"İstanbul Sözleşmesi"nden "Anadolu S/özleşmesi"ne!

A -
A +
Nihayet feshedildi... Hiçbir zaman tarafı olmadım, hiçbir zaman arka çıkmadım hiçbir zaman övgüler düzmedim. Çünkü pek çok veçhesiyle bu milletin millî ve dinî seciyesine aykırı bir sözleşmeydi. İçeriğindeki maddeleri etraflıca incelediğinizde bir faydasına karşın binbir zararı içeren, kadın erkek arasına nifak sokan, aileyi temelinden sarsan bazı maddeler vardı ki aklıselim sahibi insanlar tarafından ısrarla, sabırla ve inatla altı çizilerek bu sakıncalar dile getirildi ve olası tehlikelerin altı çizildi. 
Bu haklı serzeniş sonunda duyuldu ve “İstanbul Sözleşmesi” feshedildi.
Toplumun bazı kesimleri sırf muhalefet olsun diye bu sözleşmeye bilmeden, siyaseten arka çıkıp “Kör öldü badem gözlü oldu” kabilinden sözleşmenin feshedilmesine tepki koysalar da bu gelişmenin hayra vesile olacağını elbette zamanla göreceklerdir.
Zararın neresinden dönülse kârdır oysa!
Burada benim anlayamadığım şey şudur: Dün hararetle bu sözleşmeyi savunan kimi ünlü yazarların, kadın derneklerinin, bazı kadın siyasetçilerin bugün de aynı hararetle bu sözleşmeyi kötüleme yarışına girmiş olmaları ne hazin bir trajedidir! İnsan onuru, bu kadar çelişkiyi nasıl bir arada barındırır, açıkçası bilmiyorum!
“İstanbul Sözleşmesi ihanettir!” diyen insanlar hakkında etmedikleri hakaret kalmayan bu kimseler, bugün mutlaka bu insanlardan özür dilemeli, helallik almalıdır. Sağlam düşünce yıkılmaz kale gibidir. Pek çok insan taş atar, gülle atar ama onu yıkamaz. Bugün toplum, sağlam kale gibi dimdik duran o düşünce insanlarını da görmüştür, o kalelere taş atanları da!
Peki şimdi ne yapılmalıdır?
"Müslüman Türk Kadını" imajını yeni baştan tesis etme çalışması başlamalıdır.
Bu toplumun aile yapısı asırlarca “Tomris Hatun” “Sümeyye Ana” “Banu Çiçek”, “Hayme Ana” “Nene Hatun” gibi Türk ve dahi Müslüman kadın imajıyla yoğruldu. Kadın, anneydi, eşti, sevgiliydi, bacıydı, ocaktı, merhametti, vicdandı, sevgiydi, asaletti, zarafetti, nezaketti, vefaydı, sadakatti, evdi, direkti, koruyan ve kollayandı. Kadın, Türk toplumunun baş tacıydı…
Ne kadın erkeğin rakibiydi ne de erkek kadının düşmanı!
Müslüman Türk toplumu kadını ve erkeğiyle bir renk ve ahenk içinde, asırlarca kasırganın, rüzgârın, fırtınanın ne kadar güçlü eserse essin üzerinden tek toz zerresi kaldıramadığı kaya misali “aile” ocağının “sadık” birer bekçileri oldular.
Sonra Batı bir şey fark etti. Kendi ailesini kuramazken, koruyamazken Türk aile yapısı neredeyse bir asır sürüyordu…  Bu kendileri için büyük bir tehlike idi ve bu sistemin içine fitne fücurunu boca etmeliydi!.. Önce feminizm akımıyla tanıştı bu toplum. Sonra sinema, dizi, gazete, roman ve daha sonra sosyal medya ile bu akım zihinlere nakışlandı, kadınlar bu görüşleri kanıksadı.
Zaten bugün sosyal medya, aile yapısının büyük gürültülerle çatırdadığı zamana ev sahipliği yapıyor! Bilinçaltı artık içindekileri kusuyor ve kadın erkek çatışmaları sosyolojik bir vaka olarak karşımızda duruyor.
“Kadın hakları” kavramı mağduriyet argümanlarıyla güçlendirilip, tam karşısına “erkek” bir düşman olarak ikame edildi. Artık erkek, kadının bir numaralı düşmanı ve rakibi olmuştu. Erkeği her şeye rağmen “suçlu” bulan bu bakış açısı, sağlam temelden yoksundu zaten.
Aile bu geçen zaman içerisinde büyük yara aldı. Evden atılan, uzaklaştırılan erkekler ve akabinde ortaya çıkan büyük aile trajedileri bir bir ortaya çıkmış ve görülmüştür ki kaş yapayım derken badem gözler oyulmuş ve ortaya vahim bir tablo çıkmıştır...
Şimdi hep birlikte kadın erkek demeden “Aile” deme “İnsan” deme zamanıdır.  
"İstanbul Sözleşmesi"nden "Anadolu S/özleşmesi"ne geçme vaktidir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.