Bu ne yaman tenakuz

A -
A +

Âdem aleyhisselama suhuf indiğine göre, ilk insanlar okuma biliyor olmalılar. Önceleri kil tabletler üzerine yazar, taş, tahta ve kemik kullanırlar.
Bilahare Mısırlılar Nil kamışını toplar, şeritler hâlinde keser, kalıba alırlar. Taşla dövüp nişastasını çıkarır, güneş altında kurutup papirüs yaparlar.
Bergamalılar ise davar derilerini tuzla limonla yağından arındırır, kurutup pergamon (parşömen) hâline sokarlar. Ve yazılı eserler taşınmaya başlar.
Bugün kullandığımız kâğıt, Uygur Türklerinden miras insanlığa. Bilhassa lifli ağaçları seçer, ıslatıp ıslatıp döverler sabırla. Ta ki lapa kıvamına varasıya. Sonra hamuru presler ya da silindirle ezer, “kağat” derler ona.
Bu ne yaman tenakuz
Çin’de Ts’ai Lun adlı bir zabıt kâtibi, saraydaki hadiseleri kendi yaptığı kâğıtlara yazar (MS 105). Vesika olduğu için saklanır itinayla.
Bu arada Uygurlar hamura keten, kenevir lifleri de katar mukavemeti artırırlar. İlk basit matbaayı da onlar yapar  ilk kâğıt parayı da onlar basar.
Araplar Talas Meydan Muharebesi’nde (751) kâğıtla tanışırlar. Kendilerinden de çok şey katarlar. Kelâm-ı kadim yazılacak satıh lekesiz pürüzsüz olmalıdır. Kalemin âlâsı, mürekkebin rânâsı ve kâğıdın zibâsı yakışır mushafa.
Hazret-i Muaviye radıyallahü anh devrinde “varak” yapıldığını biliyoruz, meselâ İmam-ı Ahmed bin Hanbel rahmetulllahi aleyh kitaplarını kâğıt üzerine yazar.
 Bir ara Bermekîlerden Fazl bin Yahya, Harun Reşid’e gelir “Efendim kâğıt yapmalıyız mutlaka!” der.
Abbasi Halifesi, teklifi ciddiye alır, imkân sağlar. Fazl, kardeşi Cafer el-Bermeki’yi işin başına koyar. Bağdat’ın ardından Şam, Hama, Trablusşam ve Mısır’daki tesisler de geçer imalata.

ADI NEREDEN?
Bunlar bulundukları yer ya da ön ayak olan şahsa göre isim alırlar. Misal Sâmânî Hükümdarı Nuh’un yaptırdığı kâğıtlar “Nuhî” diye tanınır piyasada.
Süleymanî, Tahirî, Haşebî, Dımaşki, Devletâbâdî, Âdilşâhî, Harîrî, Semerkandî, Hindî, Nizamşâhî, Gûnî Tebrîzî, sultânî, âbâdî, şeker renk muhayyer gibi...
Hasılı okuryazarlık artar, kütüphaneler kitapla donanırlar. Kâğıt öyle boldur ki esnaf sattığı malı sarıp sarmalar.
Batı dünyası bunun lüzumunu anlayamaz. Haçlılar kaliteli kâğıtları ile tanınan Trablusşam tesislerini yakar yıkarlar (1109).  
Kâğıt Avrupa’ya Müslümanlarla gider. Endülüs Emevileri, Valencia Jativa’da (eş-Şatibe) mükemmel bir tesis kurar. Ürünleri Karta Balansiye adıyla tanınır Avrupa’da. İspanyol çapulcular da bu tesisi yıkacak, kâğıtçılık Fas’a kayacaktır ilerleyen yıllarda.
Lakin İtalyanlar farklıdır, kâğıdın ehemmiyetini hisseder ve 1276 yılında Fabriano’da imalata başlarlar.
 Fransa 1348’de, Almanya’da 1390’da, İngiltere’de 1495’te, Amerika ise 1690’da kâğıt yapabilir anca. 

Bu ne yaman tenakuz
Kâğıt bize Uygurlardan miras

KAYMAK KÂĞIT
 Ecdat gözenekli kâğıdı, kireçle ağartır, nişasta, yumurta akı, şap, balık tutkalı, üstübeç, hatmi, gül yaprağından mamul bir mayi ile sıvazlar. Mühre atıp cam gibi cilalar (mührak). Aharlanmış kâğıt, muhtemel hatalara müdahale için müddet verir hattata. Zaten mürekkep yalama tabiri de oradan çıkar.
Bu ne yaman tenakuz
Bazı ustalar kâğıtlarına ışığa tutulunca görünen bir mühür (su damgası - filigran) koyarlar. Daha ziyade üç hilal, ok, kılıç, kartal olur ya da terazi, kale, kalyon, çapa…
Vesikalarda geçen “Kâğıtçı Muhyiddin Mescidi” ve “Kâğıthane” ifadelerine bakılırsa Şeyh Hamdullah’ın yaşadığı yıllarda kâğıt imal ediliyor olmalıdır Amasya’da.
İstanbul Kâğıthane’de Bizans’tan kalma bir imalathane vardır, Rusçuklu Mehmed Emin Bey daha mükemmelini yaptırır. Para kazanamaz o başka.
Matbaa faaliyete geçince (1729) kâğıt ihtiyacı artar. İbrâhim Müteferrika, Yalakâbâd’da (Yalova) bir kâğıthane kurar.
III. Selim Beykoz’da Değirmen Ocağı’nda bir tesis açtırır (1805). Üsküdar matbaası ile birlikte çalışır, ordunun matbu evrak ihtiyacını karşılarlar.
1846’da İzmir’de buhar gücüyle işleyen bir fabrika faaliyete geçer “eser-i cedid” marka kâğıtları verir piyasaya.
II. Abdülhamid Han kitap dostudur, çok eser bastırır, meccane dağıtır. Beykoz’da kâğıt fabrikası için imtiyaz isteyen Serkarîn Osman Bey’e vergi ve gümrük muafiyeti sağlar. 

