Ekrem Cengiz ve G.Antep sesleri!

A -
A +

Rizespor'un Başkanı Ekrem Cengiz ki, hiç tanımam, G.Saray maçı öncesi yayıncı kuruluşun mikrofonuna çok ilgi çekici bir açıklama yaptı. Cengiz dedi ki , "G.Saray ve Beşiktaş bizi çok iyi ağırlar. Biz de onları aynı şekilde. Ama ne yazık ki aynı tabloyu F.Bahçe'yle yaşayamıyoruz. Buna da çok üzülüyoruz ve şaşırıyoruz..." Ardından gazetelerde bir haber çıktı. G.Antepspor seyircisi sürekli F.Bahçe aleyhine bağırmış. Yine öğrendiğime göre, geçtiğimiz haftalarda G.Antepspor Başkanının hava alanına gönderdiği arabalara binmeyen F.Bahçe'nin sayın Başkanı, akşam da yemek davetine katılmamış. Eh, Kulüpler Birliği'nden de çıkılmıştı. İşte, dünya kulübü olmaya gidilirken seçilmiş yol... Tek başına, herkesi elinin tersiyle iterek, izole yaşayıp, izole düşünerek... Ne medenice değil mi? Demirören kime oynadı? Beşiktaş Başkanı Sayın Yıldırım Demirören, tam anlamıyla baltayı taşa vururcasına, çıkıp lig şampiyonluğu için G.Saray'ı seçtiğini söyledi. Kendi takımı için de, kupayı istedi. İkinci istek çok doğal... Ama ya birincisi? Böyle bir isteği, Beşiktaş'ın eski başkanlarından G.Saray Liseli rahmetli Mehmet Üstünkaya bile gündeme getirmemişti. Başkan Demirören, anlaşılan o ki, eline ayağına bulaştırdığı işin üzerini örtmeye çalışıyor. Ama bunu yaparken de burun kanatıyor. Çünkü, transfer yaklaşıyor. Beşiktaşlı, futbolcu istiyor futbolcu... Eh elde mal fazlası olarak, şu andaki takımdan gidecekler hariç, yanılmıyorsam 3 yabancı daha var. Para? Fulya masalının içinden bir peri çıkmazsa, o da yok... Peki, taraftar? Onlar var... Hem de çok ciddi biçimde her tarafı kasılmış durumda... İşte, topu atarsın en öndekinin üzerine, olur biter. Peki, bitti mi? Hayır! Beşiktaşlı yemedi bu dolmayı... Dua etsinler de, gelip dolmayı kapının önüne atmasınlar... Bravo Şansal, çok ayıp Melih! Digitürk'ü, amigo yorumcuları yüzünden iki haftadır eleştiriyorum. Ancak Şansal Büyüka'nın, yanılmıyorsam geçen salı, Ercan Taner'le yaptığı sohbetteki "Yabancı futbol yorumuna" hayran oldum. İzlerken not alamadım ama, hemen hemen bütün söyledikleri aklımda... Deneyimli olmak, böyle on numaralık konuşma getiriyor tabii ki... Ama ya Melih Şendil'in, Vestel Manisaspor- F.Bahçe maçı öncesi söyledikleri? Sevgili Şansal, Melih'e bir sor bakalım; Manisa, Afrika'nın ıssız çöllerinde ya da Güney Amerika'nın balta girmemiş ormanlarında mı? Peki, aynı Digitürk'ün spikeri, yanılmıyorsam Öztürk Pekin idi, aynı Vestel Manisaspor, Trabzonspor'la oynarken, neden tavanın çökme ihtimali bulunduğunu, maçı anlattıkları yerin son derece ilkel olduğunu, büyük tehlike içinde yayın yapmaya çalıştıklarını söylemedi. Yoksa Manisa'da rakip takıma göre mi, maç anlatım yeri var? G.Saray seyircisi kimi kandırıyor? Öyle şey yok... Özhan Canaydın yönetimine yıllardır veryansın edeceksin... Stadı boş bırakacaksın... Sonra Adnan Polat gelince ve de takım puanla, hiç olmazsa bir haftalığına, kesin lider kalacağından, stadı dolduracaksın... Böyle çifte standart taraftarlık olmaz... Bence G.Saray taraftarı sınıfta kalmıştır. Nasıl mı sınıf geçer? Çok zor... Çünkü en azından üç-dört sezon, hangi stat olursa olsun, doldurmak zorundadır. Hem de, takımı kötü de