Sahteleşen insan!

A -
A +
Tatlılarda bile lezzet yok, tat yok,
Benim bu hâlime takacak ad yok!
Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti Bey, yaşlılığını ifade ederken söylemişti bu sözleri. Oysa bugün, gençler de bulamıyorlar hakiki tatları veya sahteleri gerçek zannetmenin duygusu içerisinde bî-haber yaşıyorlar.
Biz çocukluğumuzda sadece paranın sahtesini duyardık. Bazı kalpazanlar sahte para basıp yakalandıklarında haberlere konu olurdu. Oysa bugün artık görüyoruz ki her şeyimiz sahteye dönüştü.
İhtimaldir ki gıdalarla başladı bu sahtecilik. Beslenme ve gıda uzmanlarını dinledikçe dehşete kapılıyor insan. Tuzundan yağına, etinden ununa neredeyse yenecek bir şey kalmamış. Bu kadar sahte yiyecekle beslenen insan da sahteleşti sonunda. Gülmesi sahte, inancı sahte, yaşayışı sahte, sözü sahte bir insan yığını olup çıktık. Öyle ki böyle bir insan yığını sonunda sahte bir toplum oluşturacak.
Adalet dahi sahteleşmeye başladı. Sosyal medyadaki haberlere göre şekilleniyor sanki… Öyle ki bir olay sosyal medyada gündem olursa adam cezalandırılıyor yok sosyal medyaya yansımazsa arka kapıdan çıkıp gidiyor.
Din sahteleşti, tesettür sahteleşti, ahlak sahteleşti, ibadet sahteleşti!..
İlahiyat profesörleri hadis ayıklayıcısı oldu. Diyanet’e bağlı Kuramer, Kur’ân-ı kerim âyetlerini müsteşriklere göre yorumlar hâle geldi. Ahkam âyetlerini Kur'ân-ı kerimden çıkarmak derdine düştü. Bizim sahte Müslümanlara hangisi uyar hangisi uymaz yahut da bu sahte Müslümanlar hangisini kabul eder, hangisini etmez ona göre bir hadis külliyatı ve ona göre bir Kur’ân-ı kerim hazırlayalım derdindeler. Öyle ya sahtenin dini inancı da sahte olmalı.
Bugün müftülerimiz konuşuyor. Kesilen kurbanlarla derin dondurucuları değil gönülleri dolduralım, diyorlar. İyi de sahte insanların gönlü de sahte, kalbi de. İnsanı güzel ahlaklı yapınca söz söylemeye gerek yok. İnsan sahte olduysa ne vereceksin!
Yıllarca inanç turizmi diyerek haccı umreyi ibadetten turizme ve kurbanı kesimli mi kesimsiz mi verirsin diyerek başka mecralara çevirenler, bugün en büyük dinsiz diyerek andıkları FETÖ’yü, ne acıdır ki kırk sene sonra anlayanlar artık korkunç bir sele dönüşen felaket akıntısını nasıl çevirecekler bilemiyorum...
 
