Bu nasıl bir adalet?..

A -
A +

Şiddet Yasası çıktı; Bursa'da, Bursaspor-Beşiktaş maçından önce olaylar oldu; Futbol Federasyonu "milât yazdı"; çok ağır cezalar verdi; ilk defa "güvenlik güçleri - savcılar - hakimler üçgeninde" caydırıcı ve "kanunda yazanları yerine getiren" bir uygulama yapıldı, gözaltılar; tutuklamalar art arda geldi; hâlâ da sürüyor!.. Aradan fazla bir zaman geçmedi; Galatasaray - Fenerbahçe basketbol maçında "gene olanlar oldu"ve çirkin görüntülerin arasında "kupa töreni" bile yapılamadı; Fenerbahçeli oyunculara, dahası Galatasaray'ın yeni başkanına yapılmayan kalmadı!.. Sonrası?.. Basketbol Federasyonu'ndan "şu ana kadar" ses seda çıkmadı; anlaşılan "iş olsun, torba dolsun" cinsinden bir ceza verebilmek için "olayın unutulmasını"bekliyorlar!.. Dahası, nerede "kanunu uygulaması" gereken güvenlik güçleri, savcılar ve hakimler üçgeni; nerede?.. Şimdi sormak hakkımız değil mi; Bursaspor'a ve Bursa'ya "öyle" de, Galatasaray'a ve İstanbul'a neden "böyle?.." Bir büyük Abla ve bir büyük Ağabey!.. Bir hafta içinde, önce Nilüfer Ablamızı, sonra Coşkun ağabeyimizi kaybettik!.. Nilüfer Yalçın ile "1960'lı yılların başında Öncü Gazetesi'nde beraber çalışırken", Coşkun Özarı da, futbolculuğa "erken veda edip" antrenörlük hayatını başlatmıştı!.. Nilüfer Abla, Öncü'de "dış politika yazarı ve diplomatik muhabir olarak" Oktay Ekşi yönetimindeki haber servisinin önde gelen gazetecilerinden biriydi. Bilgisi, kültürü, dostluğu, gazetecilik yetenek ve kalitesi ile herkesin saydığı, sevdiği bir insan ve de "örnek"bir gazeteciydi!.. Gazetenin başyazarı ve sonra da patronu olan Aydın Yalçın Hocamızın "eşi olmak" onun için hiçbir zaman "bir ayrıcalık" olmadı; "o" hep "bizden biri" olarak kaldı ; kimse alınmasın, gücenmesin; bugün "bir örneği, bir benzeri" var mı; yok!.. Nur içinde yatsın!.. *** Coşkun Ağabey'i yazan-çizenler, onu hep "Galatasaray'daki futbolculuğu ve hem Galatasaray'da, hem milli takımdaki teknik adamlığı" ile hatırlar ve yazarlar. Benim için ise "Coşkun ağabey", İstanbul'daki 3-1'lik Macaristan zaferinde, Lefter ile beraber en büyük pay sahibi olan futbolcudur!.. Milli takımın teknik direktörü olan rahmetli Eşfak Aykaç'ın İzmir'de oynanan iki maçta "19 gol atan" Macarlara karşı "Ankara'daki karşılaşmada Ankara Karması'nda sağ iç olarak sahaya sürdüğü ve Puşkaşlı, Bozsik'li, Csibor'lu, Hidegkuti'li Macar takımının 4-2 kazandığı maçta harika bir futbol ortaya koyunca", milli takımın ilk on birinden "top cambazı Mehmet Ali'yi çıkarıp takıma sağ iç olarak monte ettiği" Coşkun Özarı; o maçtaki Lefter unutulmaz, Coşkun Özarı da!.. Futbolculuğu "teknik", teknik adamlığı "taktik"üzerine kuruluydu; futbol yorumculuğu da "teknik"üzerine kurulu oldu; sevildi, sayıldı; önemli başarılara imza attığı ve "iz bıraktığı" bir hayatın sonunda "Buraya kadar"dedi; geride