Kuruçeşme’nin kuru çeşmeleri

A -
A +

Başka bir semt olsa mesele değildi ama Kuruçeşme’nin muslukları akmalıydı inadına. Çünkü, kuruyan çeşmeler hüzün veriyor insana...

Eğer İstanbul’da kırk yılı devirdiyseniz, Kuruçeşme denince kum ve kömür depoları gelecektir aklınıza. Paslı kosterler, metruk vinçler, yerlerde madenî yağ lekeleri, bir sürü halat, zincir, makara….
Bahsettiğim devirde damper yoktur, kamyonlar hırlıya hırlıya gelir, kara dumanlar atarak sokulur inşaata. Kasanın yan tahtası çıkarılır, kumlar kürek marifetiyle itilir aşağıya.
Tabii ki deniz kumu, dipsiz kaynak, çek çek sat, mal mı biter deryada? Peki midye, yosun, yengeç? Hiç olmaz mı? Mebzul miktarda.
Islak kum mahallenin çocuklar için eğlencedir, tüneller kazıp evler yapabilirsiniz. Tam şehir planlıyorsunuzdur ki, annenizin sesi gelir “Hadi oğlum sofraya!” Havanın karardığını o zaman anlarsınız anca.

Kuruçeşme’nin kuru çeşmeleri

KAPATMAK  VARMIŞ
O vakitler Kuruçeşme vasat bir semttir, ortadirek de mülk alabilir icabında. Şaşkınlar bakar, uyanıklar harabe kapatırlar. Boğazın en güzel yeridir oysa, bir durak sonra Ortaköy, Beşiktaş elinizin altında.  
Şimdi en uyduruk daire milyon lira.
Sahildeki düzlüğü saymazsanız, yokuş yamaçtır. Yukarılara basamakla çıkabilirsiniz anca. Ama manzara... On numara.
Peki Boğaz’da oturanlar bütün gün pencereden seyre mi dalar?
Sanmam. İnsan alışır zamanla. Bildiğin deniz işte, ööle yatar orada. Ve uzanmış yatan bir şey daha. Boğaz’ın tek adası, karadan takriben 100 kulaç açıkta.

AKLINA MI GELİR
Efendim zikrolunan ada Abdülaziz Han tarafından Saray Mimarı Serkis Kalfa’ya hediye edilir. Serkis üç katlı bir köşk yaptırır (1872) taşınır buraya. Ünlü ressam Ayvazovski de misafir olur (1874). Oturup Dolmabahçe Sarayı için tablolar yapar hatta.
Serkis Kalfa ölünce (1899) ada vârislerine kalır, bir ara Şirket-i Hayriye’ye kiralanır. O yıllarda vapurlar istimli ya, kömür almak için yanaşırlar adaya.
Derken ada iki parsele ayrılır, biri Avukat Elpida Frankopolos’a intikal eder veraset yoluyla. ‘Taş volisi’ (balık tutma alanı) olarak tescil edilir. Bn. Elpida adayı işletebilir, kiraya da verebilir. Artık Paşa gönlü nasıl istiyorsa. Ama tutar Yunanistan’a gider, mülküyle alakadar olmaz, duruyordur işte orada götürecek değillerdir ya.
Meğer Hazine, adanın kamulaştırılması için dava açmış. Elpida’nın tebligattan haberi olmamış. Mülk önce Maliye Hazinesine devr, ardından GS Spor Kulubü’ne tahsis edilir. Başlangıçta yelken kürek takımları antrenman yapar, rant yükselince yüzme havuzları, diskoteklerler, restoranlar...
Elpida geç uyanır, gider dava açar. İyi de zaman aşımına uğramıştır, meğerki geçmiş ola.

KURU DEĞİL KORU
Kuruçeşme’nin bir ucu Ortaköy Defterdarburnu’nda; öbür ucu Arnavutköy Sarrafburnu’nda. İdari olarak ise Beşiktaş hudutlarında.
Sahil düz ayak, yamaçlar ise hayli sarp. Bizanslı yıllarda korsanlar burada buluşur, gider Kafkasya’yı yağmalarlar.
Osmanlı gelir, eşkiya temizlenir, hamamlar, çeşmeler görünmeye başlar. Küçük ve sakin bir mahalledir, esnafı kendi halinde tıkırdar.
Derken Tezkirecibaşı Osman Efendi bir cami yaptırır buraya. Alt katında dükkânlar, mescidin yuvarlak mihrabı cumba ile dışarı taşar.
Peki tezkireci ne iş yapar? Maruzat, emir, hüküm yazar. Sadaret tezkiresi, berat tezkiresi, davet tezkiresi, zimmet yevmiye tezkireleri...
Demek Osmanlının kâtibi mükemmel bir cami yaptırabiliyor hayrına, bizimkiler ayın sonunu zor getiriyor.
Zikrolunan cami çok şirin. İçeri giriyorsunuz ahşap kokusu. Zemin gıcırdıyor her adımda. Önü deniz derya, apayrı bir dünya.
Kıble duvarında sanatlı bir çeşme. Kesme taştan, bakır musluklu, mermer yalaklı, hani o iki tarafında sekileri olan. Aynada, Selçuk yıldızları, servi motifleri ve kitabe. İşte semte ismini veren çeşme de odur aslında. Yalnız “kuru” değil “koru” diye anılır o yıllarda.
Az ötede (Alaybey Sokağı girişi) bir çeşme daha. Yekpare mermer, çok sanatlı ama lülesinde kör tıpa.
Hamamın üstündeki çeşmenin de herşeyi yerinde, ah bir de suyu olsa. Tamam Kuruçeşme’deyiz ama kuruyan çeşmeler hüzün veriyor insana.