oynasa, alkışlayıp, omuzlarda taşımak kaydıyla... Neden mi? Çünkü ezeli rekabet, ancak böyle yaşanır da ondan... Hakan Şükür'den yeni dersler! Bu ülkede, ülkenin Milli Takımı'nı ve ülkenin yegane Avrupa Kupalı ekibini yaklaşık 14 yıldır sırtında taşıyan Hakan Şükür, Cahit Sıtkı Tarancı'nın ünlü şiirindeki yaşa gelmiş olmasına rağmen, bir delikanlı gibi yeni yeni dersler vermeye devam ediyor. Kimlere mi? Kendisine Şaban adını takıp, milyon dolarlık sahte yıldızların peşine düşmüşlere... Kendisini futbol yorumcusu sanıp, sözüm ona ahkam kesenlere... Kendisini devrimci teknik adam sanıp, onu bırakın yedeğe, kadroya bile almayan sözüm ona futbol bilimcilerine... Hatta hatta kadrosunda Hakan'dan daha iyi uç adamları olduğunu sanıp, Hakan'ı yedeğe oturtan Avrupalı teknik direktörlere... Dersler devam edecektir. Ne kadar zaman mı? Vallahi onu Hakan bilir... Ne komik şeyler yazıyor Kazım ve Reha kardeşler! Beşiktaş'ın, Çağdaş'ın dediği gibi gerçekten de düzelmesi çok zor. Hele hele medyadaki kalemşor ve yorumcuları bu kafada olduktan sonra... Kazım Kanat ve Reha Muhtar kardeşler, Tigana'yı, G.Antepspor maçındaki uygulamaları yüzünden bir eleştirmişler, bir eleştirmişler, şapkanız düşer... Savunmadaki Gökhan, neden bu maçta oynamış? Sergen neden ilk onbirde değilmiş? Hani her maç, hem de sürekli biçimde Sergen ilk onbirde oynar ya... Arkadaşlar bu nedenle Sergen sonradan oyuna girdiği için bozuklar... Öyle isterim ki, Tigana bunları karşısına alsın, şu sordukları sorulara hem cevap versin, hem de biraz ders... İşte o zaman belki de Beşiktaş'taki "Kurtar bizi Baba" çığlıkları da diner... Ne dersiniz? Basın kartı taşımaktan utanılır mı? Sorunun cevabı tabii ki hayır olmalıdır. Ama, bir tribün amigosundan beter davranan, kendine sunulmuş sütunda tuttuğu kulübün dışındakilere hakaret etmekten hiç utanç duymayan, ne yazık ki, cebinde sarı kartı, hem de on yıllık, bulunmasına rağmen maçları fanatiklerle açık tribünden izleyen biriyle "gazetecilik" kelimesinin, mesleğinin ortaklarından biri olmaktan ben utanmayayım da kim utansın? Çünkü benim de 35 yıllık basın kartım var. Artık sürekli de olmuş... Yani devlet, "Al, bu mesleği yapmasan da, yaptıklarının karşılığı olarak helal olsun" demiş. Bu kişi, geçtiğimiz pazar akşamı Star'ın Telegol'üne telefonla konuk olup, Manisa'daki olayları anlatmaz mı? Böyle bir amigonun, söyledikleri doğru da olsa, doğruluğuna kim inanır ki? Daha fecisi, bu zat, halen Star TV'nin ana haber müdür yardımcısıymış... Rauf Tamer'in dediği gibi, meslek, yani gazetecilik, hele hele bizim branş tam anlamıyla "Çekin kuyruğunu gitsin" olmuş. Gece sabahlara kadar masa üzerinde yattığıma mı, haber peşinde yaşadığım tehlikelere mi, matbaalara gazete yetiştirmek için zamanla giriştiğim yarışa mı, yurt dışıyla bağlantılar kurup oradaki haberleri Türkiye'deki gazeteme aktarabilme yolundaki emeklerime mi yanayım? Ben ve benim çizgimdeki meslektaşlarla, o tribün amigosundan beter davranan ve yazılarında hakaret etmediğini bırakmayan zatla aynı kartı taşımak ne kadar acı değil mi? İşte dostlar; burası Türkiye... Burada yaşanır kepazeliklerin en daniskası... F.Bahçe'nin hocası var mı? Elbette var... Hem de en dahisinden... Ama en kralından