Ah Beyrut ah!

A -
A +

Yavuz Selimli yıllardan beri birlikte yaşadığımız, dost kaldığımız Beyrut İzmir’i, Antalya’yı andırıyor âdeta...

Millet amonyum nitrat uzmanı oldu çıktı. Yok azotlu gübre yapımında kullanılıyormuş da, patlayıcıları güçlendiriyormuş da...
Evet biliyoruz, 1947 yılında Teksas’ta da benzer bir kaza yaşanmış ve 581 insan hayatını kaybetmişti. Yüklü miktarlarda nakledildiği için şakası yok, dinamit çatapat kalıyor yanında.
Hadisenin bu kısmı çok anlatıldı. İyi ama bir de perişan olan koca şehir var ortada.
Kim ne yazmış, biraz araştırıyorum. Nasıl gidilir, nerede kalınır, neler yenir, nereler gezilir, kulüpler barlar gece hayatı filan...
Hâlbuki Beyrut sıradan bir şehir değil, dünya ahiret kardeşimiz, köklü dostluğumuz var onunla.Ah Beyrut ah!

BEŞ BİN SENELİK MAZİ
Efendim, Lübnan mutedil iklimi, karlı dağları ve sedir ağaçları ile tanınan bir ülke. Öyle çöl sahra değil, bağ, bahçe, orman.
Küçük bir Ermeni grubu saymazsanız halkı ekseri Arap. Akkar Türkmenleri gibi ciddi bir Türk nüfusu da var.
Mazisi Fenikelilere, Yunanlılara, Romalılara uzanıyor. Beş bin senelik bir şehir, dile kolay.
Beyrut’un nüfusu bir buçuk milyon civarında, ancak gün içinde iki milyonu da geçiyor. Ki, kaba hesapla Lübnan’ın yarısı diyebilirsiniz ona. Paranın %80'i burada dönüyor…
Okumuş yazmış bir halkı var, Arapçayı kitabi konuşuyor ve mükemmel kitaplar basıyorlar.
Hemen herkes yabancı lisan biliyor. İngilizce ve Fransızcanın yanı sıra Türkçe konuşan da çıkıyor.
Milattan 2 bin yıl önce bir şehir devleti olan Beyrut'tan Byblos Kralları, Makedonyalı İskender, Ptolemaios hanedanı, Seleukos’lar geçiyor. August zamanında (MÖ 27-14) Roma hâkim oluyor. Kaleleri kulelerle donatıp askerî üs hâline getiriyor (Colonia Julia Augusta Felix Berytus).
Şehir Septimius Severus zamanında hukuk mektebiyle şöhret buluyor. Sanat ve ticaret güçlü. Beyrut işi camlar ve ipekliler Avrupa’da aranıyor.

GİDİYOR GELİYOR
Beyrut, Hazreti Ömer devrinde Ebû Ubeyde bin Cerrâh (radıyallahü anhüm) tarafından fethediliyor (635). Hazreti Muaviye, Suriye Valisi iken Horasan’dan göçmenler getirtip yerleştiriyor. Orta Asya çocukları denizle tanışıyor.
Haçlıların ilk hedeflerinden biri Beyrut, sahilde tutunabilmek için ihtiyaçları var zira. Kum gibi kalabalık saldırıyor ve ele geçiriyorlar (1110). Bir süre Kudüs Krallığı’na bağlı kaldıktan sonra Selâhaddîn-i Eyyûbî geri alıyor (1187). Haçlılar daha kalabalık geliyor ve bir daha zapt ediyorlar. Nihayet Memluk Sultanı Melik Eşref Halîl adına Şam Valisi Emîr Sencer tarafından fethediliyor.
Beyrut önemli noktada, Doğu-Batı ticaretine eşik oluyor. Coğrafyacı Ebü’l-Fidâ’ya göre iki kalesi var ve meyve bahçeleri surları sarıp sarmalıyor.
Zaten bolluk bereket diyarı. Turunçgillerle zeytinleri toplasalar yeter artar. Envai çeşit meyve, tahıl, susam, bakliyat... Nasıl balık zengini, ağını atan yüklenip dönüyor.
Beyrut, Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı hâkimiyetine giriyor (1516).
Şehir Maan hanedanına mensup emîrler tarafından yönetiliyor. İtina ile imar ediliyor, ticari hacmi artıyor. Dürzi emîrleri de idarede söz sahibi oluyor.
Evliya Çelebi’ye göre Ulucami’de kırk elli ilim halkası kuruluyor. Şehirde Mîr Münzir, Amrî Camii ve pek sanatlı Âsaf Paşa Camileri bulunuyor. On yedi medrese ve sekiz sıbyan mektebinde tedrisat sürüyor. Sekiz hanı, dört hamamı, 300 dükkânı, 40 kahvehanesi dolup dolup boşalıyor.
Bir ara Dürziler karışıklık çıkarsa da Sayda valisi Cezzâr Ahmed Paşa sükûneti sağlıyor. Derken Hidiv Mehmed Ali Paşa’nın eline geçiyor.

