Nohut ektik, tarih çıktı

A -
A +

Kazalım dediler, kazın dedik. Müze yapalım? Yapın. Tapusunu verin. Alın! Hepsine he dedik, kimseyi yormadık.

Mahmud Yıldız, Göbeklitepe’de vazifeli bir bekçi ama arkadaşlarından farkı var, bu köy (Örencik) onun köyü ve bu alan şahsi mülküydü zamanında. Neyi merak ediyorsan sorun, anlatsın tafsilatıyla.
Kendisi mütedeyyin bir mümin, vatan sevgisi dorukta. Ne istendiyse vermiş, ne dedilerse yapmış, yeter ki faydası olsun Urfa’ya.
Elindeki ibriği ile görüyorum, sular damlıyor kolundan “Mahmud Amca konuşabilir miyiz biraz?”
Nazlanmıyor, “Olur’ diyor kibarca. Günde kırk kişiye anlattığı için alışmış, oyalanmadan giriyor mevzuya.
-Bu arazi dedelerimizden kalma, ben çocukluğumda yemek getirirdim babama, canım çıkardı yokuşta. Başka yer mi kalmadı derdim ne işiniz var dağın başında? Daha ziyade nohut mercimek ekerdik, çorak gibi durur ama verimlidir, emeğiniz zayi olmaz. Tam tepede bir kabristan var, kim yatıyor bilmiyoruz, ulemadan olduğu söylenir halk arasında. Buradan eski insanların geçtiğini hissederdik, belki de harabe vardı yerin altında. Otu güzel olur, manzaralıdır, yazın iyi eser, bunaltmaz. Mesireciler buraya gelir, çobanlar kuzu keser, sofra kurarlar.

SABANA TAKILAN TARİH
-Hiç unutmam 1986 yılıydı, babamla (Hacı İbrahim) amcam (Şavak Yıldız) tarla sürerken sabana taş takılıyor, baktık üzerinde resim var. Değerli mi değil mi? Alalım götürelim dedik erbabına. Yalnız bir hatamız oldu, taşı yıkadık, bembeyaz çıktı ortaya. Neyse attık at arabasına doğru Urfa’ya. Müzeden izzet ikram bekliyoruz, ooo ne iyi yapmışsınız filan. Müze Müdürü geldi şöyle bir baktı, ilgiye değer bulmadı. “Çobanlar yapmıştır” dedi, “alın götürün yorulmuşsunuz boşuna!”
Şimdi koca kaya arabaya yük, yokuş çıkacağız yazık atlara. “Alıyorsanız alın” dedim, “almıyorsanız atarım bir çukura!” İyi öyleyse dediler bırak dursun kenarda.
Aradan yıllar geçti Nevali Çori’de işi biten Alman arkeologlar Prof. Harald Hauptmann ile talebesi Klaus Schmidt müzede taşı görüyor, havalinin üslubuna hâkimler ya peşine düşüyorlar. Onları minibüsle götürüp getiren de yeğenimiz. Gelin gidelim diyor dayımın yanına.
Geldiler “Biz burayı kazmak istiyoruz”, Urfa Müzesi de var arada. Bir avukatla istişare ettim, “Sufi he de zorluk çıkarma. Bir şey bulamazlarsa örterler sana zararı dokunmaz, bulurlarsa sen, ben, hepimiz kazanırız, hayrı olur Urfa’ya.”
Önce tespit için çalıştılar, baktılar iş büyük, yerlerini daha donanımlı ekiplere bıraktılar ve havalinin 12 bin yıllık mazisine kapı araladılar. Schmidt çalışkan, disiplinli bir adamdı, başına bizim gibi poşu bağlardı. Şu an kazılan %5’i bile değil, kimbilir bunun gibi neleri var daha.
 -Burada yaşayan insanlar hakkında ne biliyorsunuz?
-Ne desem yalan, kemikleri bile kalmamış fikir yürütülebiliriz anca. Arkeologlara sorarsanız burası bir mabet, lakin neye inanıyorlar, nasıl ibadet ediyorlar muamma.

HATIRALAR ARASINDA
 -Tarlandan kopamamışsın, toprak mı çekti yoksa?
-Yakınımızda bir köy var Germuş. Zamanında oradan Halep’e göçen bir ihtiyar, gelip giden bir tüccara soruyor. “Sen Urfalı mısan?”
-He babam.
-Germuş’u bilin mi?
-Nasıl bilmem yanı başımızda.
-Bizim filan mıntıkada nar bahçemiz vardı, n’olur bir daha gelişinde bir avuç toprak al, getir bana.
-Emrin olur ağam, meraklanma.
Giderken birkaç yerden daha toprak alıyor, tanıyacak mı acaba? Önce birini çıkarıp veriyor adam bakıyor, bakıyor, yok diyor bu değil, başka yerden almışsın, utanmıyor musun beni kandırmaya?
Diğerlerini de çıkarıp koyuyor masaya “Sen seç o zaman!” Adam bakar bakmaz “İşte bu” diyor. Renk değil, koku değil, başka bir şey, toprağı olan anlar anca…
Eeee topraktan geldik toprağa gideceğiz, toprak başka.

ÜÇ ON KURUŞA
 -Peki Mahmud Amca sen burayı devrederken hakkını aldın mı?
-Aldım lakin kamulaştırmada rakamları bellidir, pek bir şey tutmaz.
 -Toprağını kaybettin, karşılığında başka toprak verebilirlerdi sana.
-Ne bileyim olmadı işte, hani desen ki arazinin kıymetini bilmedin, nankörlük ettin, yo valla.
Susuyor. Aşağıda sıra sıra otobüsler, şaka değil yılda takriben 4 milyon kişi geliyor. Giriş 35 lira, gişeler para basıyor âdeta. Garibim de taş bekliyor kuru ayazda, sarı sıcakta.
Tamam o feragat etmiş ama şimdi fedakârlık sırası Ankara’da. İstediği atla deve değil, biraz toprak. Verin boş duran hazine arazilerinden, eksin biçsin, mal beslesin, artık nasıl mutlu olacaksa.

YALANCININ MUMU KAZIYA KADAR...
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne giren mabetler değişik bir mimarinin ürünü T biçimli dikilitaşlara bakılırsa üstleri kapalıymış zamanında. Kimi 6 metre ve neredeyse 40 ton ağırlığında. Bugüne kadar 120 sütun bulundu ama çok daha fazlası var toprak altında. Dr. Kinzel’e göre bunlar “MÖ 9600 ile 7300 arası yapılmış, kullanılmış, onarılmış ve yine o insanlar tarafından kapatılmış. Şu anda 6 mekân ortaya çıkarıldı 14 tanesi daha açılacak. Göbeklitepe Mısır Piramitlerinden 7.100, Stonehenge’den 6.600 yıl daha eski. Bize okutulan tarihe göre o yıllarda buzul çağından yeni çıkmış olmalı ve mağaralarda yaşamalılar. Tarım bilmeyen, mesken kuramayan, hayvan bakamayan, ateş yakamayan, konuşamayan, bulduklarını yiyen göçebe toplayıcılar...
Adem aleyhisselamı reddeden inkarcılar bize “önce tarım, sonra yerleşik hayat, ondan sonra din” diye dayatmışlardı.
Peki bu mimari ne? Ciddi bir mühendislik var, estetik kaygılar...
Demek ki taş devri filan yalan. Bunca yıl, ilkel deyip ceddimize mi hakaret ettiler yoksa?
 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.