dahi, beş haftadır oynamayan iki oyuncusunu, sistemli oynayış içinde, aynı kanatta önlü arkalı oynatmaktan hiç çekinmez... Aynı dahi, bitime daha yarım saat varken, takımının en mücadeleci oyuncusunu çıkarıp, diğer kanadı da felç eder... Dahinin işi bitmez... İkinci santrforu oyuna sokar da, ön kenarlardan birinde, hem de orada hiç oynamak istemeyen hayalet oyuncusunu, hiç olmazsa, kısa süre için ikinci santrfor olarak düşünmez... Biter mi dahinin icraatı? Tandeminde oynayan oyuncularından biri, başını alıp santrfor olur. Bu arada orta alandaki mücadeleci oyuncusu oyundan çıkmıştır. Diğeri de maçı kurtarmak için hücumcu olur. Üçüncüsü de zorunlu olarak, tandeme geçer... Ve karşı taraf, orta alandan, 4-0 veya 5-0 ağırlıklı elemanla atak geliştirir. Böyle olunca da, tabii penaltı da olur... Dahi nerede mi? Ya kulübede Köln sokaklarını düşünmektedir ya da basın toplantısından tüyerek yeni uydurmalardan sıyrılmaktadır. Şimdi siz bana F.Bahçe'nin geçen yıllardaki şampiyonluklarında hocasının payı olduğunu söyleyebilir misiniz? Yatıp kalkıp, lanetlediği Hooijdonk'a, Beşiktaş'a ve yarım porsiyon da Alex'e dua etsin! Turgay Ciner Bey, Rüştü'ye ayıp etmediniz mi? Önce hemen şunu yazalım... Rüştü, Barcelona'da hemen hemen hiç oynamadan, 1.5 milyon euroya, kendi kendini mi F.Bahçe'ye kiraladı? Hayır! Şampiyon olmuş takımın kalecisi varken, hoca, kalede dehşet gördüğünü açıklamıştı da, yönetim de hocaya renkli rüyalar izlettirmek adına bu işi yapmıştı. Bu, işin başka yönü... Ama bugünkü hali daha da trajik... Şimdi Sabah gazetesi, "Manisa bozgununu" Rüştü'ye ihale etmiş. Ayıp yahu! Üstelik bir de Rüştü'nün, F.Bahçe'deki kariyerinin bittiğini falan yazmış. Bu sayfaları, bu fikirlerle kimler düzenliyor? Turgay Ciner, iyi bir Beşiktaşlıdır. Yani sporun içinden... Hiç mi sayfalara göz atmıyorsunuz Sayın Ciner? F.Bahçe ve Milli Takım'ın kalesini yıllarca korumuş bir kalecinin kariyerini kim ve nasıl bir maçta noktalayabilir? Bu özelliği taşıyan hangi Sabah mensubudur? Futbolla ilişkisi, yakınlığı nedir? Hayatında hiç kaleci oynamış mıdır? Hayatında hiç futbol oynamış mıdır? Teknik direktör lisansına mı sahiptir? Hangi futbol kurslarına, hangi teknik adam kurslarına, en azından gözlemci olarak katılmıştır? Dünya futbol görüşü var mıdır? Varsa, nereden ve nasıl kazanmıştır? Kimlerle futbol sohbeti vardır? Sayın Ciner; bu soruların cevabını bulmalıyız. Çünkü siz yukarıdan aşağıya inene kadar, bu ülkenin daha çok futbolcu emekçisinin kariyerini noktalayacaklardır! Futbolcunun nasıl olanı aranır? Olacak şey mi? Hasan Şaş, G.Saray'ın şu günlerdeki en önemli silahlarından biri... F.Bahçe maçı öncesi sarı kart sınırında... Sen tut, taç çizgisi üzerinde, üstelik sırtı da G.Saray kalesine dönük oyuncuya, git arkadan kayarak darbe yapıştır. Tolga Özkalfa genç ve henüz gerçekten de kalfalık döneminde olduğundan Hasan, F.Bahçe maçı kadrosunda kaldı. Ya Vestel Manisasporlu Yılmaz'a ne dersiniz? Yaş 33... Serkan, tam çizgi üzerinde topa basmış, üstelik sırtı Manisa kalesine dönük... Sen gel arkadan darbeyi yapıştır ve rakibe serbest vuruş kazandır. O vuruş ne oldu Yılmaz? Manisaspor kalesine gol...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.