Türkiye cümle kapısıdır!

A -
A +
Muhteşem Osmanlı gitti gideli, İslam coğrafyası perme perişan…
Hayli zamandır, İslam Coğrafyası, üzerine çöken kara bulutları bir türlü dağıtamadı. Aksine bu coğrafyanın kendisi dağıldı. Bu coğrafyanın çocukları hayata merhaba derken aynı zamanda zor bir geleceği de adımlıyorlar…
Cemşit ve Mahir… İslam coğrafyasının bu bahsettiğimiz bahtsız çocukları. Sizlere onlardan söz etmek istiyorum. Yaklaşık bir aydır, üç yıldan beri ayrı kaldığımız evimizin tadilatı ile uğraşıyoruz.
Dün evimizin şöminesine tadilat yapacak olan Yılmaz Usta, yanında yirmili yaşlarda sarışın bir çocukla geldiğinde dikkatimi çeken ilk şey bu çocuğun çelimsiz, solgun yüzü oldu. Çocuk, incecik bilekleriyle testere, balyoz gibi aletlerle şömineyi yıkmaya başladı…
Öte yandan fayansçımız Metin Ustanın yanında da iki genç var. Önce, ne güzel diyorum, gençlerimiz meslek öğreniyor, bu zorlu işlere merak salıyor diye içten içe seviniyorum…
Yirmili yaşlardaki Mahir, eline malayı alıp harcı verandanın duvarına sallayıp büyük bir ustalıkla taşları döşemeye başlayınca iltifat edeyim diyorum… O da ne? Çocuk yarı Türkçe ile teşekkür ediyor. Mahir, meğerse Suriye Halep’ten gelmiş, evliymiş, eşi ile Türkiye’ye gelmişler, ailesi Halep’te imiş, Türkiye’de çalışıp ailesine para gönderiyormuş!
Yüreğime derin mi derin bir sızı ve hüzün uzanıyor, gözlerim doluyor. Mahir, çok efendi bir çocuk, kahve ikram ediyorum, Metin Usta “kahveni iç” demese işinden kafasını kaldırmayacak, öylesine disiplinli ve ciddi çalışıyor.
İçeride şöminenin başında moloz yığınları içinde kalan çocuğa bakayım diyorum. Çok üzülüyorum ve sebebini bilmiyorum ama kendi oğlummuşçasına içim sızlıyor, telaşlanıyorum ve kendi oğluma git yardım et, molozları beraber taşıyın diyorum.
Sonra akşam sularında bu çocuğu iş yerine bırakmak için arabamıza bindiğimizde saatler önceki maske kullanımı meselesini yine hatırlatıyorum ve nereli olduğunu soruyorum. “Ben Afgan’ım, yirmi üç yaşındayım diyor! Üç yıldır Türkiye’deyim ailem Afganistan’da ve dört kardeşim var. Çalışıp onlara para gönderiyorum.” Türkçesi de daha düzgün sanki…
Aklıma hemen ünlü Afgan yazar Dr. Halit Hüseyin ve eserleri geliyor. “Bin Muhteşem Güneş”, ”Uçurtma Avcısı”, “Ve Dağlar Yankılandı” adlı eserlerde eski Afganistan ve şimdiki Afganistan arasındaki uçurum, gözlerimin önüne yeni baştan seriliyor… Durmadan sorular soruyorum. Türkiye bir cennet diyor Cemşit! Burada kendimi çok iyi hissediyorum, Allah Türklerden razı olsun diyor… Başı önde, mahcup, kalbi kırık bir genç ve çok mahzun bir ifadesi var. Kim bilir, hangi sebeplerden ötürü binlerce kilometreyi katedip gelmiş buralara…
Beni benden alan ifadesi ise “ailemi üç yıldır göremiyorum” demesi oldu.
Cemşit’i iş yerine bıraktık.  Yüreğimde ağır mı ağır bir hüzün…
Cemşit ve Mahir, İslam coğrafyasında yörüngesini kaybetmiş sayısız yıldızdan sadece ikisi. Biz niye böyle olduk, bu çocuklar neden ülkelerinden uzaktalar, bu ülkeler neden bu hâle geldi? Sorular, sorular…
Birlik, beraberlik ve kardeşlik bu kadar mı zordu?
İslam coğrafyasının son ve tek kalesi olan Türkiye, bütün mazlumların, yetimlerin, kimsesizlerin, yoksulların cümle kapısıdır. İşte şimdi de bu cümle kapısını vurmaya ve zorlamaya başladılar. Bütün İslam coğrafyasının içinde bulunduğu bu hazin tabloya inat, biz eğilmeyecek, dimdik ayakta duracağız inşallah…
Bu sırada akşam ezanı okunuyor. Bir Arap iş adamının yaptırdığı Seyyide Zeynep Camii'nden yükselen ezan sesine kulak veriyorum. Ve aklıma Yavuz Bülent Bâkiler’in uzun yıllar önce ezberlediğim şiiri düşüyor, ağlıyorum, ağlıyorum:
“Bir âlem düşünürüm ezan sesinde
Bir âlem ötenin çok ötesinde
Kimseler görmese, gidip diz çöksem
Ağlasam caminin bir köşesinde…”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.