sigaraya "hayır" der, ısrarlara rağmen tek dal yakmaz. Ta ki tekrar yola çıkana ve "Bursa il hududu" tabelasını görene kadar. YÜZÜNE BAKMAYIN Tayini Fikirtepe Eğitim Enstitüsüne çıktığında okul marksist militanların elindedir. Örgüt liderleri "asla onun yüzüne bakmayacaksınız" derler, "göz göze gelirseniz direnemezsiniz, takılırsınız ardına!" Zira dostları gibi düşmanları da onun asaletinde hemfikirdir. Anlatılamayan bir heybet, tarifsiz bir vakar... İçeri girdi mi ayağa kalkma ihtiyacı duyarlar. Arvasi Bey, ilk dersinde sırtını duvara dönmüş gençlerle karşılaşır. Ancak aldırmaz, sanki kendisini büyük bir alaka ile dinliyorlarmış gibi anlatır. Biliyor musunuz onun en büyük silahı tebessümüdür, tarafı duruşu bellidir ama karşısındakilerle de irtibatı koparmaz. Sesinde dolu dolu samimiyet vardır, içten konuşur, rol yapmaz.. İnandığını anlatır, anlattığı gibi yaşar. Nitekim gençler birer birer başlarını kaldırır, kenarından köşesinden sohbete katılırlar. Çok değil birkaç ay sonra din, millet, bayrak sevdası ile yüklenir, özlerini bulurlar. Hoca bu milletin asaletine hayrandır zaten, gelecek nesillerden çok şey umar. Bu arada "İlmihal" ve "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli akademik eserlerini tamamlar. Emeklilik yıllarında çalışma dozunu artırır. Gazetemizde günlük makaleler (Hasbihal) yazar, kitapları peşpeşe çıkar. Girift mevzulara da girer, aklının kopma noktasına geldiği demlerde kalemini İmam-ı Rabbani hazretlerine bırakır, sular seller gibi yazar... Talebeleri onu unutamaz, talebelerini de alır gelir, kapısını çalarlar. Ziyaretçileri geometrik dizi şeklinde artar, evi gençlerle dolup taşar. Bunu nimet bilir asla bıkmaz usanmaz. Onlara asrı saadet yıllarını, alperenleri, derviş gazileri anlatır. Elceğiziyle çay çörek taşır, tek tek hatırlarını sorar, gönüllerini almaya bakar. RESULULLAH AŞKINA Arvasi Hoca'da tasvir edemeyeceğimiz bir Habibullah muhabbeti vardır. Söz Efendimizden (Sallallahü aleyhi ve sellem) açıldığında cezbeye tutulur, dizlerinde derman kalmaz. Ömrünün son yıllarında namazlarını Erenköy İstasyon Camii'nde kılar. Mahallenin dilencileri ona da laf atar "çocuklarının başı için", "Allah işini rast getirsin" gibi bilinen duaları sıralarlar. Ancak içlerinden biri "Resulullah aşkına" deyince tutulup kalır, üstünde ne kadar para varsa adamın önüne atar. Uyanıklar bu inceliği iyi yakalar ve kullanmaya başlarlar. Arvasi Hocanın elindekini cebindekini kapar, tabiri caizse ayaküstü soygun yaparlar. Dostları "amaaan Arvasi Bey, dilencilere niye itibar ediyorsun. Bunların ne kadar fırıldak olduğunu bilmeyen mi var" deseler de dayanamaz. Zira o "Resullullah aşkına" diyen birine karşı koyamaz. YANLIŞ MI YAPTIM? Arvasi Hoca 12 Eylülde Mamak Cezaevi'ne alınır... Suçu bu milletin gençlerine ecdadını tanıtmaktır. O ilk akşamı hiç unutamaz, zira aynı hücreyi paylaştığı gazeteci arkadaşının saçları sabaha kadar beyazlamıştır, adamcağız kendini tanıyamaz. Arvasi