Faraza!

A -
A +
Çekildi sular, kalkalım artık gönül!
Tamamdır bu bağda vuslat ikmalimiz.
 Vefa, yangın yemiş bir semtten artık kül
 Kendini üflemeye yok mecalimiz.
                                 Ömer Lütfi Mete
 
Üniversitede Türkoloji bölümünde okurken sıra dışı bir hocamız vardı. Diksiyon ve Hitabet dersimizin yanı sıra “Kompozisyon” dersimize de girer derin bilgi ve irfanıyla hepimizi şaşırtırdı. Ancak konuşmaları arasına sık sık “Faraza” sözcüğünü kullandığından ötürü bir süre sonra aramızda kendisinden “Faraza” diye bahsetmeye başladık ve galiba adı da öyle kaldı.
Faraza şöyle dedi, Faraza böyle dedi…
Peki faraza ne anlama geliyor: “Farz edelim ki, tutalım ki, ola ki, diyelim ki, varsayalım ki, söz gelişi, örnek olarak, örneğin” anlamlarına gelen bu kadim kelimeyi bugünlerde artık neredeyse hiç kullanmıyoruz…
Yazımızın girizgâhında bu hususa değinmemizin sebebi ise aslında ele alacağımız konu ve hususlar. Biz bugün galiba farazanın eş anlamlısı olan “örnek olarak, örneğin, söz gelimi” sözcüklerini bolca kullanacağız…
Ramazan ayındayız, gönül, bütün toplumun sosyal ve kültürel anlamda bir ruh ve gönül seferberliği, huzur içinde bu güzel ayı geçirip bayrama vasıl olmasını diliyor lakin gün olmuyor ki ruhumuz erbabı gerilmesin, bir şeylere kızıp üzülmeyelim.
Örneğin, çarşı pazar ateş pahası, zaten ağustos ayından beri birkaç katına çıkmış ürünlere bu kez de ramazan zammı eklenmiş ve fakir fukaranın neler çektiğini kimseler görmüyor, duymuyor! Fırsatçılar boş durmuyor, pervasızca insanların sofrasından soğan, ekmek, çalıyorlar!
Faraza, Osmanlıda olduğu gibi günümüzde de “Ramazan Tembihnamesi” adı altında yiyecek, içecek, ulaşım gibi hususlarda bir düzenleme yapılabilir, böyle bir genelge yayınlanabilir! Fırsatçılara ağır yaptırımlar getirilebilir…
Bizim çocukluk yıllarımızda partizanlık bu boyutta değildi. Şimdi insanlar tepeden tırnağa politize olmuş durumdalar, hayatın bütün veçhelerine destekledikleri partilerin pencerelerinden bakıyorlar, kalp ve gönül pencereleri ise kapalı ve hatta güneş perdelerini bile çekmiş durumdalar… Partilerin vekilleri ise apayrı bir mevzu!
Söz gelimi, eskiden bir milletvekili hısım akrabanın yanı sıra eş, dost, tanıdık, parti çevresinden insanların da işini görürdü. Şimdilerde ise kendi kardeşleri, yeğenleri, çocukları dışında hiç kimsenin işini görmüyorlar! Milletin oylarıyla akrabalarına vekillik ediyorlar…
Bizim kültür ve medeniyet coğrafyamızda “kendini bilme” hasleti insanlarda ağır basardı. Yani insanoğlu bilmediği, anlamadığı, tahsil ve terbiyesini görmediği şeyleri bir bilenden öğrenme cihetine giderdi. Sonra birden bir şeyler oldu. Okuma yazma bilen herkes birbirine “allâme” kesildi.
Örnek olarak, üniversite tahsili bile görmemiş insanlar kendilerine ne anlama geliyorsa artık “İletişim Uzmanı”, hayatında hiç evlenmemiş veya evliliğini başarıyla sürdürememiş kimseler “Evlilik Uzmanı”, kapı komşusuna selam vermeye bile tenezzül etmeyenler kendilerine “Sosyal Medya Uzmanı” demeye başladılar! En vahimi de bu kimseler uzman olarak kendilerine nüfuz alanı da buluyorlar! Bulurlar tabii yalandan kim ölmüş!
Günün birinde bütün toplumun, yetkililere “kapatın bu sosyal medyayı” diye yalvaracağını düşünüyorum zira o vakte kadar ortada bir aile, sağlıklı bir toplum, bir birey kalırsa…  Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, ortaya konan istatistikler sosyal medyanın aile yapımızı derinden sarstığını, bireyi yalnızlaştırdığını göstermiştir.
Hasılı öylesine çok meselemiz var ki…
Farazalar bile yetmez bu meseleleri saymaya!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.