Türkiye-ABD ilişkileri, şimdi ne olacak?

A -
A +
BM Genel Kurulu’ndaki son Kudüs oylaması ve ABD’nin resmen politik hezimet yaşamasından sonra, bazı kesimler malum teraneleri tekrar piyasaya sürdü: Eyvah, acaba ABD nasıl bir ceza kesecek?..   Dış politikada risk almadan ciddi bir başarı kazanmak mümkün değildir… Elbette bu riskin hesaba-kitaba dayanması gerekir. Yani maceracılık, gözü karalık; gerçek gücünün üstünde işlere kalkışmak, dış politika realitesine ters durumlardır. Buralarda hata yapan devletler bedelini ağır biçimde ödeme ve bazen de tamamen bunun altında kalmak gibi acı sonuçlarla yüz yüze gelmişlerdir. Mesela Saddam Hüseyin’in 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmesi ve devamında yaşanan hadiseler, bunun çarpıcı bir örneğidir. Dolayısıyla dış politikada gösterilmesi gereken hassasiyet, “kılı kırk yarma” ifadesiyle anlatılır… Bugün dünyada bağımsızlığı tescil edilmiş 196 devlet vardır. Bunun 193’ü Birleşmiş Milletler Teşkilatına üyedir. Demek oluyor ki, dünyanın en büyük enternasyonal örgütü BM’dir. 1949 yılında kurulan Kuzey Atlantik Paktı (NATO), zaman içinde üye sayısını arttırarak 28’e çıkarmıştır. Hâlihazırda tarihin gördüğü en geniş savunma paktıdır. Gerek BM, gerekse NATO’da üye devletlerin ağırlık skalası çok farklıdır. BM’de beş daimî üyeden her biri, istediği zaman kurumun teşkilatın önemli ve bağlayıcı kararlar almasını, veto yetkisiyle kilitleyebiliyor. NATO’da da paktın askerî harcamalarını büyük çapta karşılayan ABD’nin onaylamadığı herhangi bir icraatın hayata geçme şansı yoktur… Bu iki önemli teşkilatın dışında, bölgesel ve küresel ölçekte siyasi ve askerî dengeleri bu çapta radikal biçimde etkileyebilecek başka kurum ve kuruluş mevcut değil. Dolayısıyla günümüzde dünya barışı için, bütün eksiklik ve acizliklerine rağmen bu iki teşkilat hâlâ en önemli ve etkili kuruluştur…
Mevcut statüye bakarak, BM ve NATO’da ve başka benzer teşkilatlarda, ABD; Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’ya rağmen, sonuç getirecek önemli hamleler yapılamayacak diye bir şey yok. Veya her hâlükârda küresel güçlerin dediğinin dışına çıkılmayacak diye de bir şey yok. 2003 yılı başında ABD, BM’yi alenen çiğneyerek Irak’ı işgal ederken, Türkiye 1 Mart tezkeresini parlamentosunda reddederek, çok farklı bir duruş sergiledi. O zaman da bazıları, bunu âdeta bir felaket durum olarak ilan etmiş ve Beyaz Saray’ın telefonlarının bundan böyle Ankara için hep meşgul çalacağı ve muhatap bulunamayacağı yolunda tahminler yürütmüştü. Ama geçen zaman hiç de öyle göstermedi. 2010 yılında Obama Yönetimi, BMGK’dan İran’a yönelik dördüncü ambargo paketini geçirmeye çalışırken, Türkiye ve Brezilya, bütün ısrarlara rağmen ABD’nin aksine hayır oyu kullanmıştı. Daha sonra P5+1 (Beş daimî üye ve Almanya) İran’la yeni bir süreç başlatarak, nükleer program konusunda anlaşmaya vardı. Şimdilerde Donald Trump bu anlaşmayı iptal etmeye yelteniyor. Fakat buna gücü yetmeyecek. Çünkü diğer taraftaki ülkeler, anlaşmanın devamından yana… Son olarak Trump’ın Kudüs ile ilgili kararına dünyanın verdiği tepkiye gelelim. İlk önce İslam İşbirliği Teşkilatı, zirve dönem başkanı olan Türkiye; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde çok hızlı ve enerjik bir çalışma ile olağanüstü toplandı ve Trump’ın bahse konu kararı reddedildi. Ardından bu karar BMGK geçici üyesi olan Mısır tarafından Güvenlik Konseyine taşındı. Orada ABD, 14 ülkeye karşı tek başına kaldı. Ancak veto yetkisini kullanarak kararın çıkmasını engelledi. Fakat bu karar Türkiye ve Yemen tarafından BM Genel Kuruluna taşınarak, buradan ezici bir çoğunlukla geçirildi. ABD, İsrail ile birlikte; Togo hariç, toplam nüfusları iki yüz bini geçmeyen yedi tane devletçikle baş başa kaldı ve ağır bir politik yenilgi aldı. Kısacası ABD, yaptığı bütün baskı ve şantajlara rağmen, istediği sonucu alamadı, tam tersine uluslararası arenada hezimet yaşadı. Şimdi yine bazılarında bir telaştır başladı; acaba ABD nasıl bir ceza kesecek? Böyle ürkek ve mütereddit bir yaklaşımla dış politika yapmak, bizi bir yere götürmez. Türkiye’nin hem İİT hem de BM zemininde yürüttüğü politikalar, iyi hesaplanmış, riskleri doğru değerlendirilmiş ve netice alıcı hamlelerdir. Nitekim bunun sonucunda başta İslam Dünyası olmak üzere uluslararası ortamda Türkiye’nin kararlı ve başarılı politikası büyük takdir görmüştür. ABD bu duruma ne kadar içerlerse içerlesin, sonuç ortadadır ve devamı da gelecektir… ABD, ismi bile çoğu kimse tarafından bilinmeyen, 20 bin nüfuslu Palau veya 9 bin nüfuslu Nauro ile bir yere varılamayacağını bilmez mi?!  Şu hâlde pipiriklenmeye gerek yok. Türkiye Kudüs kararı üzerinden başlattığı İslâm Dünyasındaki dağınıklığı giderme çabalarını sürdürmelidir. Bu noktada BAE Dışişleri Bakanı Bin Zayed ile Bahreyn Dışişleri Bakanı Halid Bin Ahmed bin Halife’nin attığı tweetlere takılıp kalmamalıyız. Daha önce bu köşede belirttiğimiz üzere özellikle Mısır ve Suudi Arabistan’ın ABD ve İsrail tarafından baskılanmasını önlemek için yeni alternatifler geliştirilmelidir. Körfez İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği Teşkilatı ve bilhassa İslâm İşbirliği Teşkilatı esas fonksiyonunu ifa ederse, ABD’nin tehdit ve baskıları havada kalır…     
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.