Sinop’ta Kuzey Fest Organizasyonu
 
Neredeyse bir aydır Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın KADEM sayesinde Meclis'te yer bulduğunu Türk aile yapısını çökertme yolunda korkunç adımlar attıklarını ifade ediyorum. KADEM’den Meclis'e adım atan AK Partili iki bayan vekil azim ve gayretle İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaya çalışıyor. Peki diğerleri Türk aile yapısını koruma ve kollama yönünde sahteci mi? Neredeler?
Bakınız kendi icraatı olduğu hâlde CHP, Kazdağları’nı nasıl AK Parti’nin üzerinde yıkmakta mahir davranıyor. Sahte hesaplarla canımıza okuyor. Peki İstanbul Sözleşmesi’nde CHP neden yanınızda bulunuyor söyler misiniz? Bugüne kadar hangi hayırlı hizmetinizin yanında durdu? İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırın bakalım nasıl çıldıracaklar?
S-400’leri getirmek adına ABD’ye kafa tutmaktan daha mı zor, İstanbul Sözleşmesini kaldırmak? Evet bana göre daha zor! Zira en büyük silah vatanı, dini, namusu, bayrağı, ezanı uğruna ölümü göze alan gençtir. S-400’ler ile kalplere hükmedemezsin, ancak ve ancak bedenlere hükmedebilirsin. İstanbul Sözleşmesi ise kalpleri sahte hâle getiriyor. Güçlü aileleri güçsüz kılıyor. Dini imanı mahvediyor.
CHP’liler Kazdağları'nı gündeme taşırken AK Partililer geçen hafta Sinop’ta tertiplenen Kuzey Fest Organizasyonu'ndan haberdar oldu mu acaba?
Ana babaların dahi ne oluyor diye bakması ve girmesi yasak olan çadırlarda 14-18 yaş arası gençlerin yatırıldığını ve sponsorların çadırların yanı başında sınırsız içki dağıttıklarını gördüler mi? İçeride nelerin yaşandığından haberdar oldular mı? Böyle bir organizasyona izin veren valiyi sorguladılar mı? KADEM oradaki genç kızlarımızın durumu, geleceği ve gelecekte nasıl bir yuva kuracakları konusunda ilgilenmez tabii ki! Onlar İstanbul Sözleşmesi'nden sonra kuruldular! Pir ü paklar. Sadece Ayşe Paşalı olayını misal gösterip kadın haklarını kadınlara duyurmaktan haz alırlar. O aileyi ve yuvaları yıkan hakları, İstanbul Sözleşmesi'nin tanıdığından da gafiller. Arkalarında Batılı vakıflarla destekli derneklerin ne haltlar karıştırdığı ile ilgilenmezler! Uyandıkları gün pek acı olacaktır!
İmamı sahte, hizmeti sahte, kurbanı sahte, altın nesli sahte FETÖ hadisesinin bu millete nasıl bir bela ve felaket olduğunu maalesef anlayamadan daha büyük uçurumlara doğru gitmekteyiz.
Şu kurban ve hac mevsiminde sahteden gerçeğe, suretten asla dönelim de bir nebze olsun farkı fark edelim...  
 
Gayra bakmaz âşık gözü!
 
