Zelzele olursa!

A -
A +
Günlerdir yine o her şeyi bilen pek kıymetli allamelerin “deprem” hakkındaki konuşmalarını dinliyoruz. Bu insanlar öyle bilgililer ve bütün ilimlere öyle malik kimseler ki televizyon kanalları onlarsız işlevsiz kalıyor!
Deprem bilimcilerden çok bu her şeyi bilen allameler(!) karşımıza çıkıyor her akşam. Suriye, terör, ekonomi, kadına şiddet ve eğitim sorunlarını hallettiler şükürler olsun, şimdi de zelzele meselesini kökünden halledecekler…
Bazen bu allameler ya olmasaydı diyorum, biz ne yapardık, derdimizi kime arz eder, hâlimiz nic’olurdu? Allah hepsine özün ömürler versin, ilimlerini artırsın zira onlarsız birer hiçiz nitekim onlar bizim "yaşam koçu"muz!..
Onlar, koskoca seksen beş milyonluk ülkenin yüz akı öyle öngörülü öyle sezgileri güçlü ki sanırsınız ki Allah onlara 'akılcık'tan, iz’an ve marifetten daha fazla lütfetmiş!
Zelzele durup durup geldi ve önümüze oturuverdi. Şimdi bu nereden çıktı demeyin, zelzele olmasaydı bu allameler ne konuşacaktı? Diğer meselelerimiz çözülmüşken, ortalık sütliman olmuşken ve televizyon ekranları meselesizlikten ekran karartmak üzereyken, moderatörlerin işsiz ve aşsız kalmasına ramak kalmışken zelzele yetişti! Şimdi nur topu gibi bir “zelzele” meselemiz var…
Merhum Ahmet Mete Işıkara’nın Gölcük depremi sonrası konuşmalarını keşke televizyon kanalları yeniden ekrana getirse, merhum da sesiyle bu toplantılara katılsa diyorum, sonuçta aynı şeyler zira dar sokaklara kondurulan evler aynı, binalar çürük çarık ve yüksek katlı, bir de hepsi doğurmuş çoğalmış sanki!
Bu allameler, güzelim şehrin orta yerine devasa plazalar kondurulurken, gecekondular mantar gibi biterken, “imar affı” getirilirken, “Aman durun, ne yapıyorsunuz, rastgele yapılmış, mühendislik olmayan yapıları affetmeyip yıkalım” diyerekten kendilerini paralamış, o imarları inşa eden mimarlarla neredeyse selamı sabahı kesmiş üzüntüden yataklara düşmüş insanlar sonuçta!
Neyse…
Bu pek latif sohbetimizi biraz ciddileştirelim isterseniz. Sevgili kari, ne yazık ki her şeyi tükettik biz. Ciddiyetsiz ve samimiyetsiz bir toplum olduk. Sabahtan akşama kadar sosyal medyada, televizyon kanallarında goygoy yapıyor, ha bire konuşuyoruz lakin çözümün olmadığı bu lakırtılardan el ele tutuşamıyoruz maalesef her sorun zelzele ile sonuçlanıyor…
Kalbimizle değil, dilimizin ucuyla konuşan insanlar olduk. Meselelere aklıselimle ve kalbiselimle değil, siyaset dürbününden bakıyor ve her şeye o minvalde çözümler arıyoruz. Siyaseti “din” mesabesine indirgemiş bir topluma dönüşmek üzereyiz yazık ki…
“İnsan kısım kısım yer damar damar...”
Bir türkünün sözleriydi galiba. Bu sözler ne kadar bilgece oysa… Deprem hadisesi bizlere anlattı ki Gölcük depreminden bu yana, yirmi senede bu hususta bir arpa boyu yol gitmemiş, çürük ve dayanıksız binaları çoğaltmışız. Çarpık kentleşme İstanbul’un vazgeçilmez hayat tarzı olmuş! Dünyalar güzeli kentin eteklerini çamura bulayıp bir moloz kent hâline getirmişiz…
Sadece İstanbul mu? Ege sahilleri, büyük kentlerin tamamı dikey mimariye ve beton yığınına kurban verilmiş. Şehirlerin kendine mahsus kimlikleri yitip gitmiş, mahalle kültürü kaybolmuş…
Hey gidi büyük Mimar Sinan, sen yaşasaydın ve torunlarının imarda düştüğü hâlleri görseydin kalbin durup oracıkta ölürdün!
Şimdi büyük zelzele kapımızı çalmışken, oturup biz nerede yanlış yaptık ve çözüm nedir sorularına çözüm bulmak zorundayız. Artık bu meselede kaçış yok! Birbirimizi suçlamadan, suçu pay ederek acilen ne yapacaksak yapalım…
Hasılı zelzele olmadan el ele olalım!
Fikirlerin, düşüncelerin farklı olması bizleri düşmanlaştırmamalıdır aksine bu millet bir ve beraber olursa büyük sorunlar çözülür ancak.
Zelzele, el ele olursak yıkıcı olmaktan çıkar...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.