Yarın geceki derbiye gitmem!..

A -
A +

Diyelim ki, İzmir Urla’da değil, İstanbul’da Polonezköy’de yaşıyorum. Galatasaraylıyım. Yarın gece “kendi stadımızda” Fenerbahçe ile oynayacağız. İki takım için de yılın “en kritik maçlarından” biri…

Galatasaray’ın “şampiyonluk rotasını”, Fenerbahçe’de “Pereira’nın ve belki de başkan Ali Koç’un yarınlarda var olup olmayacağını” tayin edebilecek bir maç…

İşte “tablo bu olduğu hâlde” bu maça gitmem, zira “en ucuz bilet 150, en pahalı bilet 1.750 lira; bu parayı vermeye ve onca yolu da gidip gelmeye” değmez. Yazık parama da yorgunluğuma da…

Aslında “Türk futbolunda son yıllarda olan bitenler”, beni futboldan iyice soğuttu. Pandemi sebebiyle “salonlar, statlar seyirciye kapanınca, TV’lerin karşısına kaldı, futbol maçlarını seyretmek” ama ben “TV’min karşısında oturmayı” bile artık istemiyorum. Oturmak için kendimi zorluyorum, bazen oturuyorum ama “olumsuz futbolun” sinirinden, geriliminden “daha maç bitmeden” zaping için uzaktan kumandayı kullandığım çok oluyor…

Tuttuğum takımın, maçın 90 dakikasının en azından 30 dakikasını “kendi sahasında, hem de rakibin bastırıp topu alıp onca gol atmasına rağmen, hâlâ ve hâlâ yan ve geri paslarla vakit geçirip futbolu öldürmesini seyretmeye” mecbur muyum?..

“Futbolsuzluğun / maç önceleri, maç sırasında / maçtan sonra başkanından, yöneticisine, hocasından, yorumcusuna, yazarçizerine kadar sporun edebine, adabına yakışmayan ‘çirkin’ atışmalarının, yazışmalarının, konuşmalarının, çekişmelerinin, Federasyon’un mavi boncukçuluğunun” futbolu ne hâle getirdiği ortada değil mi?..

Dahası, Federasyon’un, Merkez Hakem Komitesinin, hakemlerin, disiplin ve tahkim kurullarının taraftarı çileden çıkaracak çelişkili kararlarının puan cetvellerine etkisi yüzünden tribünlerden göklere yükselen çirkin bağrışmalar, “sporu seven” insanı “Futboldan nefret etmeye” zorlamıyor mu?..

Bakınız, sosyal medyadan, internet yolu ile bilgisayarıma gelen “Kim kazanıyor” başlıklı yazıda bir “futbol isyankârı” ne diyor: “Soğukta donma pahasına maçlarını izliyorsun, hepsi lüks arabasına binip evine gidiyor. Sen otobüsle dönüyorsun, trilyonlar kazanıyorlar, sana bir çay bile ısmarlamıyorlar.

Evin her tarafını renkleriyle resimleriyle donatıyorsun, oysa beraber çekilmiş hiçbir resminiz yok. Tutku, aşk sevgi ile bağlanıyorsun, hiç satmıyorsun ama onlar üç kuruş fazla para veren takıma gitmekte tereddüt bile etmiyorlar, yetmiyor dönüp sana bir de gol atıyor, atarken sevinmeye devam ediyor, profesyonellik deyip işin içinden çıkıyorlar.

Sen ‘GOOL’ diye bağırdığında golden başka bir şey olmadığını onların hesaplarına primler yattığını görmüyor musun?

Yani: Büyütmeyin, kırmayın sevdiklerinizi, başkaları bu kadar rahatken, rahatınızı bozduğunuza değmez…

Futbol borsada değil, tarlada oynandığı… Üç kornerin bir penaltı sayıldığı hâliyle güzeldi… Kısacası sömürü olan futbola fazla kafanızı yormayın…

Saçma sapan sohbetlere dalmayın, çocuğunuzun rızkını saçma sapan maçlara ödemeyin, küfrün olduğu yerlere çocuklarınızı götürmeyin…”

Teşekkürler kardeş, helal olsun sana!...

“Yaşlı” futbolumuz!...
UEFA’nın ilk 20’sindeki ülkelerin liglerinde, Süper Lig’imiz “27,78’lik yaş ortalaması ile” Avrupa’nın “en yaşlı ligi” imiş. Türkiye’yi 27,38’lik ortalamayla Yunanistan takip ediyormuş ve bu iki ligin haricinde Avrupa’da 27’nin üzerinde yaş ortalamasına sahip lig bulunmuyormuş. Üçüncü sırada da 26,91 yaş ortalaması ile Kıbrıs Rum Kesimi yer alıyormuş.

En genç ligler ise, sırasıyla, Danimarka, Hollanda ve Avusturya’da… Avrupa’nın 5 büyük liginde “en yaşlı” 26,71 ortalama ile İspanya La Liga, “en genç” 25,07’lik ortalamayla Fransa Ligue 1… İtalya Serie A’nın 26,23, İngiltere Premier Lig’in 25,91 ve Almanya Bundesliga’nın 25,5’lik yaş ortalaması var.

Süper Lig’de ise “en genç takım” 25.88 ortalama ile Malatyaspor, arkasından “26,04 ile” Galatasaray geliyor.

“Ortalamalar” Fenerbahçe’de 26,84, Trabzonspor’da 27, Beşiktaş’ta 27,57.

Ligin en yaşlısı ise 30,18’lik yaş ortalamasıyla Sivasspor.

Futbolda “küme düşmemizin sebeplerinden biri” olabilir mi; “yaşlı” ligimiz?..

Sana yakıştı mı Hoca’m?..
Galatasaray’da “geri pastan, hatalı pastan” Muslera dâhil, defansında, orta sahasında “Galatasaray’a gol yedirmeyen futbolcu kalmamışken, bu yüzden “şampiyonluklar, kupalar” kaçırılmışken…

Bursaspor ile yapılan “özel maçta, ‘hatalı bir vuruşu’ rakibe asist olan” genç kaleci İsmail Çipe’ye tribünden “yıldırımlar saçan” Fatih Terim’e söyleyeceğim bir cümle var:

Sadece “gencecik” Çipe’yi bitirmekle kalmıyor, kendini de bitiriyorsun; “farkında mısın?..”

Şaka!..
Arkadaşlarım bana soruyorlar; “Galatasaray-Fenerbahçe maçı ne olur?”
Cevap veriyorum; “Korku dağları bekler, iki hoca da öncelikle ‘yenilmemek ister’ maç da berabere biter; Burak Elmas üzülür, Ali Koç ‘Oh’ der!..”

Acı bir tablo!..
Şimdi sizlere, değerli okuyucularımıza sorsam; “Galatasaray=Barcelona; bu nasıl olur?” diye, acaba ne cevap verisiniz?..
Fazla düşünmeyin, cevabı ben vereyim; “ilan edilen” Basketbol Millî Takımı’mızda Barcelona’dan da bir oyuncu var, “Türkiye’ye basketbol getiren” Galatasaray’dan da!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.