Büyük çoğunluğu yüksek rütbeli Osmanlı devlet adamla­rından meydana gelen hac kafilesi; âlemlere rahmet ola­rak yaratılan, mutluluk rehberi Pey­gamber Efendimizi ziyaret yolundadır. Çölde günlerdir süren yorucu yolcu­luk bitmek üzeredir. Medine’ye yaklaş­tıkları bir gecede son kez mola vermişlerdi. Kafiledekiler kısa bir süre içinde yorgunluktan uykuya daldılar.
Ancak biri var ki günlerdir uyku görmeyen nemli gözleri ile uzaklara dalmıştır. Bu kişi iki cihan serveri Peygamber Efendimizin hasreti ile yanmış ve kavrulmuş Yusuf Nâbî’dir. O gece de Resulullâh’a bu kadar yakın olmanın hazzı içerisinde yerinde duramayıp gezerken, devlet büyüklerinden birisinin, ayağını kıbleye doğru uzatmış uyuduğunu gördü.
Yusuf Nâbî’nin gözü karardı. Yet­kiliyi uyandıracak ve uyaracak tarzda şu sözler ağzından inci gibi saçılmaya başladı:
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbub-ı Hudâdır bu,
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafâdır bu...
Bu mısraları işiten o yüksek rütbeli kişi hemen ayaklarını toplayarak doğruldu ve;
-Ne zaman yazdın bunu? Sen­den ve benden başka duyan oldu mu? diye sordu. Yusuf Nâbî de;
-Daha önceden hiç söylememiştim. Şu anda sizi bu hâlde uzanmış görünce elimde olmayarak yüksek sesle söylemeye başladım, ikimizden başka bilen yok, dedi.
Bu sözler üzerine o kişi rahat bir nefes alarak;
-Mademki bu şiiri burada söyledin burada kalsın. İkimizden başkası duyarsa, senin için iyi olmaz, diye ikaz etti.
O böyle tehditler savuradursun, Cenâb-ı Hak, Habibinin aşkıyla söyle­nen bu gönül açıcı ifadeleri hiç gizli bırakır mıydı? Bu ifadeleri kıyamete kadar unutulmayacak bir şekilde açığa çıkardı.
Kafile, yoluna devam ederek sabah namazına yakın Mescid-i Nebi’ye vardı. Onlar Mescid-i Nebi’ye girerken minareler­den yanık sesli müezzinler Ezan-ı Muhammedî’den evvel Nâbî’nin;
"Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbub-ı Hudâdır bu/Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafâdır bu..." diye başlayan na’tını okuyorlardı...
Nâbî ve o yüksek rütbeli kişi hayretten donakaldılar. Sabah namazını kıldıktan sonra Nâbî ve diğer zat namaz kıldıkla­rı caminin müezzi­nini buldular. Nâbî müezzine;
-Allah aşkı­na, Peygamber aşkına ne olur­sun söyle! Ezan­dan önce okudu­ğun na’tı kimden nereden ve nasıl öğrendin? diye sordu. Müezzin de büyük bir heyecan içerisinde şunları anlattı: 
-Resul-i Ekrem Efendi­miz bu gece Mescidi Nebi’deki bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek “Ümmetimden Nâbi isimli biri beni ziya­rete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üstündedir. Bugün sabah ezanından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak Medi­ne’ye girişini kutlayın” buyurdu­lar. Biz de Resulullâh Efendimi­zin emirlerini ye­rine getirdik!..
Nâbî, müezzi­nin son sözlerini işitmez olmuştu. Gözyaşları içerisinde "Sahiden Nâbî mi dedi. O iki cihanın peygamberi Nâbî gibi bir zavallıyı, günahkârı üm­metinden saymak lûtfunu gösterdi mi?" dedi. "Evet" cevabı­nı alınca da sevincinden bayıla­rak kendinden geçti...
Nabi’nin, yüreği yanarak söylediği nâ’tının tamamının manası şu şekildeydi:
“Edebi terk etmekten sakın. Zira burası Allahü teâlânın sevgilisi olan Peygamber Efendimizin bulunduğu yerdir... Bu yer Hak teâlânın nazar ettiği ev, Resûl-i Ekremin makamıdır... Burası Cenâb-ı Hakk'ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir, fazilet yönünden düşünülürse Allahü teâlânın Arş'ının en üstündedir... Bu mübarek yerin mukad­des toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi... Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı. Zira burası kör gözlere şifa veren sürmedir... Gökyü­zündeki yeni ay Onun kapısının yüre­ği, yaralı âşığıdır. Bunun kandili dahi, ışığının nurunu ondan almakta­dır... Ey Nabi! Bu dergâha ede­bin şartlarına riayet ederek gir. Zira burası büyük meleklerin etrafında perva­ne olduğu ve peygam­berlerin hürmetle eğilerek öptüğü tavaf ye­ridir...”
Bu samimi duygulara, ihlaslı gönüllere, riyasız aşklara sevgilere o kadar çok ihtiyacımız var ki. Cenâb-ı Hakk, her işimizi ve hâlimizi ihlaslı ve mübarek kılsın, razı olduğu hâlde eylesin...
Sevgili okurlarımın bayramını şimdiden tebrik ederim.
İnşallah büyüklerimi ve geçmişlerimi ziyarete gideceğimden bir müddet yazılarıma ara vereceğimi duyurur, hoşgörülerinize sığınırım...
 
 
TEFEKKÜR
 
Dost ile ettiğin ahdî unutma,
Unutup bu viran evi vatan tutma!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.