Kuruçeşme’nin kuru çeşmeleri

AŞI YEŞİL BEYAZ
Kuruçeşme, asitanenin mutena muhitlerden biridir. Hanedan bu civarda oturur zira. Biliyorsunuz Osmanlıda öyle yorganını sırtlayan ben geldim diyemez İstanbul’a.
Farz edelim geldin Kuruçeşme’de ikamet için bir vasfın olmalıdır ayrıca. Umera, ulema, vükela isen ses çıkarmazlar. Ya da sarraf, banker, hekim olacaksın. Konak yaptıracak, sandal çaktıracak, fayton koşturacaksın.
III. Selim zamanında Rumlar buraya bir akademi açar (1803 - Millet-i Rum Talimgâhı) dil-edebiyat, hendese-riyaziye eğitimi verir, tabip yetiştirirler ayrıca. Müessese Fener Patrikhanesine değil, mütevelli heyetine tabidir, bu da fanatik Rumları sinirlendirir. Garez bağlar, fesat çıkarırlar. Başında Divan-ı Hümayun mütercimlerinden (Boğdan Voyvodası’nın kardeşi) Dimitraşko Morozbeyzade vardır. O bile tacize dayanamaz, bırakır sonunda.
O günlerde Müslüman binaları aşı boyası, yeşil, beyaz olurlar, azınlıklar ise kurşuni ve sarıda karar kılar. Yapı karakterleri de farklıdır, ilk bakışta anlaşılırlar.
Henüz mahalleye yol tramvay gelmemiştir. Ulaşım kayıklarla sağlanır. Sandallar sülün gibidir, sahibinin gücüne göre iki, dört, altı kürekli olurlar. Suyun üstü daima hareketlidir, balıkçılar, zerzevatçılar, peremeler, mavnalar...
Kuruçeşme’de beş iskele vardır, dolar dolar boşalır. Belki de bu yüzden tepeler değil sahil itibarlıdır, yalıların kayıkhaneleri bulunur. Arkadan köprülerle kara yolunu atlar, korulara açılırlar.
Derken yandan çarklılar işlemeye başlar, bilahare tomofiller dökülür yollara.

VEZİRLER NAZIRLAR
Semt sakinleri kalbur üstüdür. III. Mustafa’nın kızı Hatice Sultan (1757-74) Neşetabad Sahilsaray’ında mukimdir mesela.
Abdülhamid Han, kızları Zekiye ve Naime için iki konak yaptırır, Defterdar İbrahim Paşa Camii’nin yanındaki Süleyman Bey (Sadrazam Yusuf Paşa’nın kardeşi) yalısını da alır, hediye eder Naile Sultan’a.
Kâtip Tahir Efendi Yalısı, Sadık Ağa Yalısı. Şah Sultan (III. Selim’in kızı) Yalısı. Ki Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan’a geçecektir daha sonra.
Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, Tırnakçı Yalısı’nda oturur. Kaptanıderya Küçük Hüseyin Paşa ve hanımı Esma Sultan Kasr-ı Süreyya’da.
Abdülmecid Han ise kız kardeşi Adile Sultan’a bir yalı bağışlar. Manzara müthiş, eh hanım abla şaire olmadı boşuna. Efendisi Kaptanıderya Mehmed Ali Paşa vefat edince yalıda oturmaz bir daha..
Enderun-i Hümayun Pazarbaşısı Mustafa Bey, Saliha Sultan, Amiral Çinçon Hasan Paşa semtin mukimidirler. Mollacıkzade, Tarakçızade, Ağababa Kapıcıoğlu, Muhsinzade yalıları albenili binalardır, mücevher gibi sıralanırlar kıyıya...

AKASYA MANOLYA
Kuruçeşme yalıları önden denizle iç içedir, arkadan koruyla. Mesela Ayvazpaşazade Yalısının 80 dönüm arazisi vardır arkada. Su ile işleyen bir asansör, paşanın silah müzesi ve hatta bir darphane olduğu söylenir burada.
Bahçeler ayrı dünya, havuzlar dantel gibi, fıskiyeler selsebiller usta elinden çıkma. Asmalar kameriyelere dolanır, laleler elvan elvan gülümser tarhlarda.
Servi, sedir, çam, çınar, ıhlamur, atkestanesi, çitlembik, akasya, söğüt, dişbudak, sakız, erguvan, manolya, boy atan atana.  
Evlerin bahçelerinde daha ziyade meyve ağaçları bulunur. Dut, incir, kiraz, zerdali, hurma...
Arkası orman sayılır, hatta zaman zaman av hayvanları iner aşağıya..
İşgal yıllarında gâvurlar yalılara çöker, hoyrat kullanır ve çoğunu yakarlar. Mesela Fransızların çıkardığı yangın Kara Todori Paşa Yalısı’nı tutuşturmakla kalmaz mahalleyi sarar.
Defolup gittiklerinde semt enkaza dönmüştür. Kâşane alır, harabe bırakırlar. İşte onun için meydan kumculara kömürcülere kalır, güçleri mi yeterdi yoksa?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.