Bey, derdi vereni sevdiği için, çilesinden hoşlanır. Ancak tıkıldıkları tabutluk kıyamda duramayacak kadar alçak, teşehüdde duramacacak kadar dardır. Yerler alın değdirilmeyecek kadar pistir sonra, afedersiniz necaset kokar. Ah bir namazını rüku ve sücud ile kılabilse yeter, başka bir şey arzulamaz. Mahzun olur, gözlerini yumar, Ankara Bağlum'da yatmakta olan Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerine sığınır... "Himmet, efendim" der, "yanıbaşınızdayım ve bana eziyet ediyorlar!" Aradan dakika geçmez, bir yedeksubay tabib koridora dalar. Onca mahkum arasından onu seçer, tansiyonunu ölçer, nabzını sayar, "sen burada kalamazsın" deyip, Mevki Hastahanesi'ne yollar. Arvasi Bey hayatı boyunca o ana yanar, "niye sabretmedim ki" diye kendini sorgular. GÖRMEZDEN GELSELER DE Eğer Arvasi Hoca, Batı'da yaşamış olsaydı hakkında tezler doktoralar hazırlanmış, adına enstitüler kurulmuştu. Nitekim aydınlarımız içinden bazıları onun eserlerini okuyarak istikamet bulur, putlarını kıra kıra yürürler İslam'a... Ancak fikir bezirgânları, kalemini satanlar Arvasi Beyin kitaplarını ellerine almaz, sözlerine kulak tıkarlar. Yok saymak, unutturmak gibi bir stratejileri vardır ama muvaffak olamazlar. Gazeteci Yazar Veysel Gani anlatıyor: "Gece saat 12, telefon çaldı. Baktım Ahmed Arvasi Bey. 'Meraklanma Veysel' dedi, 'öylesine aradım, şöyle bi halini hatırını sorayım dedim o kadar. Hani birlikte çok çalıştık, üzerimizde hakkın var.' 'Ne hakkı efendim' dedim 'varsa da helal ettim.' Buna bir mânâ verememiştim, ta ki ertesi gün vefat haberini alıncaya kadar. Evet o sosyologdu, pedagogdu, mütefekkirdi, muallimdi, müellifti, hatipti, edipti, şairdi, gazeteciydi, siyasetçiydi ama... Gönül ehliydi aynı zamanda! Velüd kalem, çileli hayat: AHMED ARVASİ HOCAİYİ BİLİRİZ O gün on binlerce genç "Er kişi niyetine" tekbir aldı. Fatih Camiinin avlusunda yüzünü saklayanlar, mendil arananlar ve açıktan hıçkıranlar vardı. İmam Efendi "meyyiti nasıl bilirsiniz" diye sorduğunda hançerelerini yırtarcasına haykırdılar: "İyi biliriz!" Velüd kalem, çileli hayat: AHMED ARVASİ HOCAVelüd kalem, çileli hayat: AHMED ARVASİ HOCAVelüd kalem, çileli hayat: AHMED ARVASİ HOCAVelüd kalem, çileli hayat: AHMED ARVASİ HOCANerede? Arvasi Hoca, "ilk işimiz bir Ansiklopedi hazırlamak olmalı" der. Gazetemiz bu talebi dikkate alır, sahalarında söz sahibi olan uzmanları toplar, geceli gündüzlü çalışıp "Rehber Ansiklopedisi"ni çıkarırlar, büyük bir boşluk dolar. Hoca inanmış gençleri ve aydınları da vazifeye çağırır: "Benim dünümü ve bugünümü dünyada yankılar yapacak bir ustalıkla ortaya koyacak romancım, hikâyecim, tiyatro yazarım, senaristim, film yapımcım nerede? Şu anda yeryüzünde binbir acı içinde kıvranan Müslüman kavimlerin, cemiyetlerin dramını kim dile getirecek? Kara ve kızıl emperyalizmin zulüm ve şiddetini kimler işleyecek? Hani nerede benim şairlerim? Ressamlarım nerede" diye sorar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.