NE İTTİHAT NE TERAKKİ
Arap dünyasında ilk gazete (Hadîkatü’l-Ahbâr) Beyrut’ta yayımlanıyor (1858) . XX. yüzyılın başlarında Beyrut’u ziyaret eden Babanzade İsmail Hakkı Bey, şehirde 25 gazete ve mecmua çıkarıldığına şahit oluyor. Ancak bunlar bazı mahfillerin uzantısı, ekseri Osmanlı aleyhine faaliyette bulunuyor. En ılımlısı bile ademimerkeziyet (mahallî idare, yerinden yönetim) talebinde bulunuyor.
İttihat Terakki’nin tavrı belli, Arap gençleri de kavmiyetçilik yapıyor.
Lübnan Mehmed Ali Paşa işgalinde iken Amerikan, Fransız ve İngiliz okulları açılıyor, Zahle, Şam ve Halep’te de Cizvit mektepleri faaliyete geçiyor (1831). Bunları İncil Cemiyeti, Genç Hristiyanlar ve Farmasonlar takip ediyor.
Birinci Cihan Harbi’nde Gazze ve Nablus’ta acı mağlubiyetler alıyoruz.
Subaylarımız siyasetle meşgul, akılları yeni teşkil edilen kabinede. Tuhaf bir şekilde bölgeyi terk edip Toroslara çekiliyoruz. hasımlarımız boşluğu dolduruyor.
Neticede Lübnan, Fransız mandasına giriyor. Ancak 1943’te bağımsızlığını kazanabiliyor.
Arap üst kimliği altında buluşsalar da aralarında Maruni, Katolik, Protestan, Ortodoks, Şii, Sünni ve Dürziler bulunuyor.
Fransızların bıraktığı yapı Hristiyanlara öncelik veriyor, ancak nüfus her geçen gün Müslümanların lehine artıyor. Haksızlık, yolsuzluk, iltimas kayırma... Hep onlara hep onlara... Eller silaha gidiyor sonunda.
Yaşanan iç savaşla Beyrut perişan oluyor. Beşir Cemayel gibi liderler suikasta uğruyor. İsrail fırsattan isitifade ülkeyi işgal ediyor. Sabra ve Şatilla’da asrın en iğrenç katliamlarına zemin hazırlıyor. Hristiyan Falanjistler büyük bir keyifle silahsız Müslümanları öldürüyor.

