OPERASYON

A -
A +

Çok hızlı bozuluyoruz. Yirmi beş sene önceye göre korkunç bir noktadayız. Birileri buna “değişim” diyor. Evet bir şeyler değişiyor fakat olup bitenler hayra alâmet değil. Ahlâk’da dibe doğru gidiyoruz. Yakın zamanlara kadar uygun görmediğimiz birçok şeye alışdık. Çeyrek asır önce milletimiz “kız arkadaş”, “erkek arkadaş” ifâdelerine yabancıydı. Hangi yaşda olursa olsun kızın kız, erkeğin erkek arkadaşı olurdu. En azından muhâfazakârlar arasında böyleydi. Şimdilerde bir kısım başörtülüler bile bu işi gâyet tabîî karşılıyor. Kılık kıyâfet konusunda dökülüyoruz. Öyle bir dökülmek ki üzerimizde bir şey kalmamış hâlde. Dekolte türü kıyâfetler semt pazarlarına kadar girdi. Üstelik lüks semtlerden bahsetmiyoruz. Varoşları konuşuyoruz. Yeşilçamdan kaçıp gelmiş tipler soğanın sarmısağın arasında yarı çıplak vaz’iyyetde volta atıyor…
 
Peki bu çözülme nasıl oldu?
 
İnsanoğlu yaratılışı gereği emir kipini sevmez; “yap”dan “et”den hoşlanmaz. Ol sebebden bu yolla netîce almak zordur. Bunu gâyet iyi bilen müstevlî ince bir taktik gelişdirdi. Elinde dünyânın en tehlikeli silâhı, ya’nî televizyon vardı. Maamâfîh son derece temkînliydi. Gayr-i islâmî hayât tarzı güzel kadınların ve yakışıklı erkeklerin kamera karşısındaki görüntülerine monte edilecekdi. Bunun yerli bir görünümle sunulması mühimdi. Ne var ki evvel emirde ithâlâta başvuracak, daha doğrusu âid olduğu dünyâdan memleketimize ihrâcât yapacakdı. DALLAS, AŞK GEMİSİ, YALAN RÜZGÂRI koç başlarıydı. Bırakın şunu bunu, “önce ahlâk, ma’neviyyât” diyenler de hazırlıksız yakalandı. Osmanlısız dünyâda halîfe yokdu. Dolayısıyla herkes sâhibsizdi. Bu başıboşluk sinsi adımların netîce alması için uygun bir vasat sunuyordu. Beynimizin işgâl edildiğini anlayamadık. Kalbimizin elden çıkdığını da… Bir müddet sonra koç başlarına gerek kalmadı. Türk, Türkle yoldan çıkarılacakdı. Günlük hayâtları konu alıyor gibi görüntü veren yerli diziler asîl milletimize zehir şırınga etmeye başladı. Müslim gayr-i müslim herkesin nefsi kâfir olduğu için atılan adımlar karşılığını buluyordu. Şekerle kaplanmış sayısız iğrençlik yaklaşık iki sâate sığdırılıyordu. Uydurma isimler konulan başrol oyuncuları köksüzlüğü özendiriyordu. Evlâd-ı Fâtihâna sen de böyle ol deniyordu. Tahrîbât elbette dizilerle sınırlı kalmıyordu. Reklamlar bile mesaj doluydu. Figüranların büyük kısmı ne yapdığını bilmiyordu. Birileri onlara “san’at” ve “san’atcı” kelimelerini fısıldamışdı o kadar. İyi de ne menem bir şeydi şu san’at ve ne menem bir şeydi şu san’atcılık. Sizi bilemeyiz ama ikincisinin bizdeki tedâîsi “cılk”dan başka bir şey değil. Her ne ise. Bunlar yunmuş yıkanmış insanlardı. Lağıma düşerler fakat tertemiz çıkarlardı. Zîrâ uydurukça onlar için çalışıyordu. Bu dilde zînânın adı “düzeyli ilişki”ydi. Gel gör ki kaç nice “düzeyli ilişki” memleketimize her lahza necâset yaymakdaydı…
 
Ma’neviyyâtımızı bozmadan bunların farkında olmamız gerekiyor. Hastalığı teşhîs edemezsek tedâvî de edemeyiz. Belki farkında değiliz ama birçok kalıbın içerisine habsolmuş durumdayız. Üstelik bunlar sâbit de değil. Her dakîka daralıyor. Kâffesi putlaşmış. Cümlesini tuzla buz etmekden başka bir kurtuluş çâremiz yok. Bu ise yalnız ve ancak dîn-i mübîn-i islâma ecdâd gibi sarılmakla mümkin. Ehl-i sünnetliğimiz lâfda kalmamalı. Dîne, dînin emretdiği şekilde inanmak zorundayız. Kafamıza göre atacağımız her adım hüsrân ve bir kerre daha hüsrân demekdir!
 
Afrin yürüyüşü devâm ederken bir operasyon da bu mevzûlar için başlatalım!

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.