İsrâf nankörlüktür ve kalbi karartır!

A -
A +

İsrâf, malı telef etmek, faydasız hâle getirmek, dîne ve dünyânın mubâh olan işlerine faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir. Mal, büyük bir nîmettir. Malı isrâf, Allahü teâlânın nîmetini hakîr görmek, nîmete kıymet vermemek, nîmeti elden kaçırmak, kısaca küfrân-ı nîmet etmek, yâni şükür etmemek olur. Bu ise, nîmeti verenin düşman muâmelesi yapmasına, azarlamasına ve azâb etmesine sebeb olacak büyük bir suçtur. Nîmetin kıymeti bilinmeyince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Şükür edilince ve hakkı gözetilince elde kalır ve artar. Cenâb-ı Hak, İbrâhim sûresi, 7. âyetinde meâlen; (Şükrederseniz, verdiğim nîmetleri elbette artırırım) buyuruyor. İsrâf çok kötü bir huydur. Çirkinliği meydandadır. Kalbi, durmayıp karartan, kemiren, tehlikeli bir hastalıktır. Tedâvisi pek güçtür. Bu sıfat, kalbi kaplamadan önce, gidermek ve bu felâketten kurtulmak için bütün ilâçlarına başvurup uğraşmalıdır. Kurtarması için, cenâb-ı Hakka yalvarmalı, duâ etmelidir. İmâm-ı Birgivî hazretleri buyuruyor ki: "Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir. Kötü huyları araştırdım. Altmış olduğunu anladım. Altmış çeşit kötü huydan 27'ncisi, isrâf ve tebzîrdir. Tebzîr, tohumu tarlaya saçıp dağıtmak demekdir. Malı boş yere dağıtmaya da denilmektedir. Malı, İslâmiyyetin ve mürüvvetin uygun görmediği yerlere dağıtmaya isrâf veyâ tebzîr denir. Mürüvvet, faydalı olmak, iyilik yapmak arzûsudur. İslâmiyyete uymayan isrâf, harâmdır. Mürüvvete uymayan isrâf ise, tenzîhen mekrûhdur." Şeytân'ın kardeşi olanlar!.. İsrâfın harâm olduğu muhakkaktır. Kalbin hastalığıdır ve kötü bir huydur. Dînimizin, cimriliği, isrâftan dahâ çok kötülemesi, isrâfın cimrilik kadar kötü olmadığını göstermez. Cimriliğin dahâ çok kötülenmesi, insanların çoğu yaratılıştan, mal biriktirmeyi sevdiği içindir. İsrâfın kötülüğünü göstermek için, Allahü teâlânın; (İsrâf etmeyiniz! Allahü teâlâ, isrâf edenleri sevmez) meâlindeki kelâmı yetişir. İsrâ sûresindeki âyet-i kerîmede de meâlen; (Tebzîr etme! Tebzîr edenler, şeytânların kardeşleridir) buyuruyor. Şeytânın kardeşi de, şeytân olur. Şeytân isminden dahâ kötü bir isim yoktur. İsrâfı, bundan dahâ çok kötüleyen bir şey düşünülemez. Allahü teâlâ, mallarını isrâf edenlere bir şey vermeyiniz diye emir ederken, bunları en kötü bir isim ile adlandırıyor. Nisâ sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen; (Mallarınızı sefîhlere, alçaklara vermeyiniz!) buyuruyor. Kur'ân-ı kerîmde Firavun'u kötülerken; (O, isrâf edenlerden idi) buyuruluyor. Lût aleyhisselâmın kavmi de; (Belki siz, isrâf eden kavmsiniz!) diye kötüleniyor. Abdullah-ı İsfehânî hazretleri buyuruyor ki: "İbâdetlerden lezzet alamamanın sebeplerinden biri de, haram ve şüpheli yemeklerdir. Eğer yenilen lokma şüpheli ise, ondan; hırs, şehvet, haset, düşmanlık ve riyâ doğar. Büyüklerimiz buyurdular ki: "Kim şüpheli bir şey yerse, Allahü teâlâya giden yolu doğru olarak bulamaz. Kim haram yerse, kendisine o yol kapanır. Kim yemede isrâf ederse, kalbi kararır. Kim Allahü teâlâdan gâfil olarak yerse, kalbine kasvet gelir. O zaman ömrü boyunca yaptıkları boşa gider." Abdülazîz Dîrînî hazretleri, talebelerine şöyle nasîhat etmiştir: "Bütün işlerinizde ve hareketlerinizde, orta hâl üzere olun. Cimrilikten ve isrâftan son derece sakının. İsrâf ve haddinden fazla dağıtmakla, elde bir şey kalmaz. Bir gün insan muhtaç kalır. Cimrilik yapmak, hâl ve harekette ölçülü olmamakla da, kişi îtibâr bulamaz." Ekmeğin pişkin yerini ve içini yiyip, kenâr ve kabuklarını atmak isrâftır. Bırakılan kısımları başkası veyâ hayvan yerse, isrâf olmaz. Sofraya lüzûmundan fazla ekmek koyup, sonra bunları, tekrâr yemek için kaldırmamak isrâfdır. Yanî, yenmeyen ekmek parçalarını atmak ve riyâ, gösteriş, şöhret için fazla ekmek koymak isrâf olur. "Günahına siz de ortaksınız!" Süfyân-ı Sevrî hazretleri; birisiyle birlikte evinin kapısında duruyordu. Önlerinden, süslenmiş bir adam geçti. Arkadaşı, bu adama bakmak isteyinci, Süfyân-ı Servî hazretleri mâni olup; "Eğer sizler bakmamış olsanız, böyle isrâf yapmazdı. Bunun isrâf günahına siz de ortak oluyorsunuz" buyurmuştur. İmâm-ı Mücâhid hazretleri buyuruyor ki: "Bir kimse, Allahü teâlânın emrettiği yerlere dağ kadar altın harcetse, isrâf olmaz. Bir dirhem yaklaşık beş gram gümüşü veyâ bir avuç buğdayı, harâm olan yere vermek isrâf olur." Nefîs yemekleri yemek, kıymetli, yeni elbise giymek, yüksek, büyük binâlar yapmak ve İslâmiyyetin harâm etmediği dahâ bu gibi şeyler, helâldan kazanıldığı, kibir ve öğünmek için olmadığı zamân isrâf olmaz. Peygamber efendimiz, Abdullah ibni Abbâs hazretlerine hitaben; (İstediğini ye, istediğini giyin! İnsanı yanlış yola götüren, isrâf ve tekebbürdür) buyurmuşlardır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.