Terk edilen saltanat...

A -
A +

İbrahim bin Edhem'in babası Belh şehrinin padişâhı idi. Kendisi de şehzâde olup köşklerde oturuyordu. Avlanmayı çok severdi. Her türlü imkâna sahip, her istediğini yer, dilediği elbiseyi giyer, bütün emirleri yapılırdı... Bir gece tahtı üzerinde uyumuştu. Bir ses duyup uyandı. Tavan sallanıyordu, damda biri vardı. "Damdaki kimdir" diye seslendi. "Tanıdık biriyim, devemi kaybettim de onu arıyorum" dedi. "Hey şaşkın, damda deve olur mu"? deyince, damdaki adam, "Ey gafil! Sen Allahü teâlayı altın taht ve süslü elbiseler içinde olduğun halde arıyorsun! Bu, damda deve aramaktan daha garip değil mi?" dedi. HİZMETÇİNİN VERDİĞİ DERS!.. Bir sabah avlanmak için yatağından çıktı ve gitti, bir şey unuttuğunu fark etti geri döndü. Hizmetçi kadın da yatağını düzeltmeden "kuş tüyü yatakta yatmak nasılmış" diye merak eder ve "biraz uzanayım, sonra kalkar düzeltirim" diye içinden geçirir. Yatağa yeni uzanmıştı ki İbrahim bin Edhem içeri girdi. Onu yatağında uzanmış görünce çok kızdı. "Sen nasıl benim yatağıma girersin terbiyesiz kadın!" diye azarladı ve dövmeye başladı. Hizmetçi kadın dayak yedikçe gülüyordu. Sebebini sordu: "Niçin gülüyorsun?" O da şöyle cevap verdi: "Ben bir iki dakika bu yatağa uzandım, bir sürü dayak yedim. Sen her gece bu yatakta yatıyorsun kim bilir senin başına neler gelecektir!.." Bu iki hadise ve diğer bazı ikâzlardan şehzâde çok etkilenmişti. Kalbi Allahü teâlanın aşkıyla yanmaya başladı. O zamana kadar bilerek veya bilmeyerek işlediği bütün günâhlarına tövbe etti. Saltanatı, şehzâdeliği ve sahip olduğu her şeyi bırakıp ahiret saltanatına talip oldu. Bunun için de Rabbinin beraberliğini elde edebilmek ve ona ibadet edebilmek için şan ve şöhretten uzak, dünya meşgalelerinin olmadığı sakin bir yer aradı kendisine. İki saltanat birden olamaz mıydı? Belki olabilirdi; fakat bu, çok az insana nasip olmuştu. Ömer ibni Abdülaziz (rahmetullahi aleyh) gibilerin sayısı pek azdır. Kolay bir iş değildi. Sahip olduğu bu nimetlerin tamamını bırakıp, çöllere düşmek, bazen aç, bazen susuz ve uykusuz hayat yaşamak her babayiğidin kârı değildi. Bunu merak edenler, İbrahim bin Edhem hazretlerine sordular: "Nefsini nasıl razı edebildin de böyle bir fedâkârlığı yapabildin?" Olacak şey değildi. Buna şöyle cevâp verdi: "Üç şeyden dolayı bu yolu tercih ettim. Birincisi, baktım ki, ne kadar dost ve arkadaşlarım olursa olsun kabre yalnız gireceğim. Hiç kimse beni ne kadar severse sevsin benimle kabre girmeye razı olmaz. Kabirde yalnızlığımı giderecek, bana arkadaşlık edecek birine ihtiyacım vardı ki, bu da salih amelden başkası olamazdı. İkincisi; baktım ki yol çok uzun, bu uzak yolculuğa da azık gerekir. Bu da dünyada elde edilir. Dünya sevgisi ve meşgâlesi bu azığı insana unutturur, elleri boş olarak dünyadan çıkmasına sebep olur. Fani, geçici olanı bırakıp, baki ve kalıcı olanı aldım. Dünya beni terk etmeden önce ben dünyayı terk ettim. Üçüncüsü; kıyamet günü hesabımızı görecek olan bizzat Rabbimizdir. Ondan da saklı ve gizli hiçbir şeyimiz olamaz. Organlarımız şahitlik yapacaklar. Böyle bir güne ve böyle bir hesap için hazırlık yapmak her insan için en önemli meseledir. BİR GÜN AMELLER TARTILACAK Kıyamet günü ameller tartılacak, hayır kefesi ağır basarsa kurtuluşa ermek mümkün olur. Günâh kefesi ağır basarsa felâkettir. Cehennem ağzını açmış bekliyor. Gözler terazide olmalıdır. Büyükler hep onu düşünmüşler. İbrahim bin Edhem hazretleri de bunu düşündüğü için dünyayı terk etmekten başka çaresi yoktu. Babası Edhem ömrünü padişâh olarak bitirdi, kimse tanımaz. Oğlu İbrahim derviş olarak yaşadı ve vefât etti, bütün Müslümanlar tanır ve şefâatini dilerler...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.