Nasıl davranılmasını istiyorsan...

A -
A +

Allahü teâlânın bize nasıl muamele etmesini istiyorsak, biz de O'nun kullarına öyle muamele etmeliyiz. Eğer biz, O'nun kullarına iyilik yaparsak, Cenab-ı Hak'tan iyilik buluruz. Şayet biz, O'nun kullarını kırar döker onlara eziyet edersek, Allahü teâlâ da bize azâb eder. Affedersek, Rabbimizi de affedici buluruz. Hadis-i şerifte; (Bir kimse, kendine istediğini, din kardeşi için de istemedikçe îmânı kâmil olmaz) buyurulmuştur. Bir kimsenin kalbinde Allah sevgisinden başka bir sevgi varsa, diğer insanların kalbinde o insana karşı sevgisizlik doğar. Allahü teâlâ, Peygamber efendimize hitaben, Âl-i imrân sûresinin 159. âyet-i kerimesinde meâlen: (Yanında bulunanlara yumuşaklık ve tatlılıkla muâmele etmen, Allahü teâlânın sana bir kerem ve rahmetidir. Eğer kötü ahlâklı olup, sert davransaydın etrâfındakiler dağılırlardı) buyurmaktadır. Vaktiyle Basra'da yaşıyan büyük bir tüccâra, başka şehirde bulunan bir adamı; "Bu sene şeker kamışı verimli olmadı. Başkaları duymadan, çok şeker al" diye bir mektup yazar. Tüccâr da, buna uyarak çok şeker satın alır. Piyasada şeker kalmaz, sıkıntı başlar ve pahalı olarak elindeki şekerleri satar. Neticede otuzbin dirhem gümüş kâr eder. Sonra kendi kendine, "Şeker kamışlarına âfet geldiğini müslümânlardan saklayarak, onlara hıyânet ettim, bu nasıl müslümânlıktır" der ve satıştan elde ettiği otuzbin dirhem gümüşü, şekerlerini almış olduğu kimselere götürür. Her birine; -Bu para senindir der. -Niçin, dediklerinde, yaptığı yanlış işi anlatır. Hiçbiri almayıp, -Sana helâl olsun derler. Fakat akşam evine gelince, uzun uzun düşünür ve; "Belki utanarak almamışlardır. Din kardeşlerime hıyânet ettim" diyerek, ertesi gün tekrâr götürür. Her birine yalvararak otuzbin dirhem gümüşü taksîm eder. Hıyânetten kurtulmak için Hâin olmaktan, hıyânet yapmaktan kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına da yapmamalıdır. Bennân-ı Hammâl hazretleri: "Başkalarının zarar görmesine sevinen kişi, kurtuluşa eremez" buyurmaktadır. Abdullah bin Hubeyk hazretleri, Allahü teâlânın sonsuz ihsânına rağmen günah işlemekte ısrar edenleri; "Sana iyilik edene bile kötülük ediyorsun. Kötülük edene nasıl iyilik edebilirsin" diyerek, gafletten uyandırırdı. Ebü'l-Hüseyin Nûrî hazretleri, Bağdâd'da yetişen âlim ve velîlerinden olup 10. yüzyılda yaşamıştır. Bu zât, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyin, başkasına da yapılmasını istemezdi. Hatta îsâr sâhibi olup kendine çok lâzım olan bir şeyi başkasına lâyık görürdü. Ona göre gerçek îsâr, arkadaşın rahatı için güçlüğü tercih etmekti. İslâmiyetin inceliklerini kavrayamayan devrin vezîri, zamânın halîfesine gidip, bunlar hakkında çirkin sözler sarfedip, devlete zarar verdiklerini ve cezâlandırılmaları gerektiğini söyler. Halîfe bunları duyunca, bahsedilen zâtların îdâm edilmesi için ferman çıkarır. Bunların içinde Ebü'l-Hüseyin Nûrî hazretleri ile beraber, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri gibi evliyânın büyüklerinden olan zâtlar da vardı. İdâm için önce birini getirirler fakat Ebü'l-Hüseyin Nûrî hazretleri hemen fırlayıp, îdâm sehbâsına gelir ve; -Önce beni idâm et, der. Cellat; -Kılınç, kendisine koşulacak bir şey değildir. Niçin acele ediyorsun? Sana henüz sıra gelmedi deyince, Ebü'l-Hüseyin Nûrî hazretleri; -Bizim yolumuz îsâr yâni arkadaşını, kendine tercih etme, fedâkârlık yoludur. En kıymetli ve tatlı şey candır. Ben kendimi fedâ edip, birkaç sâniye de olsa bu kardeşlerimin yaşamasını arzu ediyorum buyurur. Zaten bir hadîs-i şerîfte; (Bir kimse zulümle öldürülürken, orada bulunmayınız! Orada bulunup da, kurtarmayana lânet yağar) buyurulmuştur. Bütün bu olanlar halîfeye arzedilince halîfe şaşırıp; -Bunların hâllerini kadı incelesin, diye emir verir. Zamanın kadısı, bunları dinler, durumlarını ve sahip oldukları ilimleri ve halleri anlayıp halîfenin huzuruna çıkar ve: -Efendim, eğer bu zâtlar zararlı ve kötü kimseler ise, ben yeryüzünde iyi bir kimsenin bulunduğunu kabûl etmem. Bunlar çok yüksek kimselerdir. Kendilerinden devlete hiçbir zarar gelmez diye arzeder. Halîfe bunları dinledikten sonra, onları huzuruna kabul eder, ikramda bulunur ve bir arzuları olup olmadığını sorar. Onlar da; -Bizim arzumuz, bizi unutmandır. Biz, senin bizi kabûl etmen ile şeref kazanmayız, buradan kovman ile de hakîr olmayız. Bizi kabûl etmen veya kovman bizim için aynıdır. En iyisi sen bizi unut ve kendi hâlimize bırak, derler. Halîfe çok ağlayıp, izzet, ikrâm ve hürmet ile kendilerini uğurlar. "Sana zulmedeni affet!" Ubâde bin Sâmit hazretleri nakleder: "Bir gün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma hitaben; -Ben size Allahü teâlânın indinde şerefli olacağınız şeylerden haber vereyim mi? Buyurunca, Eshâb-ı kirâm; -Evet yâ Resûlallah dediler. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz; -Allahü teâlânın indinde şerefli olup, yüksek derecelere kavuşmak istersen; sana kızana sen yumuşaklıkla muâmele et. Sana zulmedeni affet. Seni ziyâret etmeyeni de ziyâret et, buyurdular." Netice olarak, bir hadis-i şerifte buyurulduğu gibi; (Mü'mini sevindireni, Allahü teâlâ sevindirir.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.