Hakaret siyasetinin arka planında ne tür bir öfke var?

A -
A +
 
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde partisinin grup toplantısında şöyle bir laf etti: “Hâlâ iktidarın peşinde giden öğretmen varsa, kusura bakmasın ama ben ona öğretmen demem.”
Kılıçdaroğlu geçtiğimiz sene, Afrin’de terörle mücadele eden askerlere moral destek vermek için sınıra giden sanatçılara, “toplanmışlar bir grup güruh” ve “bu rezil adamlar” gibi ifadelerle kendince hakaret etmeye çalışmıştı.
Yine seçim döneminde CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine, “Kızılay’da sizi yürütmezler, yüzünüze tükürürler” diyerek yargıçları tehdit etmişti.
Bu tip örnekler çok. Her ay benzeri bir açıklama CHP’li siyasetçilerden sadır olmakta.
Türkiye’nin ikinci partisinin genel başkanının öğretmenlere nefret söylemini içeren hakareti, geçiştirilebilecek sözler değildir. Önü, arkası düşünülmeden bir anda dile getirilmiş düşünceler hiç değildir.
CHP genel başkanı ve siyasetçileri için bu tip ayrımcılıkötekileştirme ve nefret söylemi içeren ifadeler tarihsel bir zemine oturur. Yani, kırk yılda bir ve sehven ağızdan bir anda çıkıveren sözcükler olarak değerlendirmemek gerekir.
Siyasal hafıza ve zihinsel pratikler, CHP için “makbul” olanın listeleri ile doludur. Yani, CHP için makbul olanın tanımı, konumu, işlevi bellidir.
Devlet memuru dediğin CHP’li olmalıdır.
Sanatçı zaten tabiatı gereği doğuştan CHP’li olmak zorundadır. Örneğin, İstanbul yerel seçimlerinde CHP’nin adayını destekleyen, seçim kampanyasına katılan sanatçılar makbuldür. Ama Türk askerine moral vermeye giden sanatçılar ise hakareti hak eder.
CHP ve yöneticilerine göre; CHP’li olmayan devlet memuru, bürokrat, hatta sözleşmeli bir devlet çalışanı bile hakkıyla o konuma gelememiştir. CHP’li değilsen ve devlette çalışıyorsan “liyakate” uygun olmayan yöntemlerle bu konumunu hak etmişsindir.
Mesleğinizi iyi yapmanız, en iyi okullardan mezun olarak ve yıllarca çalışıp emeğiniz karşılığında devlete girmeniz, vatanını milletini seven biri olmanız sonucu değiştirmez.
CHP yönetimlerinin zihinsel kodlarında sadece sanatçı ve memurlar CHP’li olmak zorunda değildir. Aynı zamanda iş insanları da, gazeteciler de, hatta okumuş yazmış kesimler de CHP’li olmak zorundadır.
Değilse, CHP’yi eleştiren gazeteci “yandaş”, CHP’li olmayan iş insanı ise “çete”dir.
Aslında CHP’de, bu kendini desteklemeyen kesimlere karşı sürekli açığa çıkan nefret söyleminin altını kazısanız millet karşıtlığını bulursunuz.
Yani en nihayetinde CHP’ye oy vermeyen ve bu partiyi desteklemeyen toplum kesimleri, “Türkiye’nin karanlık çağlarından kalan gereksiz kalıntılar”dır. “Makbul vatandaş” hiç değildir, “medenileşmemiş” ve “aydınlanmamıştır.” Her zaman “öteki”dir. Biraz daha derine inerseniz, bu çevreler kesinlikle “kamusal düşman”dır.
CHP, 1950’den itibaren tek başına seçimle iktidara gelememiştir. Ama vesayet dönemlerinde iktidar alanlarını tek parti döneminde kurduğu ve “devlet-parti özdeşliği”ne yaslanan koalisyonla devam ettirmiştir. “Tarihsel blok” olarak adlandırılabilecek bu koalisyonun bileşenleri; sivil ve askerî bürokrasi, kendini aydın olarak konumlandıran bir sınıf ve devletle iş tutmuş İstanbul burjuvazisidir.
Zamanla, CHP seçimle işbaşına gelemese bile, tarihsel blokun unsurları ile devam ettirilen iktidar alanları önce aşınmış, zamanla giderek azalmıştır.
Dolayısıyla, CHP ve yönetimlerinin devlet memurlarına, bir kısım sanatçılara, gazeteci ve iş insanlarına öfkesinin ve hakaret siyasetinin altında yatan temel saik budur. Bu çevrelerin zamanla CHP’den uzaklaşmalarıdır. Misyonlarını terk ederek, tarihsel işlevlerini yerine getirmemeleridir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.