Direnin teyzelerim!

A -
A +

Geçen çarşamba günü iki buçuk yıl yaşadığım Balıkesir’e gittik.

Birkaç yıl yöneticilik yaptığı kurumun emektar memuru Servet Ağabey'in vefatı üzerine eşim, cenaze namazına gitmek istiyorum deyince yola revan olduk.
Bu insanın aniden hastalanıp üç ay içinde kanser teşhisiyle tanışıp hızla ölüme gidişine gerçekten çok üzüldük. Yol boyunca düşündüğüm şey, insanın bunca çaresizliği ve geçiciliğine rağmen pervasızlığı idi. İnsan Şair Haydar Ergülen’in dediği gibi sahiden de kısaydı ve de umarsızdı!
Sonra bir ara İstanbul-İzmir arasında yapılagelen otoyol dikkatimi çekti. Yol medeniyet ve güven demek. Eski ve yeni yolun farkını seyahat ederek görüp yaşayabilirsiniz ancak.
Servet Ağabey'in köyüne varıyoruz.
Bir orman köyü bu… Köy neredeyse yarı yarıya azalmış. Evlerin çoğu metruk bir viraneye benziyor. Köy meydanındaki konak dikkatimi çekiyor. Vaktizamanında köyün en güzel evi olmalı, şimdilerde evde kimse yaşamıyor zira camları kırık ve perdesiz. Bu evi bırakanlar temelli bırakmış ve ev bundandır ki yapayalnız ve kederli duruyor…
Kırmızılar köyüne bu adı neden vermişler acaba? Ne kırmızı, neden kırmızı, niye kırmızı? Nereden bileyim, kime sorayım? Hiç kimseyi tanımıyorum köyde. Bir Servet Ağabey'i tanıyordum o da işte şuracıkta tabutun içinde yatıyor…
Kadınlar tek katlı, bahçesinde sebzeler dikili eski bir köy evinin önünde bekleşiyorlar ve büyük çoğunluğu siyah ferace giymiş. Erkekler biraz daha ötede ikindi vaktini bekliyorlar...
Kadınlar ağlaşıyorlar içten içe, sessizce. Ağıt yakma yok burada! Bazı köylü teyzeler kendi aralarında konuşuyorlar. Kimi otuz yaşında kaybettiği oğlundan, kimi küçük yaşta toprağa verdiği kızından söz ediyor. Anlıyorum ki herkes kendi ölüsüne ağlıyor aslında. Hiçbir kadını tanımıyorum, onları sessizce dinliyor ve gözlem yapıyorum. Köyde oturan kadınların yaş ortalaması en az altmış ve üzeri. Yani o mübarek kuşak, bereketi kendinden menkul olan kuşak. Hâlâ köyde yaşamaya ve üretmeye devam ediyorlar…
Bahçelerde gezinen ördek, tavuk, hindi çeşitleri dikkatimi çekiyor! Şu hindi mi veya başka bir şey mi olduğunu bir türlü kestiremediğim kümes hayvanı ara ara renkli kuyruğunu bir yelpazeye benzetiyor ve kabartıyor… Öte yandan yıkık dökük bir köy evinin önündeki rengârenk çiçekler beni benden alıyor.  Burada evler omuz omuza vermiş, kucaklaşmışçasına yapılmış. Bu uzak orman köyünde insanlar belli ki vaktizamanında yalnızlıklarını böyle gidermişler…
Biber domates ve diğer sebzeler dallarında yıkılıyor âdeta! Bolluk ve bereket, ocağı tüten her evin bahçesinde görülse de kapısına kilit vurulmuş evler yüreğimi burkuyor. Şu eli nasırlı dili dualı kadınlar, analarımız bu köylerin son bekçileri galiba!
Anadan gördükleri şu siyah feracelerinin içindeki teyzelere hayranlıkla bakıyorum. Bu kuşak bittiğinde Anadolu’da bazı şeyler de bitecek! Köye ait her ne varsa alıp kendileriyle götürecekler zira cenaze daha toprağa verilmeden şehirdeki evine dönen ve dönmek isteyen kadınları görünce tadım kaçıyor…
Hele rahmetli Servet Ağabeyin iş arkadaşlarının büyük çoğunluğunun mezara gitmeden, onu cami avlusunda uğurlayıp alelacele şehre kendi hayatlarına dönüşlerini gördükten sonra fena hâlde canım sıkılıyor… Eee insan ölmeye görsün!
Eşimle köyden ayrılırken köyü ayakta tutan teyzelere içimden “direnin teyzeler, zamanın ruhuna direnin ve ne olur daha fazla yaşayın” diye mırıldanıp dua ediyorum…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.