Ölüm, yeni bir hayatın başlangıcıdır!..

A -
A +

Ölüm, hayatın sonu gibi görünür. Ve insanı derinden derine düşündürür. Ancak çevremizde olup bitenlere her zamankinden biraz daha farklı bir gözle bakarsak, bu fikrimizde yanıldığımızı anlarız. Çünkü her mevsim yaşanan hadiseler gösteriyor ki, ölüm yeni bir hayatın başlangıcıdır. Ve bu hayata uyabilmek için geçirilmesi gereken bir tasfiye hareketidir. Bir saflaşma, temizlenme ve ağırlıktan kurtulma faâliyetidir. Görüyoruz ki, sonbaharda suyu çekilen, kuruyan ve kendisinde hayattan eser bile kalmayan kökler, dallar ve tohumlar, ilkbaharın her taraftan hayat fışkıran bayramına bir hazırlık içindedir. Zamanı gelince onlardan yepyeni bir hayat fışkıracaktır. İnsan da, zamanı gelince o tohumlar gibi toprağa düşecektir. Her ne kadar toprağa karışsak bile, bizim de ebedî bir baharımız vardır ve gelecektir... İNSAN, ÂCİZ KALIYOR!.. Doğumla bu âleme kavuştuğumuz gibi, ölümle de bir başka âleme kavuşacağız. Tohum, toprağa düşmesine rağmen, nasıl bir başka hayata kavuşur ve gökyüzüne dal-budak salarsa, insanın cesedi de ölümle çürüyecek, fakat ölümsüz ruhuyla ebedi bir âlemde hayat bulacaktır... Ölüm, hâl değiştirmektir. Yumurta ölür civciv olur, çekirdek çürür ağaç meydana gelir. İnsan için ölüm, ipek böceğinin koza içindeki dönemi gibidir. İpek böceğine, kabir gibi daracık kozasından çıktıktan sonra kelebek olacağı ve kendisine birer kanat ihsan edileceği bildirilse bile, böcek buna inanmakta zorluk çekecektir. İnsan da, ebedî âlemdeki hayatını anlamak noktasında o ipek böceği kadar aciz kalır. Maddeyi kuru kalıpları içinde görerek ondan başka bir varlık kabul etmemek, büyük aptallıktır. Her şeyin maddeden ibaret olduğu farz edilse o zaman dünyanın hiçbir değeri kalmaz. Arkasından koşup yakalamaya çalıştığımız mutluluklar, ümitler, heyecanlar, koşturmalar, yorgunluklar bir gün ölümle noktalanırsa neye yarar?.. Dünya hayatını rüyaya benzetmişlerdir. İnsan rüya görürken onun rüya olduğunu bilemez, hakikat zanneder. Uyandıktan sonra, gördüklerinin rüya olduğunu anlar. Biz de ölünce, yaşamakta olduğumuz bu hayatın gerçek hayat olmadığını, rüya gördüğümüzü anlarız. Fecir suresi 24. ayet-i kerimede bunu görebiliyoruz. Kıyametin dehşetini görenler diyecekler ki: "Keşke ben hayatım için hazırlık yapsaydım." Müfessirler, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken dikkâtimizi şu noktaya çekiyorlar. "Buradaki hayatım" demiyor. Yani, dünya hayatını hayat bile saymıyor. Onun için de "hayatım" diyerek, gerçek hayatın ahiret hayatı olduğu anlatılmak isteniyor... Dünya hayatı, ahiret hayatını kazandırabilmişse çok güzeldir. Fani, geçici, kısa ve hayal olan bir hayatla ebedi saâdeti elde edebilmiştir, afiyet olsun... Dünya hayatı ile yalnız dünyasını düşünmüş, ahiretini unutmuş, Rabbini tanımamış, haramlardan sakınmamış ise, hem dünyasını, hem de ahiretini mahvetmiş olur... İŞ İŞTEN GEÇMEDEN... Dünyada kavuştuğu zehirli bal gibi olan lezzetlerin hiçbir kıymeti yoktur. Sonu ateş olan lezzette hayır yoktur. Sekerat-ı mevt hâlinde günâhlar çok çirkin bir hâl alacaklar ve insanlar yaptıklarından nefret edeceklerdir. Nasıl ki, yediğimiz o nefis yiyecekler, güzel kokan meyveler bir-iki saat midemizde kaldıktan sonra mide bulantısı ile çıkarılınca çok çirkin bir hâl alır. Güzel kokular, nefret ettirecek kokulara, güzel manzara, bakmak bile istemediğimiz şekle dönmüştür. Zevkle yaptığımız günâhlardan da o kadar nefret edecek ve pişman olacağız. Fakat iş işten geçmiş olacaktır. Akıllı insan çalışır, helâlinden kazanır. Dünyasını mamur eder, kabrini aydınlatır. Ahiretini ebedî saâdete çevirir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.