Nadan ne bilsin!

A -
A +
İlginç bir çağa demir attık.
Öyle bir çağ ki kafamıza ve ruhumuza bilinmedik bir el tarafından âdeta çuval geçirilmiş ve topluca nakarat şeklinde aynı şeyleri düşünüyor, aynı şeyler etrafında hareket ediyor ve konuşuyoruz. O çuval içinde kafa tokuşturuyoruz…
İyilikler değil kusurlar konuşuluyor ve iyi olandan ziyade kötü fiiller dikkat çekiyor. Kalabalıklar aynı şeyi konuşuyor, aynı şey etrafında kümeleniyor, aynı şeyler için vakit harcıyor. Şairin dediği gibi kusurlar övüldükçe iyiliğimiz kahroluyor!
“Ayağıma dolanan yılan oldu huzurum,
Kahroldu iyiliğim övüldükçe kusurum,
Ne olur ya İsrâfil, bir an farz et ki 'Sûr'um; 
Ebedî bir hayatın şafağında çal beni!
Bu son dilekçem sana,
Uyamadım zamana...
Yârab; al beni!"
Bu dizeler Sadettin Kaplan’ın “Dilekçe” adlı şiirinden… Geçtiğimiz gün vefat yıl dönümü idi. Önemli şair ve yazarlarımızdan Sadettin Kaplan Ağabeyi 11 Haziran 2016 günü kaybetmişiz ve meğer aradan üç yıl geçmiş bile. Türkiye Çocuk dergisinde tanımıştım kendilerini. Güzel bir ağabeyimiz idi. İçten, samimi, iyi bir insandı.
Türkçeyi şiirlerinde dantel gibi işleyen, fikrî yönü kuvvetli bir şairimizdi. Vatanseverdi, sözlerini dürüstçe söylerdi ve bizler onu çocuklar için yazdığı hikâyelerden de ısrarla iyiyi, güzeli anlatırken ve öğretirken gördük.
Bu yazıyı yazarken aslında bambaşka bir konuyu dile getirme telaşında iken “Dilekçe” şiiriyle birdenbire merhum Sadettin Ağabey kendini hatırlatmış oldu. Allah rahmet eylesin...
Nadan ne bilsin?
Öyle ya nadan bilmez, bilmediğini de bilmez, anlatsan da anlamaz! Öylesine aklını ve ruhunu uykuya yatırmış kişidir nadan. Eskilerin “cahil, bilmeyen, aklı yetmeyen, kötü, kaba” anlamlarında kullandığı kadim bir kelime.
Geçtiğimiz gün şair yazar ve aynı zamanda bir Yunus Emre sevdalısı olan Mustafa Özçelik Ağabey, Yunus Emre ile alakalı bir habere dikkat çekti. Haber şöyleydi: “Uluslararası İstanbul Opera Festivalinde ünlü halk Ozanı Yunus Emre’nin şiirleri de opera sahnesine taşınacak...”
Koca Yunus’un şiirleri her yere taşınsın elbet ancak önce gönüllere taşınsaydı keşke! Peki Yunus Emre, ne vakit halk ozanı oldu da biz duymadık? Koca Yunus’u elinde bağlama, beşerî aşklar için türkü çağıran bir ozana dönüştürmek hangi aklıevvelin veya “nadanın” fikri bilmiyorum lakin ortada çok ciddi bir hata var.
Yunus Emre bir halk ozanı değildir, o mutasavvıf bir şairdir. Edebiyat tarihçileri kendisine Tekke şairi de derler lakin edebiyat literatüründe O hiçbir zaman “Halk Ozanı” olarak anılmaz. O şiirlerini Allah için yazıp söyleyen bir Hakk âşığıdır.
“Gülenler gülsün erenler, Hakk bizim olsun,
Nadan ne bilsin erenler, bizi bilen var.
Bu yol ıraktır erenler, menzili çoktur,
Geçidi yoktur erenler, derin sular var.”
Yunus Emre, Yesevi ocağına odun taşıyan çok önemli bir Anadolu erenidir. Tabduk Emre Dergâhında “Hamdım, piştim, yandım, elhamdülillah” dedikten sonra icazetini almış ve nadanı irşat etmek için yola düşmüş bağrı yanık bir mutasavvıf şairdir. İki cihanda da tek maksadının Allah rızası olduğunu her fırsatta dile getiren bir Hakk âşığıdır…
“Yunus'dur benim adım 
Gün geçtikçe artar odum 
İki cihanda maksudum 
Bana seni gerek seni”
Hasılı, bu çağ değiştiriyor, unutturuyor, aldatıyor, fitne fücur ile yalan dolan ile ruhumuzu uyutuyor ve akı karadan seçemiyoruz, öylesine benliğimiz işgal altında. Bu kalabalıklar içinde kimse kimseyi görmüyor, herkes ama herkes bağırıyor, çağırıyor, seni yükseltiyor ve “Ben de varım, buradayım” diye haykırıyor!
Heyhat… Kimse kimseyi duymuyor! Çünkü farkındalık yok, sabır yok, sebat yok, ilim yok, irfan yok, bilgelik yok, çünkü siyasetten başka alan yok! Vesselam…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.