KİLO ARTTI, TİRAJ EKSİLDİ
 Ve cumhuriyetle SEKA girer sahaya. İzmit, Afyon, Akdeniz, Aksu, Balıkesir, Çaycuma, Dalaman, Kastamonu fabrikaları ihtiyacımızı karşılasa da rakiplerimiz ucuz ağaç ve enerji kullanırlar.
Nasıl kişi başına düşen millî gelir, tüketilen gıda, yakılan elektrik ve sarf edilen su, gelişmişlik göstergesi ise kâğıt miktarı da fikir verir uzmanlara.
1980 yılında Türkiye’de 12 kilogram, ABD’de ise 272 kilogram kâğıt tüketiliyordu. Bugün onlar 322 kilogram harcıyor, biz ise 75 kilo civarında.
Peki, şimdi daha mı çok kitap basıyor daha mı fazla gazete okuyoruz? Hayır, lavaboların yanına rulo rulo kurutma kâğıdı asıyor, koparıyoruz avuçla.
Eğer ecdat kâğıtla taharetlendiğimizi duysa bozulurdu ihtimal. Çünkü onlar kâğıt tesisi var diye Yalova cihetine ayak uzatmazlar.
Bilgisayarlar hayatımıza girdi gireli kâğıtla işimiz azaldı, ne bilet, bildiri kaldı, ne nüfus cüzdan örnekleri, ikametgâh senetleri. Kırk yılın başı para makinesi makbuz ister misiniz diye soruyor, ben evet diyenini görmedim daha.

Bu ne yaman tenakuz
SAHAFLIK CAN ÇEKİŞİYOR

 Gelelim kitap faslına. Sahaflar Derneği Başkanı Adil Sarmusak çok dertli bu konuda. “Fetihten sonra İstanbul sahafları Fatih, Eyyub, Ayasofya’da dükkân açarlar. Fatih Kapalıçarşı’yı yaptırınca yer gösterir onlara. Evliya Çelebi’ye göre sahaf şeyhi devlet protokolünde veziriazamdan sonra gelir, bakın şu itibara.1894 depreminde Kapalıçarşı’dan çıkarlar, çünkü rutubet kitaplara yaramaz. Gider sahaflar çarşısındaki dükkânları satın alırlar. Kitap kurtları uzun yıllar burada buluşurlar.    
Şubat 1950’de çarşıda bir yangın çıkar. O yıllarda vali ve belediye başkanı olan Fahreddin Kerim Gökay “Eğer arsalarınızı belediyeye bağışlarsanız” der, “Ben size bir çarşı yaparım!” Anlaşmaya göre mülk belediyenin olacak, esnaftan sembolik bir kira alınacaktır. Diyelim 1 lira...
Nitekim belediye binayı yapar ve hak sahiplerine tevzi eder.
Ancak Bedreddin Dalan bu centilmenlik anlaşmasını tanımadı, yüzde iki bin zam koydu kiralara.
Biz de kira tespit davası açtık, lakin biriken kiraları ödemek esnafın boyunu aştı. Derken Belediye teminat sigorta ve peşin kira istemeye başladı. Şimdi de Vakıflar çıkmış, “Burası bize ait, kiraları belediye vermeyin” diyor. Peki, 1894’ten beri neredesiniz? Zaten esnaf zorda, benim diyen müesseseler 50-100 lira satışla kepenk kapatıyor. Devlet üç beş dana bakana bile destek oluyor, bizimle kimse ilgilenmiyor. Ha bire veriyoruz, kira, vergi, stopaj, sigorta...
Bu ne yaman tenakuz

İNDİREN İNDİRENE
 Geçen biri geldi Arapçadan Arapçaya geniş bir lügat arıyorum dedi. Bende de 20 ciltlik Cevheretü’l-Lüga adlı bir takım var. Yıllardır ööyle duruyorlar rafta. Ehlini bulsak da versek diyordum, velev ki parası olmasa da. Adam “Ohooo Hoca’m!” dedi “ben onları internetten indirdim bile. Bak burada.”
1980’lerde kitapları en az beş bin basardık, 1990’lara geldik üç bin basmaya başladık. 2000’lerde bine düştük. Bu gün dijital baskı yapanlar var kaç adet istersen o kadar basıyor, 25 - 30 adet fark etmiyor…
Dükkânın çatısı, evin bodrumu kitap dolu, çürüyorlar orada. Kimsenin umurunda değiliz, hepsi sağır sultan. Sahaflar çarşısı dökülüyor, yapın diyoruz yapmıyor, izin de vermiyorlar.
Geçen Çin’den bir heyet geldi, istedikleri kitapları bulduk, kütüphane kurdular orada. Osmanlı Hukuku ile ilgilenen Amerikalı akademisyenlere ne istiyorlarsa temin ettik anında. Burası bir kültür merkezi ayakta kalması lazım mutlaka.
Hasılı Vakıf Belediye arasında ezilmek istemiyoruz. Kültür Bakanlığının yardımını bekliyoruz.
Acil çağrı! İvedi kaydıyla.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.