kalanlara sabır ve baş sağlığı, Coşkun Ağabey'e de, Allahtan rahmet dilerim!.. Dernek kayyuma, Sarvan evine!.. Bütün bir hakem camiasının "spor medyasındaki gözlemci yazarı" sevgili Ömer Faruk Ünal'ın haberini okuyunca içim cızzz etti; "Nisan 2006'dan bu yana genel kurul yapamayan Türkiye Faal Futbol Hakem ve Gözlemcileri Derneği Genel Merkezi, dünkü mahkemede kayyuma kaldı." Hey gidi hey, bu derneğin kuruluşunda ve bugünlere gelinişinde verilen emekleri, yapılan mücadeleleri, "daha öncesindeki" çaba ve çalışmaları takip eden bir spor yazarı olarak, "bu derneğin kurucuları arasında olan" Oğuz Sarvan'ın "Merkez Hakem Komitesi Başkanı olduktan sonra", derneğin kayyuma kadar götürülüşünde oynadığı "acımasız" rolü unutmam mümkün olabilir mi?.. "Bu dernek onların resimlerinde olanların değil, bizim resimlerimizde olanların yönetimine girmelidir" diyerek perde gerisinden başlattığı "Derneği MHK vesayeti altına alma" harekatında "başarılı olamadı"ama, nihayetinde "kayyuma teslim edilmesini" sağladı!.. Ne var ki; işte "o da gidiyor"; şunun şurasında başkanlıkta da, MHK'da da "15 günlük ömrü kaldı!.." Ne diyelim; etme bulma dünyası!.. Tepeden inme sistemi!.. Önce "Bundan sonra çıkacak adaylar futbola zarar verir" dedi. Bu sözü üzerine son derece sert bir yazı yazan sevgili Ercan Güven'i arayarak gafını "düzeltmeye" çalıştı; "Çok yorgun ve dikkatsiz bir anımda maksadı aşan bir cümle kurdum. Yeni bir adayla Kulüpler Birliği'nde bölünme olur ve bu anlaşmazlıklar futbolumuzun huzurunu kaçırır demek istemiştim. Aslında bana ders oldu... Her kelimeyi seçmem gerektiğini çabuk anladım." Sevgili Ercan, "bu düzeltme ile tatmin olmuş" ki, heyecanla ve coşkuyla "Mesut ve bahtiyarım" mesajını veren bir de yazı yazıverdi!.. "Tek aday"Mehmet Ali Aydınlar'ı "bu sözü yüzünden" ağır şekilde eleştirdiğim yazıma "ilk yazısındaki mesajlarından alıntılar yaparak" kutladığım Ercan Güven'le, "ikinci yazısında" ayrı düşüverdik; "genel kurul toplanmadan seçilen" Türk Futbolu'nun "yeni"Başkanı, "Düzeltiyorum" derken, hiçbir şeyi düzeltmiyor ki; "Yeni bir adayla Kulüpler Birliği'nde bölünme olur ve bu anlaşmazlıklar futbolumuzun huzurunu kaçırır demek istemiştim"diyor; yani "Yeni bir aday, huzuru kaçıracağı için futbola zarar verecektir"demeye getiriyor; ha "Ali-Veli", ha "Veli-Ali"; ne değişti?.. "18 Süper Lig Kulübü'nün 18 temsilcisi toplanacak bir aday belirleyecek ve o aday Futbol Federasyonu Genel Kurulu'na tek aday olarak katılacak ve seçilecek(!)"; istediğiniz "seçim" budur, öyle değil mi, sayın Aydınlar?.. O zaman "onca delegenin katıldığı genel kurula ne ihtiyaç var"; Kulüpler Birliği Vakfı "tek adayı seçecek" ve Genel Kurul da "o adayı onaylayacak"; futbolumuzda "Aydınlar'ın işletmek istediği""demokratik(!) ve de özerk(!)" sisteme bakın siz; Türkiye'de futbol "sadece Süper Lig Kulüpleri'nden