FİTNE UYKUDA
Derken İslami Cihad, Hizbullah ve Emel örgütü yabancılara karşı kanlı bir mücadeleye girişiyor. ABD elçiliğinin bombalanmasından sonra (Nisan 1983) İsrail ve müttefikleri Beyrut’tan çekilmek mecburiyetinde kalıyor.
Dinî ve millî gruplar Reşîd Kerâmî başkanlığında bir hükûmet (25 Nisan 1984) kuruyor. Şehir Doğu Beyrut ve Batı Beyrut diye ikiye ayrılıyor. Yeşil hatta BM askerleri yerleştiriliyor.
Derken Şii Emel örgütü Filistinlilere saldırıyor. Burcülberecne Kampını kuşatıp, mermi yağdırıyor insafsızca.
Beyrut ve Gazze’nin bitmeyen çilesi acıları birbirine benziyor.
Lübnan zenginlerinden iş adamı Refik Hariri bütün tarafları kendi otelinde topluyor ve nispeten makul bir anayasa yazdırıyor. Buna göre Cumhurbaşkanı Maruni Hristiyan, Başbakan Sünni Müslüman, Meclis Başkanı da Şii olacak.
Sükûnet ülkeye yarıyor, çabucak toparlanıyorlar. Orta Doğu’nun Paris’i eski parıltılı günlerine dönüyor.
Ancak Beşşar Esad’ın militanları bombalı suikast ile Hariri’yi şehit ediyor. Haydi, yine çalkantı, kargaşa.
Pers devleti hayali kuran Tahran yönetimi Hizbullah’ı, paralı asker gibi kullanıyor. Zahirde İsrail ile uğraşıyor gibi görünseler de Suriye’deki bütün katliamlara (Dara, Halep, Humus, Hama) katılıyor, Sünnilere zulmediyorlar.
Hizbullah, İran'ın verdiği destekle geçtiğimiz seçimi önde tamamladı. Birçok devlet müessesesini ele geçirdi ki, Beyrut Limanı da onlar arasında.
Patlama âdeta geliyorum demiş, dokuz kusurlu hareketin dokuzunu da yapmışlar. İhmal, umursamazlık, kulak tıkama...

GÖRÜLESİ GEZİLESİ
Bütün bunlara rağmen Beyrut'a giden pişman olmuyor. Belki de Akdeniz'in en çok yakıştığı şehir o, Bahr-i ebyad kâh kumsalları okşuyor, kâh tosluyor ‘Güvercin Kayalıkları’na. Halk gece gündüz Korniş’i (sahili) adımlıyor.
Hava hamamlaştı diyelim, bir saat içinde doruklara çıkabilir, kayak pistinde slalom atabilirsiniz pekâlâ.
Golf sahaları, balon gezileri, tekne turları, ata bineceğiniz çayırlar...
Yollarda rastlayacağınız arabalar size ıslık çaldıracak; Ferrariler, Bentleyler günlük işlerde kullanılıyor.
İnsanları görmüş geçirmiş, olgun ve ağırbaşlı... Onca silahlı adama rağmen sıkıntı hissetmiyorsunuz çünkü Türkler seviliyor.
Mutfağı bizden aşağı değil, belki fazlası var.
Masaya oturdunuz; humus, patlıcan salatası ve tabule (kısır) önünüze konuyor, balon pideler sıcak sıcak yetiştiriliyor.
Balık ve tavuk ızgaralar, kuzu kebaplar. Yaprak sarma, biber dolma, içli köfte, sembusehler, turşular... O kadar tanıdık ki, Urfa’da mıyız, Antepte miyiz dedirtiyor insana.
Onlar da baklava kadayıf seviyor, içleri badem, fıstık dolu kurabiyeler (gerebiç) yapıyorlar. Demleme çay bulamasanız da Türk kahvesi illaki var. Nargile fokurdatmayanı dövüyorlar ayrıca.
Tarihi gibi müzeleri de zengin, düşünün ta Fenikeli yıllara...
Hediyelik eşyaları da göz alıcı, bakır cezveler, sedefli tabureler, nargileler, halılar, kaftanlar... Ama onu bir araya gelse bir Kapalıçarşı etmez o başka.

MUHTEŞEM CAMİ
Hariri ailesinin, mimar Azmi Fakhuri’ye yaptırdığı Muhammed el-Emin Camii, Süleymaniye’ye benzetilmiş kendi çapında. Hiçbir masraftan kaçınılmamış; çiniler, vitraylar, avizeler, halılar...
Şevâhidü’l-Hak kitabında Şiilere ve Vehhabilere mükemmel cevaplar veren Yûsuf Nebhânî hazretleri de civarda metfun. Yine Evzâî hazretlerinin türbesi çokça ziyaret ediliyor. Şehrin en eskisi Ömer Camii, sizi ta Emevili yıllara götürüyor.
Saat Kulesi bir Abdülhamid Han yadigârı. Cemal Paşa da büyük bir imar faaliyetine girişmiş, caddeler açtırmış ve oturaklı hükümet binaları yaptırmış.
Müslümanların yaşadığı Hamra’da oteller, mağazalar, lokantalar bulunuyor (du) diyelim, çünkü limana pek yakın, patlamada kaldılar mı acaba?

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.