Hiştttt!

A -
A +
Bir susun lütfen, diye bağırmak istiyor insan…
Milyonlar biteviye konuşuyor! Herkesin sesini duyuyorsunuz artık. Şöyle kulak kesilince fark ediyoruz ki gerçekten de ağır bir kargaşanın, bitip tükenmeyen bir gürültünün içindeyiz ve çok yorgunuz her birimiz.
Herkesin sesini yükselttiği lakin bu seslerin ne dediğini anlayamadığımız çok garip bir çağa girmiş bulunmaktayız. Kimse kimseyi dinlemiyor, bu gürültü patırtı arasında sesiniz ulaşmıyor ulaşması gereken yere. Vazgeçiyorsunuz bir süre sonra zaten birilerine derdinizi anlatacak mecaliniz de büyük ihtimalle kalmamıştır artık.
Tam böyle düşünüyordum ki geçen gün dinlediğim bir türkü beni alıp başka iklimlere attı zira belli ki insanoğlu sadece bu çağda değil bütün zamanlarda aslında yalnız ve garipti:
“Allı turnam bizim ele gidersen/Şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle
Eğer bizi suval eden olursa/Boynu bükük, benzi soluk yar söyle!” diyordu.
Demek ki eskiler de bu yalnızlığı, bu garipliği derinden hissetmiş olmalılar ki diyeceklerini turna katarlarına, kuşlara, ağaçlara, dağlara, esen rüzgâra söylemişler. Kimi de insanoğluna anlatamadığı derdini, çaresizliğini dağlara anlatmış:
“Karlı dağından esmedim/ Ben o yâre hiç küsmedim
Daha umudumu kesmedim/ Yol ver dağlar, yol ver bana!
Halk şiirinde ozanlar dağlarla kuşlarla söyleşmiş de divan edebiyatında durum farklı mı sanki? İnsan her yerde insan, gönül her devirde gönül, yalnızlık her çağda yaman, kimsesizlik her vakit! İnsan, insandan ümidini keser mi? Sırlarını neden insana değil de başka varlıklara, canlılara anlatma ihtiyacı duyar acep?
İşte asıl konuşmamız gereken mesele budur!
İnsanın muhabbete, sevgiye, dostluğa, merhamete, şefkate, yardıma ihtiyacı var. Gönülden gönüle giden yolu şaşırdı insanoğlu. Biz o izi ne vakit kaybettik? Bu nedenle sosyal medyada kıran kırana bir mücadele var, bu yüzden insanlar durmadan konuşuyor, paylaşıyor, kızıyor, döküyor, kırıyor!
Değersizlik ve anlamsızlık kervanı gittikçe büyüyor.
Faydalı olanın, güzel olanın, değerli olanın, içinde mana ve irfan olanın ise bu piyasada ederi yok! Oysa bu dünyada insanı güzelleştiren, iyileştiren, ilmidir, irfanıdır, merhametidir!
Bunca maddi varlığın, zenginliğin içinde avucumuzda sıkıca tuttuğumuz yalnızlık ve hüzündür. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle yarın da böyle olacaktır. Çünkü dünya, insan için bir gurbettir, uzlettir bilene!
Koca Fuzuli dahi, o büyük yalnızlığını kalkıp da rüzgâra yükleyivermiş! Vakit 15. asır lakin insan yine yalnız, yine çaresiz:
“Ne yanar kimse bana ateşi dilden özge
Ne açar kimse kapım badı sabâdan gayri!”
(Bana gönül ateşinden başka kimse yanmaz. Sabah esen saba rüzgârından da başka kapımı çalan yoktur!)
Fuzuli yalnızlığını böyle asırlara fısıldarken, dünyada değişen hiçbir şey olmadı. İnsanoğlu bu dünyaya yalnız geldi, yalnız gidecek. İçindekileri eskiden dağa taşa, kurda kuşa söylüyordu, şimdi telefon tuşlarına yazıyor! 
Bir umut anlaşılmak istiyor, sesini duyurmak istiyor.
Kimileri de avuçlarını açıp derunundaki bütün sırlarını, kimselere anlatamadıklarını, günahlarını, sevaplarını, pişmanlıklarını, elemlerini, isteklerini yalnız Allah’a, yaratanına gönderiyor… 
Onlar için dünyanın sefası da cefası da birdir! Ömür bahçesindeki güller solacaktır elbette. Bülbül susacak, gün batacak, vakit bitecektir. Bütün sözlerini, diyeceklerini, diyemeyeceklerini hepsini sona saklarlar. Konuşmanın da susmanın da bir bedeli vardır zira.
Öyle ya şairin dediği gibi:
 “Dar-ı dünya Kerbela’dır her Hüseyni meşrebe!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.