ibaret olsa bile" kabul edilemez bir görüş bu!.. "Bu zihniyettir" ki; "Bir yöneticimiz alt liglerden sorumlu olacak ve onlara yeni projeler geliştiren bir birim oluşturacağız" diyerek, sözüm ona "müjde veriyor!.." Bank Asya 1.Ligi dahil, iki gruplu İkinci Lig ve üç gruplu Üçüncü Lig'de tam 108 takım var; yani 108 kulüp ve 15 kişilik Federasyon heyetinden bu 108 kulübe tahsis edilen "yönetici sayısı" sadece 1; evet yanlış okumadınız, yazı ile de sadece "bir!.." İşte, sayın Aydınlar'ın ağzından sevgili Hasan Sarıçiçek'in naklettiği "parlak" ve "futbolumuza çağ atlatacak"vaat; "Türk futbolunu dünya klâsmanına taşımaya kararlıyız. Futbolumuzu hem devlerle yarıştıracak hem de dünyanın izlediği bir ülke konumuna yükselteceğiz. En büyük amacım bu. Bunun adı çağ atlamaksa Türk futboluna çağ atlatacağız. Önceliğimiz; kurumlaşma olacak. Bir ülkenin futbol gücü, en alt liginin en üst ligi kadar güçlü ve rekabetçi olmasına bağlıdır. Bu da, organizasyonlarının değeriyle ölçülür." "Bunları yapacak olan" Federasyonun önce "en alt liglere de en üst lig kadar önem verdiğini göstermesi"gerekmez mi? Bu önemin "ne kadar"olduğunu da, "başkanlık seçiminde, alt liglerin hiç söz ve hatta görüş hakkının olmadığını ortaya koyan Kulüpler Birliği'nden inme tek adaylı bir uygulamadan yana olması"ve de "alt ligler için sadece bir federasyon üyesi yeter" demesi göstermiyor mu?.. O pozu nasıl verirsin, Tulun?.. Gazetede bir resim; Galatasaray Bayrağı'nın yanında, Atatürk fotoğrafının önünde Galatasaray'ın Sportif Direktörü Bülent Tulun ile "el sıkışarak"kameralara poz veren bir futbolcu; "yeni transfer" Ujfalusi!.. Bir kot pantolon, üzerine "giydirilivermiş"bir "kırmızı hakim sarı çizgili" tişört ve de "çıplak ayaklarında parmak arası bir şıpıdık plâj terliği"; işte Çek futbolcunun Galatasaray'da "imza törenine geldiği" kıyafet!.. Şimdi soruyorum; "bu adam", Galatasaray'dan Atletico Madrid'e gitse, "sözleşme imzalayacağı" törene bu kıyafetle, bu "parmak arası şıpıdık terlikler" ile gelebilir miydi?.. Türkiye'yi, Galatasaray'ı "böylesine küçük gören" bir adam var ortada; Elano'lar, Misimoviç'ler unutul- madan, alın "bir tane"daha ve üstelik "onlardan çok daha sıradan"bir futbolcu!.. Peki, be kardeşim Galatasaray gibi bir kulüpte "Sportif Direktör", hem de "tonla para alan"bir sportif direktör ne yapar; geldiği ülkeyi, tonla para aldığı ve alacağı kulübü "böyle küçümseyen"bir adama "imza törenine nasıl bir kıyafetle geleceğini, gelmesi gerektiğini anlatmaz"ve "ikaz etmezse", o etiketinin, o aldığı paranın hakkını vermiş olur mu?.. "Kulübü yeniden yapılandıracağım, kurumsallaşma ilk hedefimdir" diyen Ünal Aysal'ın önce "özel danışmanı", sonra da "kulübün sportif direktörü" olan zatın "kurumsallaşmadan anladığı" buysa; yandı gülüm keten helva!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.