Bâd-ı hazan vaktidir...

A -
A +
Mevsimler kuşlar misali uçup gidiyor.
Ve her mevsim geçerken bizler de ömrümüzün sayılı zamanlarından geçiyoruz. Mevsimlerin yitip gittiğini takvimler, saatler, aylar, haftalar, dakikalar bizlere anbean hatırlatıyor! Ya ömrümüzün anbean geçtiğini hatırlatanımız var mı?
Yok, maalesef yok.
İnsanoğlu nedense ölümü hep başkalarının başına gelen bir olguymuş gibi zanneder, kendine ise çoklukla kondurmaz, yakıştırmaz. Ölüm hep başkalarının evine, hayatına uğrayacaktır onlara göre.
Bir şair ölümün daha çok sonbahar ayında geldiğini söyler bir şiirinde. Belki de bu nedenle hazan, hüzün ayıdır, kimbilir?
Klasik şairlerimiz, güzü diğer deyişle hazan mevsimini son dönemeç olarak görürler zira ilkbaharı gençlik, dinginlik, güzellik; sonbaharı ise ihtiyarlık, hastalık, bitkinlik, tükenmişlik ve ömrün son dönemeci olarak değerlendirmişlerdir.
Divan şairleri, bu nedenle hazanı ilkbahar kadar şiirlerinde dile getirmemişlerdir. Bunun birçok nedeni vardır zira ilkbahar şair için hayal ve duygu dünyası için genişçe bir alan sunarken sonbahar bir hüzün mevsimi olarak algılanmıştır.
“Döküldü ruhlarım üstüne gözyaşı sanasın
Saçıldı berg-i hazan üzre katre-i baran!”
15. yüzyılın büyük şairlerinden Ahmet Paşa, yanaklarına dökülen gözyaşlarını, hazan mevsiminde sararmış gazellerin üzerine dökülen yağmur tanelerine benzetir ki aslında şair, bu mevsimin bir gözyaşı ve hüzün mevsimini olduğunu da bizlere hissettirir bu dizelerde.
Öyle ya mevsim bütün güzellikleri alıp götürmüş ve dünya bütün güzelliklerinden soyunmuştur. Bahar geçerken bütün güzellikler itibarını da yitirmiştir. Bu duyguyu 16. yüzyılın önemli şairi Bâki, çok güzel dile getirmiştir.
“Nâm u nişâne kalmadı faslı bahardan
Düştü çemende berk-i dıraht î’tibârdan
Şair Bâki bu dizelerde sonbahar mevsimine mesafe koyarken bunun nedenini de şöyle açıklıyor:
“Eşcâr-ı bağ hırka-ı tecride girdiler
Bâd-ı hazan çemende el aldı çenardan”
Öyle ya bağdaki ağaçlar yapraklarını dökmüş, hazan yeli, çınarın eli andıran yapraklarını almış yerlerde sürüklemektedir. Hazan mevsimi, şairin muhayyilesinde baştan aşağıya bütün güzelliklerin yok olduğu bir hüzün kaynağı olmuştur…
Devrinin en büyük şairlerine yazdığı gazellerle fark atan Kanuni Sultan Süleyman ise "Muhibbi" mahlasıyla hazan mevsimiyle ilgili düşüncelerini çarpıcı bir şekilde anlatır. Dünya bağındaki baharın tez geçtiğini, bülbülün bu nedenle sabahlara kadar inleyip ağladığını anlatır:
“Tiz giçer eyyâm-ı gül ardıncadır vaki-i hazân
Giceler tâ subha dek bum dir inler andelip”
Bunca şair hazan üzerine şiir söyler de Cem Sultan durur mu? Sevdiğinin yanında mevsimin hep bahar olduğunu ayrılık geldiğinde ise her şeyin hazana döndüğünü anlatır:
“Fasl-ı bahar idi seninle hazanımız
Şimdi hazana döndü apansız baharımız”
Hasılı hazan böyle istenmeyen, arzu edilmeyendir. Divan şairleri hazan mevsiminden ziyade ilkbaharı sevmiş, şiirlerinde daha çok ilkbaharı dile getirmişlerdir.
Divan şairleri hazana bu kabilden duygular atfederken özellikle Servet-i Fünûn edebiyatçıları ise hazanı bolluk, bereket ve hasat ayı olarak görmüşlerdir. Cenap Şehabettin, Mehmet Rauf, Recaizade Mahmut Ekrem gibi şair ve yazarlar bu mevsimi içselleştirmiş ve pek çok eser kaleme almışlardır.
Zamanlar değişse, mevsimler geçse de duygu dünyamız hep aynı aslında. Hazan mevsimi bize hüznü, içsel yalnızlığımızı ve dünyadaki misafirliğimizi hatırlatıyor.
Biz yine de hazan mevsimi hüzün mevsimi olmasın, hayırlar getirsin diyelim…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.