15 Temmuz ihaneti... Öncesi, sonrası...

A -
A +
İhanet kalkışmasının üzerinden dört yıl geçti. Dört yılda çok şey oldu. Çok şey değişti ve çok şeyler söylendi, yazıldı, çizildi… Peki, her şey ortaya çıktı mı, çıkarılabildi mi? Ne yazık ki hayır! Daha çok iş var…
 
30 Mayıs 1876’da, Sultan Abdülaziz Han’ı tahttan indirerek katleden ve belki de Koca İmparatorluğun dağılma sürecinin başlangıcı olan alçakça darbeden tam yüz kırk sene sonra, 15 Temmuz 2016’da, bu defa Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bölünmesi ve işgal edilmesi maksadına matuf en büyük ihanet sergilendi… Bereket versin ki, Türk milleti yekvücut hâlde, bu ihanet kalkışmasına çok güçlü bir şekilde karşı koydu ve bir gecede bastırdı. Şayet o muhteşem direniş olmasaydı, bugün farklı bir Türkiye’yi konuşuyor olacaktık. Darbe teşebbüsünün akamete uğratılmasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sergilediği liderlik, başlı başına bir büyük etkendir… 1876 Darbesinden 1913’teki Bab-ı Ali Baskını'na, 27 Mayıs Darbesinden Talat Aydemir Kalkışmalarına; 12 Mart 1971 Muhtırasına, 12 Eylül 1980 Darbesinden 28 Şubat “Postmodern” müdahalesine ve 2007 e-Muhtıra'sına kadar; sonuca ulaşan-ulaşmayan, gizli ve açık sayısız askerî müdahaleye karşı, Türk halkı hep sessiz kaldı… Bu sessiz kalmanın sebeplerini ayrıca ve teferruatlı olarak ele almalıdır. Çünkü askerî  müdahalelere tepki koyma ve darbelere karşı direnme alışkanlığı ve organize olma becerisi ile buna uygun ortamın ve kültürel birikimin varlığı-yokluğu meseleleri, başlı başına çok çok önemli sosyolojik konulardır. 15 Temmuz gecesi, Türk milletinin kendiliğinden ve sür’atle ortaya koyduğu tepki, bir yönüyle de, geçmişte yeri geldiğinde sergilemesi gereken davranışı, hayata geçiremeyişinin mahcubiyetidir… O yüzden olacak ki, darbe teşebbüsünün işaretleri gelir gelmez, halkımız kendiliğinden ve hızla meydanlara akmaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı ile birlikte, sivil direnişin çapı bir anda katlanmış ve topyekûn biçimde millî mukavemete dönüşmüştür. Şüphesiz bu destansı direniş bütün dünya milletlerine de örnek olacak niteliktedir...
Geçen dört yıl içinde, 15 Temmuz ihanet kalkışmasıyla ilgili çok şey söylendi, yazıldı ve çizildi. O gece yaşananlar, medya organlarında çarpıcı görüntülerle yüzlerce kere yayınlandı. Tekrar tekrar izlediğimiz ve her seferinde sanki ilk görüyormuşuz gibi heyecanlandığımız o görüntüler tarih sayfalarında birer ibret levhası olarak yerini aldı. 15 Temmuz ihanetiyle hesaplaşma zemininde de olağanüstü bir süreç yaşandı. Üç yüze yakın dava dosyası ile on binlerce kişinin, şüpheli-sanık olarak yargı önünde hesap verme prosedürü devam ediyor. Hak ettiği cezaya çarptırılan çok sayıda FETÖ mensubu yanında, yargılaması devam eden terör örgütü üyelerinin de adaletle yüzleşmesi, toplumun beklediği neticedir. Ancak 15 Temmuz kalkışması ve bu ihaneti sahneye koyan şebekenin dünü ve bugününe dair pek çok nokta, henüz vuzuha kavuşmuş değil. Bunca tartışmaya, bunca adli ve idari inceleme, soruşturma-kovuşturma ve araştırmaya rağmen, hâlâ daha bahse konu terör örgütünün, nerelere kadar dal budak saldığının tespiti hususunda, katedilmesi gereken çok mesafe var!..
15 Temmuz ihanetinin öncesi ve sonrasına dair cevap bekleyen o kadar çok soru var ki… Öncelikle, kırk hatta elli yıl geriye giden evveliyatıyla bu terör örgütünün, devlet içinde yeşermesi ve kılcal damarlara kadar yerleşerek; Paralel Devlet Yapılanması'na (PDY) dönüşmesi, bunca zaman nasıl tespit edilemedi veya tespit edildiyse ne maksatla engellenmedi? Çünkü 15 Temmuz’dan en az 16-17 sene evvel, FETÖ ile ilgili olarak Emniyet Teşkilatı yetkililerinin rapor hazırladığı biliniyor… 2011 Yılı Kasım ayında bu örgütün, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın ofisine dinleme cihazı koyduğu tespit ediliyor. Hemen akabinde 7 Şubat 2012 tarihinde aynı örgüt bu defa MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden yine Başbakan Erdoğan’a yönelik bir hamle yapıyor. 2013 Mayıs’ındaki Gezi olaylarının tertip ve teşvikinde, örgütün pozisyonu acaba devletin ilgili birimlerinin bilgisi dâhiline girmemiş miydi? Nihayet 17-25 Aralık 2013’te, hükûmeti alaşağı etmek üzere kurulan apaçık “yargısal darbe” kumpasına rağmen, devlet içindeki “paralel devlet"in faaliyet ve nihai hedefi hakkında bir kestirim yapılamadı mı? Yapıldıysa buna rağmen, bu terör örgütü 15 Temmuz 2016’ya kadar nasıl hiçbir engele takılmadan gelebildi?
Ve 15 Temmuz günü birkaç saat öncesinden, bir ihbarla ortaya çıkan kalkışma ihanetinin hazırlıkları bağlamında, iki gün öncesinden bazı birliklerde yaşanan hareketlilik hiç kimsenin dikkatini çekmedi mi? Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde, bırakın izinsiz kuvvet kaydırılmasını, emir-komuta bilgisi dışında bir cipin yerinin değiştirilmesi dahi mümkün değilken, bunca faaliyetin nasıl icra edilebildiği doğrusu izahı olmayan bir durum!.. Şüphesiz son ana kadar hangi ata oynadığını belli etmeyen ve makam-mansıp için fırsat kollayan bazı generallerin tutumu burada büyük rol oynamıştır. Lakin buna rağmen, açıklanması gereken pek çok konu var. “Siyasi ayak” meselesi gibi… Bir de tam 21 senedir, FETÖ elebaşını şürekâsıyla birlikte barındıran ve himaye eden ‘müttefikimiz'in ihanet kalkışmasındaki rolü, hâlâ daha gizini korumakta!.. Belki bir gün o da faş olur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.